Vasat bir çağ bu hepimizin hayatı toz duman

Yeni romanında temizlik takıntısı olan Nebiye Hanım üzerinden okurlarını tekrar yazılan kaderlerin dünyasına sürükleyen Müge İplikçi, günümüz insanlarının birbirinden neden ve nasıl uzaklaştığını, aralarındaki iletişimsizliği ‘temizlik’ metaforu üzerinden başarıyla anlatıyor. “Aslında hepimizin hayatı toz duman” diyen İplikçi “Buna bağlı olarak her şeyi bir birine karıştırıyoruz, safsata gerçeğin yerini alıyor. Sözcükler ve gerçek anlamları da çok ucuzluyor” diyor.

SEDAT PALUT/İSTANBUL

Müge İplikçi edebiyatın farklı alanlarında eser veren bir yazar. Şimdiye kadar çok sayıda inceleme ve çocuk kitapları, ilk gençlik romanları yayımladı. İplikçi ‘Sil Baştan’ adlı yeni romanında ise temizlik takıntısı bir edebiyat öğretmeni olan Nebiye’yi konu ediyor: “Her yerde toz görüyor, sildikçe çoğalıyor toz, peşini bırakmıyor. Tozdan kaçarken tozla kaplanıyor Nebiye.” İplikçi, günümüz insanların birbirinden neden ve nasıl uzaklaştığını, aralarındaki iletişimsizliği ‘temizlik’ metaforu üzerinden başarıyla anlatıyor. İplikçi ile konuştuk...  

‘Sil Baştan’ adlı romanınız temizlik takıntısı olan bir edebiyat öğretmeninin kafasında kurduğu dünyayla, çevresiyle olan ilişkilerini anlatıyor. Sizi bu romanı yazmaya iten düşünce nedir? 

Çok farklı nedenler var aslında; ancak ben en öne çıkanını söyleyeyim: Hayatlarımızın toz duman haline gelişi... Buna bağlı olarak hemen her şeyi birbirine karıştırıyor oluşumuz. Safsatanın hakikatle yer değiştirmesi, hemen her ana hükmeder duruma gelmesi. İnsanların buna inanır gibi yapması, sonrasında gerçekten inanması, inanmayanları türlü türlü nedenlerle türlü türlü sözcük ablukalarına alması. Sözcüklerin ve ihtiva ettikleri gerçek anlamlarının çok ama çok ucuzlaması. 

Roman kahramanınızın söylediği bir cümle var: “Ne yılışık ve aynı zamanda ne kadar mağrur görünen bir çağ bu!” Bu cümleyi biraz açar mısınız? 

Burada mağruru olumlu kullanıyorum. Günümüzde ise bir maske olarak kullanıldığını düşünüyorum. Gerçek anlamda bir mağrurluk değil yani! Mağrur görünüyor ama öyle değil... Evet bir maske. Maskenin ardında ise hemen her noktada kendine yenilen bir insanlık görüyorum. O insanın kaybettikleri ve bunun yansıyış biçimleri. Yaşama dair bir yılışıklık. Vasatlık da diyebiliriz elbette. 

Modern apartman kültürüne göndermeler, eskinin güzelliği ve yeninin memnuniyetsizliğine dair tartışmaları da romanda konu etmişsiniz. Yaşadığımız güne ayak uydurmuş gibi görünmekle birlikte eskinin güzelliği ile yelkenleri suya indiren bir modern insan profili ile karşı karşıyayız günümüzde. Ne dersiniz bu çelişki hakkında? 

Bu bir çelişki, doğru. Ancak çelişkinin olmadığı bir yer göremiyorum. Üstelik bu çelişkili hal besleyici olmak yerine çoğunlukla yıpratıcı ve yaşamdan bezdiren bir tınıya sahip. Romanda eskinin güzelliğinden bahsettiğimi düşünmüyorum. Kendimce tartıştığım başka bir husus var orada. 60’lı yılların Ankara’sı, bugünkü Ankara’nın ipuçlarını veriyor aslında. Bu ipucunu yakalamak konusunda son derece hantal kaldığını düşündüğüm kişi ise kitabın anti kahramanı Nebiye. Suçlu mu? Hayır. Ancak kitabı yazarken keşke anlayabilseydi dediğim çok satır oldu karşıma çıkan. 

Roman kahramanının yetiştirilmesinde “Nebiye’nin bildiklerini büyüyünceye kadar annesinin ona anlattıkları ve anlatmadıkları kadardı” diyorsunuz. Günümüz ebeveynlerinin çocuklarına yaklaşımı da bu şekilde: Korumacı. Bu, hem çocukların hem de ailelerinin hareket alanını daraltan bir durum. Sağlıklı bireyler yetiştirdiğimizi düşünüyor musunuz? 

Düşünmüyorum elbette. Bu koşullar altında mümkün değil! İşaret ettiğiniz o cümlede, bir şeyleri derinlemesine anlama çabasından bahsediyorum. Nebiye’nin yeni evinde böyle bir şansı olmuyor. Nereden geldiğini bilmemesi kadar, nereye gideceğini de bilmiyor oluşu... Kastettiğim bu. Annesinin buna katkısı ise kişiliğindeki zaaflar kadar kendinden bilinçli kaçışları da. 

Romanda öğretmenlerin katıldığı bir eylem var. Roman kahramanları “Barış” ve “özgürlük” kavramlarını tartışıyor. Çok konuşarak bu önemli olguların içini boşalttık mı?  

Belki de. Barışın anlamını biliyor muyuz sorusu da kafamı kurcalamıyor değil. Ya uzlaşmanın anlamını? Buluşmayı? Anlamayı? Dinlemeyi? Böyle gidiyor... Özgürlük ise çok daha derin bir konu. Gerçekten özgürlük ne? Ben çok konuştuklarımızla değil, konuştuğumuzu sandıklarımızla çok zaman kaybettiğimize inananlardanım. 

‘Kendi medeniyetimizi unuttuğumuzu da unuttuk’

Beykoz’daki Ataullah Efendi Tekkesi’nde düzenlenen iftar programında konuşan Hattat Hüseyin Kutlu İslam medeniyetinin 200-250 senedir savrulduğunu söyleyerek, “Kökümüzden uzaklaştık kendi medeniyetimizi unuttuk. Unuttuklarımızı da unuttuk. Burada bu unuttuğumuz kültürümüzü, sanatımızı, medeniyetimizi acaba bir nebze olsun tattırabilir miyiz, damağımıza biraz tat bulaştırabilir miyiz diye bir gayret içerisindeyiz.” ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü sahibi Kutlu, sanatın İslam medeniyetine dokunabilmenin en önemli vesilelerinden biri olduğuna değinerek gelenekli sanatların hatırlattıkları ve çağrışımlarıyla toplumu köklerine ulaştıracak araçlar olduğuna dikkati çekti. İslam medeniyetinin bir bütün olduğunu bilmek gerektiğini ifade eden Kutlu, “Biz yeme içmeyi bir sanat haline getirmiş bir medeniyetiz. Ölümü bile imrendiren, ölüme sanat damgası vuran bir medeniyetin sahipleriyiz. O bakımdan bir bütün olarak medeniyetimizi çok iyi anlamamız lazım. Yemeyi, içmeyi, ezanı,mabedi, tespihi, Ramazanı bir medeniyet haline getirmişiz. Bu gibi meselelere böyle bakmamız icap ediyor” dedi. 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

Hayat Haberleri