Görüşler

Gastropolitik: Bizi kim besliyor?

Gastropolitik:  Bizi kim besliyor?

'Dindarca Öldürmek' kitabının yazarı Muhsin Altun “Gıda, iktidar ve statü arasındaki ilişkinin ekonomi-politik’ten çıkarsanabilir oluşu ‘Gastropolitik’ kavramına götürür” diyor.

Lagaş kralı Eannatum, Ningirsu tapınağının açılışında bir davet verir. M.Ö. 2.500’e tarihlenen bir yazıttan, davette 70 guru (30.800 kilolitre) arpa tüketildiğini öğreniyoruz. Arpa, Güney Mezopotamya halklarının temel gıda maddesiydi ve krallar sıkça arpa dağıtarak onları sevindirirlerdi.

Kuzey Mezopotamya bu tür cömertlik gösterileri için daha elverişli koşullara sahipti. Asur kralı II. Asurnasirpal’ın M.Ö. 879 yılında Nimrod sarayının açılışında verdiği davette tüketilen gıda maddelerinin listesi günümüze ulaşmıştır: Toplam 69 bin 574 misafir için 300 öküz, 10 bin buzağı, 15 bin koyun, bin kuzu, 500 karaca, 500 ceylan, 10 bin yumurta, 10 bin somun ekmek, 10 bin şişe bira, 10 bin torba şarap, 10 bin birim nohut...

Davetler dönemin iletişim stratejisini özetlemektedir: Tek bir davette, kontrolündeki kaynakların sağladığından daha fazla hayvan kurban etmesi, bir kral için ciddi bir itibar göstergesidir. Kurban ve ziyafetler devletin saygınlığını ifade etmektedir. Antik çağda ekonomi yönetimi basitçe tek bir amaca yönelmişti: Kralı yüceltmek ve çevresindekilerin statüsünü tahkim etmek için etkileyici projelere girişmek.

M.Ö. 4’üncü binyıl sonlarında, Güney Mezopotamya daha önce görülmemiş ölçekte anıtsal mimari örneklerinin yükselişine tanıklık etti. Örneğin Uruk’taki 6-7 hektarlık bir alana kurulu Eanna semti çok sayıda tapınak, bir saray, bir adliye sarayı ve diğer büyük kamusal yapıları barındırmaktadır. Keza, Sümer krallarına ait en eski yazıtlar, büyük tapınaklar ve kanallar inşasına dair anlatılarla doludur.

Gıda ihtiyacı indirgenemez bir maddi gerçekliktir. Gıda maddeleri bu yönüyle heyecan verici sembolik araçlardır. İktidar ilişkileriyle kesişen toplumsal faaliyetlerde gıda belirgin bir role sahiptir. Gıdanın siyasal boyutunun analizi “gıda ve statü arayışı” temasının odağında yer alır. Antik toplumların gıdanın siyasal boyutu açısından incelenmesi, ‘modern’ bir siyasal araç olarak anlaşılmasını sağlayabilir.

Gıda, iktidar ve statü arasındaki ilişkinin ekonomi-politik’ten çıkarsanabilir oluşu, “Gastropolitik” kavramına götürür. Antropolog A. Appadurai’nin gıda etrafındaki toplumsal etkileşimlerin yorumlanması bağlamında önerdiği gastropolitik “gıda kaynakları üzerindeki çatışma ve rekabetin yarattığı gerilimin yönetilmesi” olarak tanımlanabilir. Bu anlamda gastropolitik, bireylerin gıda arayışı ile siyasal elitin statü arayışı arasındaki uyuşma ya da gerilimlerin nasıl yönetildiğiyle ilgilidir.

Antik Mezopotamya’dan aktardığımız örnekler, gıda ile ilişkili anlamların hem ideolojik hem de kişisel manipülasyona açık olduğunu ima etmektedir. Kendilerini “veren el” olarak tanıtmayı başaran ilk kralların, “alan el” olarak işaretledikleri halk ile aralarında ataerkil bir “anlaşma” tesis edebilmiş olmaları gıdanın gastropolitik karakteri sayesindedir. Kralların besledikleri insanların çokluğuyla övünmesi, anlaşmanın uygulamadaki başarısını teyit eder. Akad kralı Sargon (M.Ö.2350-2230) kendini şöyle tanıtır: “Tanrı Enlil’in rakipsiz kıldığı Kral Sargon’un huzurunda, her gün 5 bin 400 adam yemek yer.”

Büyük bir ziyafetin icrası, muazzam bir tarımsal stokun varlığını, geniş bir emekçi kitlenin kontrolünü, yaygın bir tedarik ağının kurulup yönetilmesini gerektirir. Emek üzerinde kontrol kurulması, toplumsal tabakalaşmanın tahkimi için kritik önemdedir. Yönetsel ve dinsel elitin büyümesinde başlıca sınırlayıcı faktör, emeği seferber etme kabiliyetidir. Kral, bu kabiliyetini geliştirdiği ölçüde kendine bağlı muhafızlar, şairler, bilgin ve rahipler besleyebilir. Gastropolitik, bu kabiliyetin farklı sosyoekonomik koşullardaki gelişim keyfiyetine gönderme yapar. Antik Ortadoğu toplumlarında emeği seferber etmenin ve temel gıda maddelerini “tek merkezde” toplamanın en etkili yolu, grup üyeliğine gönderme yapan birleştirici ideolojilerdir. Yönetsel ve dinsel elit, ekonomik farklılıkları önemsizleştiren “eşitlikçi” bir söylem üzerinden kitlelerle iletişim kurar.

Kaynakları tek merkezde toplamak basitçe “vergilendirme” anlamına gelmemektedir. İnsanların, ürettikleri değerin bir kısmından feragat ettiklerinde mutlu olmalarını sağlamak gibi zor bir işi rahiplerin başarmış olması önemlidir. Antik toplumlar açısından ürünün belirli bir kısmını tanrı için ayırmak dindarca bir davranıştı. Rahipler, bunun için özgün sayılabilecek bir ilke vaaz etmişlerdi: “Tanrıları beslemek”.

Her kent devletinin bir koruyucu tanrısı vardır ve kent halkı bu tanrının olası bütün ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür. Tanrılar da insanlar gibi yiyecek, içecek ve barınak gereksinir. Sarayın veya tapınağın ambarlarına yapılan teslimat bu tanrıların beslenmesi içindi. Kuşkusuz halk tapınağa girip tanrıyı yemek yerken izleme hakkına sahip değildir. Bayramlarda, dinsel törenlerde ve hasat sezonunda tanrının bir temsili tapınak dışına çıkarılarak halka gösterilirdi.

Kent tanrısının kentin efendisi olduğu yerde kral da onun hizmetkârıydı. Köylülerden yüksek görevlilere kadar herkes kralın kölesi sayılırken o sadece kendi inandığı tanrıya hesap verirdi. Egemen ideoloji, emekçi kitlelerin yönetici elit ve rahipler için “artık ürün” sağlamasını böylece güvenceye almıştı. Rahiplerin başarısı aslında basit bir gözleme dayanıyordu: Doğa koşullarının kolektif çalışmayı dayattığı Mezopotamya’da, insanlar dayanışma ve işbirliği temelinde örgütlenmiş olsalar da bazılarının bundan avantaj sağlama olasılığına karşı çok duyarlı değillerdi.

Sümer kralı Shulgi dönemine (M.Ö.2093-2046) ait bir kil tablet, vergi, adak ve resmi ödemeler karşılığı olarak 350 bin koyun ve keçi ile bunun onda birinden az sayıda sığırın kraliyet memurları ya da rahipler tarafından Drehem’den gönderildiğini bildirmektedir. Kurbanlık olarak değerlendirilen hayvanlar, rahiplerin, memurların ve işçilerin beslenmesinde kullanılıyordu. Keza, Lagaş’ta ondan fazla tapınak ekilebilir alanların işlenmesinden sorumluydu. Yıllık ortalama arpa hasadı 2 milyon kilenin üzerinde idi. Bunun yaklaşık yarısı üretim maliyetini karşılarken yüzde 25’i saraya gönderilir; yüzde 25 ise din adamlarına kalırdı.

Demirin henüz bilinmediği Bronz Çağı Mezopotamya toplumlarında, tarımsal üretim Neolitik formunu korumaktadır. Toprak kemik veya ağaçtan basit aletlerle işleniyor, kilden ya da ahşaptan mamul çakmaktaşı ağızlı oraklarla hasat yapılıyordu. Saray açısından yaşamsal önemdeki öğütme ve dokuma işleri kadınlar tarafından elle yapılmaktaydı. M.Ö. 3’üncü binyıl sonunda, sadece Ur kentinde 13 bin kadın dokuma işinde çalışıyordu.

Üretimin saray ve tapınak tarafından kontrol edildiği antik Mezopotamya’da, krallar emekçi kitlelerin hizmetini “tayınlama” yoluyla ödüllendirirlerdi. Kaynakların yeniden dağıtımının arkaik formunu temsil eden tayınlama, çalışması karşılığında bir kimseye sağlanan temel ihtiyaç maddelerinin standartlaşmış formunu temsil eder. Tayınlama, mesaisini sarayın hizmetine adayan bağımlıların toplam üretimden sağlanan tahsisatla beslenmesini mümkün kılar.

Sümer dilinde “arpa dağıtımı” anlamındaki še-ba sözcüğü, zamanla tayınlama için kullanılan genel bir terim oldu. Hayvan yemleri için de aynı sözcüğün kullanılması, tayının basitçe “ücret” olmadığını göstermektedir; tayın üretimden çok sadakatin karşılığıdır.

Erken Hanedanlık (M.Ö.2900-2350) ve Akad (M.Ö.2350-2200) dönemlerine tarihlenen saraylarda depolama amaçlı büyük odalar veya silolar bulunmaktadır. Hasat bu depolarda toplanır, dağıtım buralardan yapılırdı. Tayın dağıtımına dair kayıtlarda, bağımlılara ödenen arpa miktarı erkekler, kadınlar, çocuklar ve bebekler itibarıyla hesaplanmıştır. Kayıtlar, askerler, dokumacılar, çiftçiler, kuyumcular, marangozlar, fırıncılar, öğütücüler vs. için farklı tayın miktarları içermektedir.

Gıda tayını olarak Sümerli bağımlılara günlük 2.4 litre tahıl verilirdi. Giyim tayını olarak, işçilere yün verilirken din adamlarına ve zenginlere keten kumaş verildiği görülmektedir. Ur-III dönemine ait bir metinden anlaşıldığına göre, erkeklerin çalıştığı işliklerde görevli erkek ustabaşılar 60 quart tayın alırken erkek işçilerin çoğu yine 60 quart tayın almaktadır. Buna karşılık, kadınların çalıştığı işliklerdeki erkek ustabaşılar 40 quart alırken kadın işçiler yaş durumlarına göre 35, 25 ya da 20 quart almaktaydı.

Özetle, antik krallar için devleti yönetmek, temel ihtiyaçlarını karşılamada saraya bağımlı bir kitle yaratmak demekti. Ekonomik artık’ın tek merkezden dağıtıldığı durumlarda, ancak mevcut tayınlama mekanizmasına katılarak yaşamınızı sürdürebilirsiniz. Bu mekanizmaya katılmanın ön şartı krala sadakattir; mekanizmanın dışına itilenler için kaynaklara erişim artık imkansız değilse de zordur. Yeterince güçlülerse kralla mücadeleye girişecekler ya da başka yaşam alanları aramak zorunda kalacaklardır.

Tayınlama üzerinden sadakati sağlanan bağımlıların saray karşısındaki durumunu kil tabletlerden öğrenebiliyoruz. Örneğin Shuruppak kent devletinde, tayın alanlara “ekmek yiyenler” anlamında lú-lú-ninda denirdi. Bağımlıların, evcil hayvan sürüleriyle ilgili kayıtlara benzer biçimde (20 baş koyun, 30 baş işçi gibi) kaydedilmiş olması anlamlıdır; bir tür “sürüleştirme” söz konusudur.

Araştırmacılar, genellikle “bağımlılar” olarak adlandırılan bu kitlenin statüsü hakkında karar verememişlerdir. Bunlar köle olmadıkları gibi serf de değillerdi. Gönüllü teslimiyet ve itaatin yeterince analiz edilmemiş bir formu söz konusu olabilir mi? Bilemiyoruz... Kil tabletlerden kesinlikle öğrendiğimiz bir şey varsa o da üretken kapasitenin sınırlı olduğu toplumlarda, tapınaklardan vaaz edilen tanrısal bir hakka dayanmadan kitlenin rıza ve teslimiyetinin kolayca güvenceye alınamayacağıdır.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir