Edebiyatımızın müzmin ‘temizlik tutkunları’

Edebiyatımızın müzmin ‘temizlik tutkunları’

Koronavirüs hayat tarzımızı değiştirirken edebiyatımızın iki müzmin ‘temizlik tutkunu’ndan haberdar mıyız? İki büyük romancımız olan, kimsenin eldivensiz görmediği Hüseyin Rahmi Gürpınar ve İstanbul’da toplu taşıma araçlarına binmeyen Abdülhak Şinasi Hisar, sadece aşırı bir temizlik tutkunu değil, aynı zamanda bu yüzden evlenmeyen iki müzmin bekâr edebiyatçımız...

SELÇUK KARAKILIÇ/İSTANBUL

Çin’in Vuhan şehrinde başlayan ve kısa zamanda bütün dünyaya yayılarak insanlığı tehdit eden koronavirüs alışkanlıklarımızı ve hatta hayat tarzımızı da değiştirecek gibi görünüyor. Ömürleri boyunca ellerini sık sık ve titizlikle yıkamayan, eldiven giymeden sokağa çıkmayan ve artık neredeyse eldivensiz tokalaşmayan, ayrıca maskesiz evden adım atmayan kalabalıklar acaba edebiyatımızın iki müzmin ‘temizlik tutkunu’ndan haberi var mıydı? Edebiyatımızın iki büyük romancısı olan Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Abdülhak Şinasi Hisar, sadece aşırı bir temizlik tutkunu değil, aynı zamanda bu yüzden evlenmeyen iki müzmin bekârıydı.

Natüralizmin edebiyatımızdaki ilk temsilcilerinden biri olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, tabiatta ve hayatta gördüğü her hadiseyi eserlerinde olduğu gibi yazmasından ötürü zaman zaman sert eleştirilere muhatap olmuş, müstehcen bulunan bazı romanları dolayısıyla mahkemeye bile verilmişti. Ancak Gürpınar, “Herhangi bir sanat eseri bir çöplüğü, bir leşi de tasvir etse, gerçeğe uygunluğu var ise saftır, temizdir” diyordu. Şıpsevdi’nin yazarı sanatta gerçeğe uygunluğu ararken hayatta da saflık ve temizlik meraklısıydı. Öyle ki, Hüseyin Rahmi’yi elli yıldan beri hiç kimse, sokakta ellerini eldivensiz görmeyecek, yaz, kış, ilkbahar ve sonbahar eldiven onun elinde âdeta derileşecekti. Hikmet Feridun Es, Tanımadığımız Meşhurlar yazı dizisini hazırlarken Hüseyin Rahmi’nin yeğeni Muzaffer Hanım’la görüşmüş ve büyük romancının ilginç ev hallerini yazmıştı. Eldiveni ancak evde çıkardığını ve bunu görenlerin çok merak ettiğini yazan Hikmet Feridun Es, ölümünde büyük romancının eşyası arasında bir bohça dolusu, 100’den fazla eldiven bıraktığını, bunun içinde podösüetler, deriler, yünler, ketenler olduğunu yazdıktan sonra şöyle sorar: “Acaba bu kadar eldivene düşkünlüğü neydi?”

Şıpsevdi yazarının eldivenle sokağa çıkmasını onun şık ve salon adamı olmasına yoranlar elbette yanılıyorlardı, çünkü mikrop kapmaktan çok korkan Hüseyin Rahmi şıklıktan değil zaruretten eldiven giyiyordu. Bir gün bile eldivensiz sokağa çıkmayan ve çıplak elle sokağa çıkan ev halkına çok kızan Hüseyin Rahmi’nin, sokakta tramvay demirinden, iskele parmaklığına kadar hiçbir yeri kesinlikle tutmadığını yeğeni Muzaffer Hanım’dan öğreniyoruz. Hikmet Feridun’a, “Hayatta en korktuğu ve dikkat ettiği mikroptu” diyen Muzaffer Hanım, onun hassasiyetini şu dikkat çekici sözlerle anlatıyor: “Bizi bazen eldivensiz görür, çıplak ellerle dolaşmanın manasız bir cesaret olduğunu söylerdi. Bu mikrop korkusunun onun bütün hayatında, inanılmayacak derecede rolü olmuştur. Evde, iyi tanımadığı misafirler gelirse, kendi odasının kapısını bile eliyle tutmaz, entarisinin eteğiyle çevirir; kapıyı öyle açardı. Sokağa kolonyasız, alkolsüz adım atmazdı.”

TİTİZ BİR HUYLU

Abdülhak Şinasi Hisar’ın temizlik ve titizlikte benzeri bulunmayan ve ömrü boyunca inatla sürdürdüğü bu fobisini kimsenin anlamadığına eminim, ancak koronavirüs dolayısıyla şimdilerde onu okuyacakların hak vereceklerine inanıyorum. Abdülhak Şinasi’ye göre, elle tutulan her şeyde mikrop vardı. Taha Toros, Çamlıca’daki Eniştemiz’in yazarının temizlik ve titizlik tutkusunun benliğini saran bir virüs gibi ölünceye dek taşıdığını yazıyor.

Abdülhak Şinasi Hisar, bu alerjisi yüzünden hiçbir meyveyi yemediğini de anlatan Taha Toros, büyük romancının meyve ihtiyacını suni meyve hapları yutarak giderdiğini söylüyor: “Bir gün, portakal, şeftali, elma gibi meyvelerin çeşitli meziyetlerinden konuşuluyordu. O, bu konuşmalara tek cümle ile katıldı ve insanların mikroplan genellikle meyvelerden aldığım söylemekle yetindi. Başka bugün de: “Beyefendi, dedim. Portakalın, karpuzun kabuklarında bilmediğimiz mikroplar gezinse bile, asıl cevherine ve içine nasıl geçer? Kabuğu soyulunca içi rahatlıkla yenilir. Çünkü mikrop, bu öze geçmemiştir. Bu sözüme gülümseyerek: “Sizlere göre öyledir” karşılığını verdi. Arkasından sanki meyve bahsindeki sözler üzerine, salonu mikroplar istilâ etmişçesine, çekmesinden bir kolonya şişesi çıkardı, dolgun pembemsi yanaklarına çok yakışan tebessümlerle, hepimizin eline bol bol döktü.”

İstanbul’u, dahiyane buluşuyla ‘Boğaziçi medeniyeti’ni sanatkâr ve zengin bir üslupla yazan Abdülhak Şinasi Hisar tuhaftır İstanbul sokaklarını bugünün deyimiyle toplu taşıma araçlarıyla gezmemiştir. Dolmuş, otobüs yerine aksine taksiye binen Abdülhak Şinasi Hisar’a göre, dolmuş insanın hürriyetini kısıtlayan bir sistemdi ve tanımadığı kişilerle aynı arabada yolculuk yapmak çekilmez bir azaptı. Taha Toros, parasız olduğu günlerde bile onun uzak yakın mesafelerde taksi çevirdiğini ve yalnız başına taksiye kurulduğunu yazıyor. Hüseyin Rahmi gibi, Abdülhak Şinasi Hisar da pek az kişinin elini sıktığını, gayriciddi uzatılan bir eli, hele tanımadığı bir kadın elini sıktıktan sonra karşısındakine hissettirmeksizin elini cebindeki küçük bir şişede taşıdığı alkolle veya kolonya ile sildiğini de anlatan Taha Toros’a göre, ondaki mikrop korkusu, ölüm korkusu ile eşit gibiydi. Herkesle tanışmak istemeyen, tanıştığı kimseyi dikkatle inceledikten sonra kendi dilinden anladığına kanaat getirirse söze karışan Abdülhak Şinasi, çok mesafeli konuşurdu. Öyle ki, hasta olunca soracaklarını dostlarından Prof. Dr. Nihat Reşat Belger’e yönelten Abdülhak Şinasi, onun önerisi ile ilaç alır, hatta reçetesini bile her eczaneye vermeyecek kadar titiz, titiz bir temizlik hastasıydı.

Koronavirüs salgını dolayısıyla bugünlerde hükümet ve devlet organlarından “evde kal” çağrıları yapılıyor ve edebiyatımızın seçkin yazarlarının okunması tavsiye ediliyor. Kuşkusuz evde, dört duvar arasında kalmak zor, ama Türkiye’nin sağlıklı günlere kavuşması açısından ‘evde kal’ çağrılarına uymak ve düşünmek gerekiyor: Edebiyatımızın bu iki titiz ve temiz adamını bugünlerde okumak faydalı olacağına inanmakla birlikte, onların bu ‘aşırı hassasiyetlerini’ de toplum olarak anlamış olacağımızı düşünüyorum. Abdülhak Şinasi ve Hüseyin Rahmi’yi okuduktan sonra koronavirüs salgını geçse bile kimsenin sokağa eldivensiz ve kolonyasız çıkmayacağına inanmak hayal mi acaba? Hiç değilse artık eskisi gibi tokalaşmayacağız ve görünmez mikroplara karşı daha dikkatli olacağız.

Abdülhak Şinasi ve Hüseyin Rahmi aşırı hassasiyet gösterirken haksız mıymış? Ne dersiniz?

KOLONYASIZ GEZMİYOR

Kuşkusuz Hüseyin Rahmi’nin eldiven merakı şık görünmek sevdasından değil, mikrop ve hastalık bulaşmak korkusundandı. Şaşıracaksınız ama başta Şık olmak üzere romanlarında ‘kadın ve aile’ hayatını tartışan Hüseyin Rahmi, edebiyatımızın müzmin bekârlarından biriydi ve seksen senelik ömrünü yapayalnız geçirmesinin asıl sebeplerinden biri de olağanüstü titizliğiydi. Kesinlikle el sıkmasını sevmeyen ve böyle bir vaziyet karşısında ilk fırsatta elini kolonyalayan Hüseyin Rahmi’nin tanımadığı bir insanla kat’iyyen rahat edemeyeceğini yazan Hikmet Feridun Es’e göre, evlenmemesinin asıl sebebi buydu. Muzaffer Hanım’ın söyledikleri bu gerçeği doğruluyor ki, Hüseyin Rahmi neden evlenmediğini şöyle açıklamıştır: “Yeryüzünde yedi hastalık vardır ki irsîdir ve ben bunlardan son derece korkarım. Bakarsınız bir insanın kendisinde olmaz, babasında olmaz da, büyükbabasında, dedesinde olur! İşte ben bunu düşündüm. Bereket versin ki herkes benim gibi düşünmüyor. Yoksa dünya bekârlar dünyası olurdu.”

‘SUYU YIKA DA GETİR’

Edebiyatımızın olağanüstü yazarlarından ve Türkçenin parlak üsluplarından biri olan Abdülhak Şinasi Hisar’da da temizlik adeta bir tutku, hatta hastalık seviyesindeydi. Öyle ki Çamlıca’daki Eniştemiz isimli seçkin romanın yazarı Abdülhak Şinasi, Hüseyin Rahmi’den geri kalır değildi ve onda, temizlik takıntı olmaktan çıkmış, bir yaşayış ve düşünüş şeklini almıştı. Abdülhak Şinasi’nin temizlik fobisi arkadaş ve dost çevrelerinde de konuşulmaya, hatta mizaha bile yol açmıştır.

Bir gün Abdülhak Şinasi, Süleyman Nazif Bey’le, Beyoğlu’nda bir çay saatinde buluşur ve Süleyman Nazif garsonu çağırdıktan sonra espriyi patlatıverir: “İkimize de çay getiriniz. Çay bardaklarını güzelce, iki defa yıkayınız. Beyefendinin çayına konulacak suyu da ayrıca yıkayınız!” Onun çok yakın dostlarından Taha Toros, “Gerçekten” diyor, “daha sonraki yıllarda İstanbul’da üstad Abdülhak Şinasi, Hamdullah Suphi ve Refik Halit ile sık sık buluşup çay içtiğimiz Lebon Pastanesinde, onun çay bardağını, bir kere de masamızda sıcak su ile gözlerimizin önünde çalkadığını görmek, bizim için garipsenmezdi.”

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN