Tarihsel süreç içerisinde Golan Tepeleri: Önem ve aitlik krizi

ABD Başkanı Donald Trump’ın “İsrail egemenliğini tanıyacağız” açıklaması 52 yıldır derin dondurucuda tutulan Ortadoğu’nun en kritik sorunlarından birini yarım asır sonra yeniden gündemimize soktu. Haifa Üniversitesi’nden Ersin Güngördü, Golan Tepeleri’ne ve tarihsel sürecine ışık tutarak bu bölgenin neden önemli olduğunu yazdı.

ERSİN GÜNGÖRDÜ

Yavuz Sultan Selim ile, 1516 yılındaki Mercidabık savaşı sonrası Memlükler’den Osmanlı İmparatorluğu’na geçen Golan Tepeleri, 1918’de Fransız kontrolüne geçene kadar kuş uçuşu 60 km kadar uzaklıktaki Şam Vilayeti’nin bir parçası olmuştur. Suriye’nin bağımsızlığından sonraki 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı sırasında ise, Golan Tepeleri uluslar arası baskılar sonucu Şam’a 32 km kala duran İsrail’in eline geçmişti. İsrail, aynı savaşta işgal ettiği kimi bölgelerden (örn:Sina) ‘savunulabilir makul sınırlar’ (deffensible borders) güvenlik politikası gereği çekilse de, stratejik mahiyeti büyük olan Golan Tepeleri’nden vazgeçmemiştir. 1973 yılındaki Yom Kippur Savaşı’nda ise Suriye, Golan’ı geri almaya çalışsa da başarılı olamamıştır. Birleşmiş Milletler, 1974’te çatışmalı bölgeye barış gücü (UNDOF) ve gözlemci örgütü (UNTSO)’yu konuşlandırmıştır. 1981 yılında Tel Aviv’in tek taraflı ilhak ettiği Golan Tepeleri, Suriye’den gelen herhangi bir askeri saldırıya karşı doğal bir tampon görevi üstlenmektedir. Kurak coğrafyanın içerisinde, Ürdün nehrinden beslenen bu bölge, ulusal güvenlik stratejilerindeki öneminin yanında aynı zamanda İsrail’in ihtiyacını önemli oranda karşılayan zengin bir su kaynağı olma mahiyetindedir.

İsrail’in Stratejik Derinlik Açmazı

Stratejik derinlik esasen, devletlerin ulusal güvenlik literatürlerinde önemli bir yer edinmiş bir askeri coğrafya terimidir. Kavram, en basit anlatımıyla hücum halindeki düşman kuvvetlerinin saldırı altındaki ülkenin önemli şehir merkezlerine, parlamento binasına ya da stratejik karar merkezlerine olan gerçek uzaklığına atıfta bulunur. Düşman kuvvetlerinin olası bir senaryoda, belirlirlenmiş bir çemberden olabildiğince uzak tutulması hedeflenir. Bu uzaklığın kantitatif değer ise, stratejik derinliğin niteliğini göstermektedir. Küçük bir ülke olarak, askeri stratejistlerin kalp şemasını Hayfa-Kudüs-Tel Aviv üçgenine çizdikleri, 20.770 km² alana sahip olan İsrail’in coğrafi yüzölçümü, aslında tam olarak 20723 km²’lik Antalya ilimize denk gelmektedir. Jeopolitik haritası ise, yine diğerlerinden farklı dini inanca sahip olan, bu halince de diplomatik tabirde “Sui Generis” (nevi şahsına münhasır) olarak kabul edilen ve etrafındaki diğer ülkeler ile savaş tecrübesi bulunan Yahudi topluluğunda, öyle olmasa dahi, Arap ülkeleri tarafından sürekli bir ‘kuşatılmışlık hissi’ oluşturmaktadır.

Askeri tarihi incelendiğinde, İsrail’in zayıf stratejik derinlik soruna çözümü, neredeyse tüm konvansiyonel savaşlarda yaptığı gibi, çatışmayı düşman-komşu ülke topraklara taşıyarak; tabiri caiz ise, yapay bir stratejik derinlik yaratmak olmuştur. Dolayısı ile İsrail, çatışma ortamında hayatta kalmak için, uluslar arası medyadan da takip edildiği gibi işgale yönlenen, zorunlu olarak offensive (saldırgan) bir devlet olarak tanımlanır. Coğrafya’nın ya da asker niceliğinin “kader” olma potansiyeli taşıdığı çatışmalar, önemli askeri taktik ve stratejiler gerektirmektedir. Türkler’in Turan Taktiği, Almanlar’ın Blitzkrieg’i, deepth battle, ya da Büyük İskender’in az sayıdaki askeriyle Persler’e karşı önemli zaferler elde ettiği çarpık muharebe düzeni bunlara örnektir. İsrail’in muharebe davranışları üzerine yapılan analizler ise, tarihsel ironisine rağmen, askeri coğrafyasının kaderselliğinden genel düstur sonucu, konvansiyonel savaşlarda stratejik derinliği seri biçimde artırmak maksadıyla, tıpkı Almanların 3. Rejim döneminde yaptıkları gibi özellikle tankların yakın hava desteğiyle birlikte hızla hareket ettiği, yedek askerlerin hızla mobilize edildiği ‘Blitzkrieg’ (Yıldırım Savaşı)’e örnek teşkil ettiğini koymuştur. Tepelerin Suriye’de olması ise, olası bir savaş senaryosunda, tabiri caiz ise, bu yıldırım hızı emecek yüksek bir ‘paratoner’ olması anlamına gelmektedir.

Golan tepelerinin stratejik mahiyetini anlamak için, çevresindeki arazilerden daha yüksek olduğuna dikkat etmek gerekmektedir. Yüksekliği dolayısıyla, Golan Tepelerini kontrol eden taraf, aşağıdaki düşmanını topçu yerleştirerek, roketatarlar yoluyla ya da başka birçok mühimmatla kolayca bombalayabilir. Daha da önemlisi tepenin İsrail kuvvetlerinde olduğu durumdaki olası bir savaş halinde, hiç olmadığı kadar kolay savunulabilirlik avantajı taşımaktadır. Örneğin; tepeye yerleştirilecek radarlar, gökyüzünü parazit engeli olmadan arayabilir, SAM(Surface-to-air missile)’lerin kolayca bertaraf edilmesine etki sağlayabilir, tepedeki yerleşik askerler aşağıdaki düşman saldırısını kolayca gözlemleyebilir ya da bir taraftan sırtı korurken diğer yandan kolayca bölgeye girebilirler. Velhasıl, İsrail, Yom Kippur Savaşı sırasında, Gözyaşı Vadisi olarak bilinen noktada, 500’den fazla tank ve zırhlı araç ile saldırıya geçen Suriye ordusunu arazinin topoğrafik avantajı sayesinde yaklaşık 100 tankı ile durdurmuş, bununla da kalmayarak Suriye’de ilerlediği 15 gün içerisinde, 20 km derinliğinde ve 40 km genişliğinde önemli bir alan kesbetmiştir. İsrail, akabinde savunulabilir sınırlar (defensible borders) teorisi bağlamınca, Suriye topraklarında işgal ettiği bölgelerden çekilse de, 1967 yılında yine Suriye’den kopardığı doğal tampon mahiyetindeki Golan Tepeleri’ni elden bırakmamıştır. Dolayısıyla İsrail, Suriye ile savaş olasılığı veya İsrail’in kuzeydoğu bölgesinden gelen herhangi bir paramiliter tehdit riski olduğu sürece, Golan Tepeleri’ni değişmez bir –beka- dayanağı olarak algılamaktadır.

Tepenin Ardındaki Şii Jeopolitiği: Suriye İç Savaşı Sonrası
Gelişen Süreç

1979 İslam Devrimi ile Şiî mezhebi görüşlerini esas alan bir İslam Cumhuriyeti’ne dönüşen İran, dış ülkelere de İslam rejimi ihrac etme ve rejim koruyuculuğunu üstlenecek kurumlar üretme gibi bir dizi süreçten geçtiğini biliyoruz. Arap Baharı sürecinde, sıradaki domino taşının kendi rejimi olduğu hissine kapılan İmami Şiîlik hamisi rolündeki İran, bir öndeki domino taşı olarak algıladığı Suriye (Nusayri) rejimini -kendi bekası namına- korumak maksadı ile, 1978 yılının sonlarında yine İsrail işgalina karşı oluşturulmuş bir paramiliter örgüt olan Lübnan Hizbullah’ının (Şiî) önemli bir kısmının (yaklaşık 10 bin militan) da Suriye’ye kaydırılmasına vasıl olmuş, İsrail’i ise bu kez bilfiil düşmanına (İran) komşu yapmıştı. 2008 Güney Lübnan (Dahley) işgali sonrası, İsrail’in çekilmesinin ardıdan Lübnan özelinde Hizbullah milisleri ile çatışmalar kısmen de olsa dursa bile, Suriye iç savaşından sonra, Güney Suriye’deki aynı Hizbullah milisleri ile İsrail güçleri arasında birçok kez ani atak ve misillemeler gerçekleşmiş, bölgeye hava savunma sistemleri yerleştiren Rusya’nın tüm ikna çabalarına rağmen, İsrail “beka” gerekçesi ile, birkaç kez de Suriye’de belirlediği hedefleri bizzat havadan bombalamıştı.

İsrail-Rusya görüşmelerinde İsrail tarafının en yoğun arzusu, Hizbullah’ın kuzey sınırından uzak tutulması yönünde olmuştu. Baskıların sonuçsuzluğu gereği, (Hizbullah çekilse bile, İsrail’in bu kez Esed güçleri ile karşı karşıya gelme riski) geçtiğimiz aylarda İran desteği ile bölgedeki uzun menzilli füze sayısını artıran Hizbullah’a karşı İsrail, bu kez tehdit dengesi kurallarınca bölgedeki ağırlığını da artırarak, Kuzey-doğu bölgesine Iron Dome (Dam Barzel) hava savunma sistemlerini yerleştirdi. Suriye İç Savaşı’ndan günümüze Hasan Nasrallah ile Netanyahu arasında gelişen tehditlerin söylem döngüsü ise “İsrail haritadan silinecek” ve “Gazze’yi hatırlayın” şeklinde tekrarlanmakta idi. Nitekim geçtiğimiz haftalarda, İsrail, ordu sözcülerinden Avichay Adraee kanalıyla, bu kez Hizbullah’ı Golan’da İsrail’e karşı gizli bir birim oluşturmakla suçladı; başka bir ordu sözcüsü Jonathan Conricus ise hemen akabinde “İsrail’e yapılacak saldırılardan Suriye rejimini de sorumlu tutarız” yorumunda bulunmuştu.

Geçtiğimiz günlerde, Trump’ın BM’in 1981’de aldığı 497 sayılı kararı ihlal etmesine rağmen; tam da çekilme bilmecelerinin sürdüğü sırada, Golan’daki Israil egemenliğini tanımanın vaktinin geldiğini söylemesi ; bir bakıma nükleer anlaşmadan çekildiği İran’a yeni bir yaptırım uygulaması olabilir. Akdenizde İran tedirginliği yaşayan; ABD’nin, Dışişleri Bakanı Pompeo’nun “Suriye’den son İran postalı çıkana kadar” mücadeleye devam edileceği sözüne atfen bu stratejik davranış oldukça önemlidir. Hamlenin ikinci önemi ise, Suriye iç savaşı başladığından günümüze değin, davranışın uluslar arası camiada meşrulaştığı olası bir durumda, Suriye toprak bütünlüğünün ilk kez bozulacak olmasıdır. Peki bu yeni bir dönemin başlangıcı mı ?

Uluslar arası hukukun, tarafların devlet-devlet dışı aktör/ler olduğu asimetrik çatışmalarda karşılaştığı açmazları, 11 Eylül sonrası düzene uyum sağlayamadığını, geçmişte yaşadığı verimsizlikleri, bölgede Hizbullah gibi paramiliter(asimetrik) bir örgüt olduğunu ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyindeki Çin ve Rusya’nın yanı sıra ; -Esad rejimine rağmen- İngiltere ve Fransa’nın da Suriye’deki toprak bütünlüğünün önemine atıfta bulundukları eski söylemleri hatırlalayarak, kendimize soralım. BM Güvenlik Konseyi’nde, ABD’nin olduğu bir yönetimde; Dünya beşten büyük müdür ?

Ya da İsrail Silahlı Kuvvetleri Ordu Sözcüsü Conricus’un : “İsrail’e yapılacak saldırılardan Suriye rejimini de sorumlu tutarız” sözü; akıllara 2006 Lübnan savaşını getiriyor mu?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

İlgili Haberler

Suriye, Golan Tepeleri kararı kararı için BMGK'yı toplantıya çağırdı

Görüşler Haberleri