Görüşler

Borç-alacak dinamiği ya da Türkiye nasıl kurtulur?

Borç-alacak dinamiği ya da Türkiye nasıl kurtulur?

Albaraka Türk eski Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Ali Verçin “Madem seçime 4 yıl var, o zaman bu dönemin ilk iki yılını istikrar tedbirleri için, son iki yılını da büyümede sıçrama yapmak için yapılandırmalıyız” diyor.

MEHMET ALİ VERÇİN

2018 yılı işsizlik rakamlarına göre, tam  4 milyon 106 bin kişi resmen işsiz. Üstelik son 10 yılın ortalamalarına göre her yıl 975 bin kişi iş hayatına atılıyorken, bu yıl sadece 305 bin kişi katılmış. Dahası 2019’da da en az 975 bin kişinin iş hayatına katılması bekleniyor. Maalesef bu yeni gelecekler için, istihdam piyasası müsait değil. Hatta bu yılın ilk yarısında, Türkiye ekonomisi küçülecek ve daha sonraki çeyrekler için de ümitli bir beklenti yok; doğal beklenti, işe yeni eleman almak değil, daralan miktara paralel sayıda işten çıkarmalar olabilir. İşsizliğin toplumsal ve siyasi sonuçları olabileceğinin farkında olan hükümetimiz,  2019 yılı için 2.500 milyon kişilik istihdam hedefiyle işadamlarını motive etmeye çalışıyor.

Üzerlerine yağmur gibi sorunlar ve talepler yağan bakanların ve genel olarak yöneticilerin; eğer, ihtimamlı bir yetki devri ve yetkilendirme mekanizmaları yoksa; kurumlarının ya da toplumun geleceğini doğru planlayabileceklerine hiç ikna olamıyorum. Bu yüzden ister istemez kendimi görevlendiriyor ve ‘Ben olsam ne yapardım?’ sorusuna cevap arıyorum.  Seçim karmaşası içinde ‘gelecek dönemleri planlama’ çabası tavsamış olabilir; bir gün masa kurulursa bu önerilerin varlığı katılımcılara yardımcı olabilir. Bir sorun alanını, sahip olduğu toplam tahrip potansiyeli ile birlikte kabullenmek, dikkate almak ve ondan sonra ‘kök sorun’u bulmaya çalışmak; eğer doğru tedbirler alınmaz da ekonomik büyüme bu yıl yüzde -2 ila yüzde +1 arasında gerçekleşirse işsiz sayısı 5 milyonu bile geçebilir. Yaşanan sorunlarla yüzleşme cesareti ve kavrama çabası her işin başı. Eğer topluma acı ilaç içmek dâhil, bütün sorunlar tam olarak anlatılamaz ve destek temin edilemezse, bizi çok zor günler bekliyor: Benim yapacağım öneriler tam olarak uygulansa bile, en az iki yıl dişimizi sıkmamız gerekir ve 2021’den itibaren, muhtemelen, yüzde 4 civarında bir büyümeyle ivmelenebiliriz. Eğer, son bir yıldır yapıldığı gibi pansuman niteliğinde ve yüzeysel önlemlerle yetinilirse, 2017 benzeri bir yıla ne zaman ulaşacağımızı Allah bilir; üstelik 2017 yılı, makul ve tekrarlanması gereken iyi bir örnek değil.
Ekonomimizin geçmiş yıllardaki performansından, konuyla ilgili olarak elde edilebilen en değerli çıkarım: Ekonomik büyümenin yüksek olduğu yıllarda en belirgin veri, yüksek reel kredilerdir; yani kur ve enflasyon etkisinden arındırılmış kredi artış oranları.

TEMEL DİNAMİK NEDİR?

Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği’nin (TSPB) verilerine göre, ekonomimizde finansal tasarrufların yüzde 70’i mevduatlarda, yüzde 25’i, bono, tahvil, sukuk ve Eurobond gibi menkul kıymetlerde ve yüzde 5’i de pay piyasalarında değerlendiriliyor. Yani ekonomimizin tasarruf eden unsurları, birikimlerini, mevduat ve menkul kıymet yöntemiyle, borç vererek değerlendiriyor. Bankalarımız da edindikleri ve topladıkları kaynakların çoğunu, ya kredi veriyor ya da Hazine’nin çıkardığı menkul kıymetleri satın alıyorlar. Yani borç para alıp üzerine karlarını ekleyip ya borç veriyorlar ya da borç veriyorlar; düzen böyle. Ancak düzen arıza yaptı, bankaların gücü azaldı; çünkü Borç-Alacak Dinamiği bozuldu:  1- Kurlar arttı 2- Faizler arttı 3- CDS’ler arttı 4- Sigorta primleri arttı.

Yani, toplamda, yurtiçi ve yurtdışındaki alacaklıların endişeleri ve fiyatları arttı. Banka ve şirketlerimizin fon kaynakları kısıldı; borçlular da, yani bazı şirketlerimiz de, işler kötüleştiği için borçlarını ödeyemez hale geldiler. İçerde ve dışarıda, risk iştahı azaldığı için finansal imkânlar kıtlaştı ya da pahalılaştı. Yani kimse ilave kredi vermek istemiyor, ya da vadesi gelmiş alacağının, tamamının, vadesini uzatmak istemiyor; borç vermek konusunda gözünü karartanlar ise çok yüksek risk primi, yani yüksek faiz ve sigorta primi, istiyorlar.

Türkiye’de ekonomik büyüme, kredi artışı esasları üzerine bina edildiği için; tüketim ve yatırım harcamaları, ancak bankalardan kredi alınabilirse yapılabiliyor. Esas soru: Türkiye’de bankalar, mevcut finansal yapılarıyla, sorunlarımızı çözecek miktarda, yani reel miktarda kredi verebilir mi? Bu halleriyle, yani mevcut sorunları çözülmeden, cevap hayır.

BANKALARIMIZ VE MÜŞTERİLERİ

Bankalarımız 2002 yılından beri tam 17 yıldır devamlı büyüyorlar. Aktif büyüklükleri 120 milyar dolardan 860 milyar dolara kadar yükseldi. Bu süre zarfında hem bankalarımız hem de firmalarımız beraber büyüdü; bu dönemde bazı banka ve reel sektör şirket yöneticilerinin, büyüyen şirketlerini başarıyla yönetememiş olabilirler. Hem bankaların hem de şirketlerin bir kısmı bu baskılar ve beceri yoksunluğu şartlarında yıpranmış ve yorulmuş olabilir. Kapitalist sistemlerde 17 yıl aralıksız ve krizsiz bir iş hayatı çok da mümkün değil; eğer iki kriz arasındaki süre uzuyorsa; orada, ya sorunlar hasıraltı edilmiş ya da bir mucize gerçekleşmiş olabilir. Aradığımız ‘Kök Sorun’ olgusunun, üç parametresi var: Bankalarımız, bankalarımızın müşterileriyle olan ilişkileri ve banka müşterilerinin finansal yapısı...

İçinde bulunduğumuz ve kısa sürede değişmeyecek ve değiştiremeyeceğimiz olgu, reel kredi artışı olamayacak; tam tersine azalışı var ve bu azalış devam edecek. Kök sebebin, üç parametresi var: Bankalarımız, bankalarımızın müşterileriyle olan ilişkileri ve banka müşterilerinin durumu...

Tekraren, ekonomimizin temel işleyişi borç-alacak dinamiği üzerine inşa edilmiştir. Bankalarımızın da... Bankalarımız kredi olarak verdikleri kaynaklarını sermayeleriyle, mevduat/katılım fonuyla, sendikasyon ve menkul kıymet ihracıyla edinirler. Bir bakıma borç verecekleri fonları önce borçlanırlar. Şu anda patronlar bankalarına ilave sermaye koyamıyor, mevduatlar artmıyor ve üçüncüsü de toptan pazarlarda sendikasyon ve menkul kıymet ihracı yöntemiyle ilave borç alınamıyor veya pahalı ve şartları müsait olmadığı için alınmıyor. Kredi verilen şirketlerin borç geri ödeme kapasiteleri ve finansal yapılarında belirli nitelikte sorunlar var. Mesela bu yılsonuna kadar kanuni takibe intikal edecek olan banka alacakları, yapılan açıklamalara göre, iki misline çıkarak, yüzde 7’ye ulaşacak. Henüz kanuni takibe düşmemiş ya da henüz bankalara sorun yaşatmamış bazı firmaların, yeniden yapılandırma, ilave kredi isteme, teminat azaltma gibi talepler yoluyla verdikleri sinyallerde; bankalara sorun yaşatacaklarını hissettiriyorlar. Bu tip ticari kredi alacakları oranının da yüzde 30 civarında olabileceği tahmin ediliyor. Bazı firmalarımızdan aldıkları kredi döviz, satış gelirleri TL olabilir veya o kadar çok borçları var ki kazandıkları paralar borçlarının faizine/kar payına yetmeyebilir. Ya da şirketin sektörü, artık, borçlarını geri ödeyebilecek kadar fon üretemiyor, para kazanamıyor olabilir.

İLK KÖK ÇÖZÜM

1- Bankalar yaşama ihtimali olan her şirketin, borçlarını sağlanabilecek en uzun vadeyle yeniden yapılandırmalı; gerekiyorsa bazı firmaların faiz/kar payının bir kısmından vazgeçebilmeli ve hatta saç tıraşı (alacağın bir kısmını silmek) bile yapabilmeli. Mevzuatta buna göre değişiklikler yapılmalı.
2- Bankalar, yaşama ihtimali olmayan şirketleri beklemeksizin kanuni takibe atmalı.
3- 100 bin TL’ye kadar olan alacaklarından iskonto yapmaya veya tamamından vazgeçmeye bankalar yetkili olabilmeli. Yine mevzuat hazretleri.
4- Bankaların kanuni takibe attıkları alacakları, yapılacak bir ekspertizle TMSF’ye satılmalıdır.
5- Bankaların doğabilecek her türlü sermaye ihtiyacı için, Türkiye Varlık Fonu görevlendirilerek, bu bankalara ya sermaye benzeri Türk Lirası kredi vermeli veya sermaye koyarak ortak olmalıdır. İşler düzeldiğinde bankaların bu hisseleri geri satın alma hakkı olmalıdır. 
Tecrübelerime göre, sorunlu bir banka kredisi, bankacıları, sorunsuz banka kredilerinden en az 15 kat daha fazla meşgul eder. Sorunlu kredileri çok olan banka, yeni kredi vermekte iştahsız olur. Kredi vermeye hazır hale getirilmiş bankaların faiz/kar payı oranları ne olmalıdır? Kredinin fiyatını bütün süreçlerin, bütün tedbirlerin ve bütün gelişmelerin oluşturduğu toplam algı belirler. Kök sorunlar çözülmeden, sorunun çıktısı olan veri, yani paranın kirası, yani faiz ikinci derecede önemlidir.

YÜKSEK DIŞ TİCARET AÇIĞI

Tam bu noktada bir hayati düzeltme yapalım: Tanımladığımız kök sorun ve kök çözüm, orta vadede, büyüme sağlanması amacına yönelikti. Hakikatte, Türkiye ekonomisinin tartışmasız kök sorunu ‘dış ticaret açığıdır.’

Borç-alacak dinamiği üzerine bina edilmiş ekonomimiz, çok kolay dış borç bulabildiği yıllar boyunca, üretim yerine ithalatla bolluk yaratabiliyordu. Bazen GSYH’nın yüzde 10’una ulaşan, dış ticaret açığı, dış borç alınarak kapatılmaktaydı. Bu borçlar, 2017 sonunda o kadar çok yükseldi ki alacaklılar “acaba alacaklarımız tehlikede mi?” sorusunu kendilerine sordular ve ilave borç vermekten kaçındıkları gibi, mevcut alacaklarını da tahsil etme yolları aradılar veya öyle yapacakları anlaşıldı ve maliyet enflasyonu patladı. Yükselen enflasyonu dizginlemek ve dövize geçmiş olan TL varlıkların, tekrar TL’ye geri dönmesini sağlamak için, TCMB de haftalık repo faizlerini yüzde 24’e yükseltti. Yani TL veya döviz kredilerinin faizlerinin yüksek olması, satıcı ve kreditörlerimizin bizi aşırı riskli olarak değerlendirmesinin sebebi:  Yüksek dış ticaret açığının tetiklediği süreçtir.
ÇARK:  Dış ticaret açığı, cari açığa sebep olur. Cari açığı finanse etmek için dışarıdan borç alınır. Gün gelip, borç aldığımız bu alacaklılar tedirgin olunca, ellerindeki TL ile döviz almaya ve paralarını yurt dışına çıkarmaya çalışır; bu da, kurları yükseltir. Yüksek kurlar, maliyet enflasyonuna sebebiyet verir. Enflasyonu indirmek ve dövizi olanları tekrar TL’ye geri döndürmek için TCMB faizleri artırır. Artan faizler toplam talebi düşürür ve dövizlerin bir kısmı normal şartlarda TL’ye dönerek, Türk Lirası varlıklara yatırılır. Kurlar düşer ve ekonomi tekrar büyüme yoluna girebilir. Anlattığımız çarkın son dişlisi olan dövizlerden TL’ye geçerek, TL varlıklara yatırım yapma süreci henüz gerçekleşmedi. Hatta tam tersine yılbaşından bugüne kadar devlet bono ve tahvillerine yeni yabancı yatırımı gelmediği gibi mevcut yatırımlar bir milyar dolar azaldı. Çünkü bu alanda, gerekli olan kredibilite; bankalarımızın durumu ve siyasi sebeplerle, henüz sağlanamadı.

ÇÖZÜM YOLLARI

Bazen ekonominin dinamikleri kendiliğinden harekete geçer. Mesela bu saldırılar başlar başlamaz, ithalat azaldı ve ihracat arttı. Geçmişte, bunu sağlamak için her şeyi yapmayı göze almış ve başaramamıştık. Artık yarardan çok artık zarar veren bir hale gelmiş olan gümrük birliği dolaysıyla yerli endüstrilerimizi koruyamıyoruz. Başka yollar bulmalı; mesela otomotiv ana sanayiye destek sağlamak için, yurt içi tedarikçilere, katma değerine göre, yüzde 3 ila yüzde 10 arasında iade desteği sağlamalıyız. Böylece yurt içinde üretilen otomobiller daha ucuza üretilir; sonuçta, hem ithal ikamesi olur hem de ihracat artar. Benzer pek çok teşvik tedbirinin ayrıntısının kamuda mevcut olduğuna inanıyorum. Böylece cari açık yerine cari fazla vermek, hayalimiz de, gerçekleşti. Başarmak isteyip de başaramadığımız bir hedefimiz olan dış ticaret açığının azaltılması, bir kriz çıktısı olarak gerçekleşti. Bunu korumalı ve Draghi’nin dediği gibi söylersek “Ne pahasına olursa olsun cari fazla vermeliyiz”
Başta bu konu olmak üzere doğru işler yaptığımız konusunda yabancı sermaye ikna olursa; o zaman, onlar gelip bize fon vermeyi teklif edecekler. Bu başarılırsa, önce kurlar ve enflasyon, ardından da faizler istikrara kavuşabilir. Geriye kalan tüm tedbirler, yerindelik, doğru zamanlama esaslarıyla ve imkânlar nispetinde bir dozaj meselesidir. Bunlar herkesçe bilindiği için tekrarlamayacağım. Madem seçime 4 yıl var: O zaman bu dönemin ilk iki yılını istikrar tedbirleri için, son iki yılını da büyümede sıçrama yapmak için yapılandırmalıyız.

2018 yılında bozulan Borç-Alacak Dinamiği nasıl tamir edilir.

Eğer “böyle giderse” yani Borç-Alacak Dinamiği istikrarlı bir hale dönüşmezse, ekonomide bozulma ve zayıflama süreci kötüleşerek devam edecek. Artık ben dâhil pek çok kişi ne yapmalı sorusuna verilen, yapısal reformlar yapılmalı, eğitim sistemimiz yenilenmeli, hukuk sistemimizin standartları yükseltilmeli; ilaveten, katma değerli ürünler üretilmeli klişelerinden bıktık. Yapılması ve korunması gereken: Bankalarımızın yapılandırılması ve cari açığımızın kapanmasıdır. Önce antibiyotik vererek hastayı bir ayağa kaldıralım, daha sonra kaliteli bir hayat için gerekenlere geçeriz.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir