Görüşler

Cari açığı mı yoksa bütçe açığını mı?

Cari açığı mı yoksa bütçe açığını mı?

Son Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ‘faizle yeterli derecede mücadele etmediği’ gerekçesiyle görevden alınan Merkez Bankası’nın yeni yönetimi bugün ilk sınavına çıkıyor. Banka yönetiminin alacağı karar yeni dönemin de ipuçlarını verecek. Ekonomist M. Ali Verçin, MB’nin kritik sınavına mercek tutuyor.

MEHMET ALİ VERÇİN YAZDI

Ya da alacağı karar ithalatçılara mı yarayacak yoksa ihracatçılara mı? Daha yararlı olan mı tercih edilecek yoksa daha zararlı olan mı engellenecek. Bir faiz kararı aynı anda hem cari açığı daraltıp hem de bütçe gelirlerini artırabilir mi?  Bu yazıda Mecelle’nin Def’i mefâsid celb-i menâfi’den evlâdır. (Kötülükleri engellemek, yararı gözetmekten önceliklidir.) ilkesi mucibince bir cevap arayacağız. Fakat öncelikle yarar nedir, zarar nasıl oluşur gibi sorulara cevap oluşturabilecek bazı verileri incelemeliyiz. Verilere dayalı bu yazının sonunda cevabın kendiliğinden oluşacağını umuyoruz. 

“Türkiye’nin bütçe açığı düşük ve bankaları sağlam olduğu için cari açık problem değil” ya da “. Şimdi öğrendik ki; devamlı ve sürekli olan cari açıklar er ya da geç, yönetilemez dış borç stokları oluşturacağından krizlere sebebiyet verir. 

Cari açıkların yarattığı krizler yetmezmiş gibi; “cari açık verememe”nin başta bütçe olmak üzere mali alanda yarattığı krizler de çok hırpalayıcıdır. 

Cari açık verilemediği için, bugün, mali alanda, bilhassa bütçe gelirlerinde oluşan azalmalar gelecek günler için alarm veriyor. Üstelik bozulmaya başlayan süreç, yapısal olduğu için, bu bozulmanın bir iki yıl içinde düzelmesi de mümkün görünmüyor. 

CARİ FAZLA BÜTÇE SORUNLARI YARATIR 

2019 yılı için 880 Milyar TL gelir ve 960 Milyar TL gider öngörülmüş. Giderlerin bu bütçeden daha fazla ve gelirlerin daha az olacağı ve bütçe açığının %5,5 olabileceği tahmin ediliyordu. Ancak, TCMB’de “gömü” niteliğinde 95 Milyar TL kaynak bulundu ve bu kaynak Hazineye aktarılacağı için gelir hesapları tutacak. Bu kaynak 2017’de 17 Milyar TL ve 2016’da 8 Milyar TL civarında gerçekleşmişti. 

Bütçede kötü bir gidişat var. Yani TCMB’nin bir defalık yüksek gelirine rağmen bütçe açığı 140 Milyar TL’yi bile aşabilir. Bu açık borçla kapatılacak. Yani bir defalık gelire rağmen bütçe açığı son 10 yılın en yüksek açığı olan %4’e yaklaşabilir. Umulan 80 Milyar TL açık, yani %2. 

TCMB’nin iktisadi faaliyetler sonucu elde ettiği karları, yedek akçe ayırmaksızın, Hazine’ye devretmesi gerektiğini, aksi takdirde, bu, kazanılan paranın “toprağa gömerek saklamak” demek olan “İDDİHAR” olacağını savunanlardanım. 

Bu %4 bütçe açığına ilaveten, eğer ekonomimiz %2 küçülürse, kamu borcunun GSYH’ya oranı, basitçe, altı puan artacak. Yani %30,4’ten 36,4’e yükselecek ve bu sürpriz değil. 

Bu yıl bütçede oluşan olumsuzluk, 2009 yılı benzeri “istisnai” bir yıl görüntüsü çizmiyor. Yani kötü gidişat “yıllara sari” bir özellik gösteriyor. Gelirlerde reel azalışlar ve giderlerde de artışlar “yapısal ve kaçınılmaz” bir nitelik kazanmış. 

BÜTÇEDE SIKINTILI YILLAR BAŞLIYOR 

Esas sıkıntılı dönemin 2020 yılı ve sonrasında gerçekleşeceğini öngörüyorum. Gidişatın ivmesi böyle devam ederse; bütçe açıkları 2019’da 150 Milyar TL, 2020’de 256 Milyar TL ve 2021’de 296 Milyar TL’ye ulaşacaktır. 

Özetle bütçe açığının GSYH’ya oranı 2019’da %3,8, 2020’de 5,4 ve 2021’de %5,5’e kadar yükselebilecek. Ak Partinin daha önceki 16 yıllık iktidarları boyunca, 2009 yılı hariç, bu bütçe açığı oranı her zaman %3’ün altında kalmıştı. Bu kadar büyük bir bütçe açığı finanse edilirken, yani borçlanılırken, pek çok denge bozulacaktır. 

Gidişatın sürdürülemez olduğu anlaşılınca, bedeli ne olursa olsun tedbirler alınacağını düşündüğümden bu olumsuz gidişat tahminini ilerletmiyorum. 

İlave bir olumsuzluk da, bütçe açığının tetikleyeceği parasallaşma, kesin olarak, enflasyonu artıracaktır. Parasallaşmayla ciddi bir şekilde mücadele edilmezse; enflasyon, %20 civarında bir oranı kendine taban yapabilir. Buna bağlı olarak TL faizlerde %25 civarında dengelenebilir. 

GEÇMİŞ YILLARDA BAŞARILAN DÜŞÜK BÜTÇE AÇIKLARININ TEMELLERİ 

Şimdi de “cari açık verme”nin sağladığı “yarar ve başarı”ları irdeleyelim. Bir örnek: 2017 yılında dış ticaret açığımız 77 Milyar Dolardı. Bütçe açığımız da %2. Son bir yılda dış ticaret açığımız 30 Milyar Dolara düştü. Muhtemelen bu yıl da böyle kapanır. 

Bu iki yıl arasında tam 47 Milyar $ ithalat farkı var. Eğer son bir yılda 2017 gibi ilave 47 Milyar $ ithalat yapılsaydı, ithal edilecek bu ürünler için gümrükte KDV, ÖTV, FON ve GV tahsil edilecekti. 

Kaynağında kesilen bu vergilerin paçal ortalamasının %25 olabileceğini ve yurtiçi iktisadi faaliyetin de ilave %10 doğrudan ve dolaylı vergi geliri oluşturabileceği varsayıldığında; toplam vergilerin 16 Milyar Doları aşacağı görülür. Bu da ilave 90-100 Milyar TL vergi geliri demektir. 

Yani %5 cari açık, bütçeye ilave 100 Milyar TL gelir oluşturur. 

Geçmişte yaşananların gelecek zamanlara sarkan dolaylı etkileri iyi anlaşılmalı ki, hem bugün hakkıyla anlaşılabilsin hem de gelecek doğru tasarlanabilsin. Tüm dünyanın bütçe açığı derdiyle boğuştuğu bir dönemde, bütçe açığı vermeyen bir Türkiye’ye, herkes, gıptayla bakmaya başlamıştı. 

Ak Partili yıllarda yaşanan “düşük bütçe açığı” ve bu yıl yaşanacak olan “düşük cari açık” acaba, bir “iyi yönetim” başarısı mıdır? Bunun, ekonomi yönetimlerinin başarısından kaynaklandığını söylemek ne kadar doğru olur? 

Bütçe açıklarının düşük olması ve cari açığın kapanması, neredeyse, ekonomi yönetimlerinin iradesi dışında gerçekleşmiş zorunlu olgular gibi gözüküyor. Geçmişi yeniden okumak her bakımdan ve her zaman yararlıdır. 

Güzel günler sona erdi: Ekonomi cari açık vermek esaslı yapılandığı ve artık cari açık vermek mümkün olamadığı için başta bütçe olmak üzere, mali alanda sorunlar başladı ve bu uzun sürecek. 

HANGİSİ DAHA KÖTÜ 

Bütçe açığı %5 ve toplam dış borcun GSYH’ya oranı %60’larda olan, akranları arasında en kötü verilere sahip bir ülkede; hem yerli hem de yabancı yatırımcıların, yatırım harcamalarını artırmalarını beklemek gerçekçi değildir. Ardışık bir çıkarım olarak, yatırım ve istihdam artışları da olmayacak ve bu bir kehanet değil. 

Baştaki soruyu bir daha soralım: Cari açık vererek, yani borçlanarak, yani ithalatı artırarak bütçe gelirlerimizi artırıp, düşük bütçe açığı vermek mi; yoksa ilk dönemlerde, bütçe açığına aldırmadan sıfır cari açık vermek mi daha iyi? 

Bugünkü şartlarda, akranlarımız olan ülkeler arasında en kırılgan ülke olarak, daha fazla dış borç alma imkânımız, açıkçası, yoktur. Önerilen yüksek faizler dolaysıyla, birileri, gözünü karartıp Türkiye’ye borç verebilir; ancak alınan her ilave dış borç, diğer alacaklıların endişelerini artıracağı için kırılganlığı da artıracaktır. Buna rağmen hala hükümet dâhil pek çok kişi bir “kurtarıcı” bekler gibi dış fon beklemektedir. 

Oluşan çarpık ekonomik yapının müsebbibi, düşük kur-yüksek faiz dolaysıyla oluşan yüksek dış ticaret açıklarıdır. Son 15 yılda Bir Trilyon Dolar dış ticaret açığı vermişiz. Bunun 300 Milyar dolarlık kısmını Turizm gelirleriyle, 200 Milyar dolarlık kısmını doğrudan yatırımlarla ve 50 Milyar dolarını da diğer gelirlerimizle kapatmışız. Geriye 450 Milyar dolar dış borcumuz kalmış. 

Görüldüğü gibi nihai bütün olumsuzlukların kaynağı dış ticaret açığıdır; hatta bütçe açığının bile. Yukarıda anlatmaya çalıştığım bu kısır döngüyü dönüştürmenin zamanı gelmiş ve geçiyor. Çünkü bu çevrim sürdürülebilir değil. 

ARA ÖZET 

Son 15 yıldaki Bir Trilyon Dolar dış ticaret açığının, ekonomik göstergeler üzerinde etkili olduğu çok belirgin. Bu açık sayesinde her yıl bütçe gelirleri %10-15 arasında artmıştır. Böylece kamunun iç borç oranı düşmüş ve ülke rasyoları olumluya dönmüştür. 

Şimdiye kadar faizle ilgili olsun ya da olmasın alınmış kararlarının, makro ihtiyati tedbirler dahil,  tek gerekçesi bu “para akışının” sürdürülmesiydi. Çünkü ülkede yaşanan bolluğun kaynağı bu paralardı. Ancak 2018 yılında yurtdışına olan borçların GSYH’ya oranı %55’i geçince, alacaklılar, telaşa kapıldı ve ilave para vermediler. Hatta paralarını yurt dışına çıkarmak için her fırsatı kullanmaktadırlar 

Türkiye’nin dışarıdan rahat borçlanamadığı ve borçlanamayacağı yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. Buna rağmen hem hükümet hem de finans kesimi eski günlere dönme ihtimalini sonuna kadar zorlamak istiyorlar. 

HÜKÜMET VE TCMB NE YAPMALI? 

Sayın Cumhurbaşkanımızın, faizlerin düşük oranlı olmasını hatta sıfır olmasını istediğini biliyoruz. TCMB’nin neredeyse varlık sebebi, faizleri indirmektir. Piyasalar da faizlerin inmesini veya inebilme potansiyelini çok istiyorlar. Yani Türkiye ekonomisinde menfaati olan kişilerin %99’u faizlerin inmesini istiyor. 

Faiz indirimi konusunda yaşanan çatışmanın sebebi, hangi miktarda, hangi verilere bakarak, hangi sonuçları ve kesimleri gözeterek, hangi hızda yani “hangi metodoloji” ile olacağı hakkındadır. Yurtiçi ve yurt dışındaki piyasa aktörleri, faizi indirme metodolojisinin belli olduğunu ve Sayın Cumhurbaşkanımızın önerisinin faiz indirimlerini kalıcı kılmayacağını iddia ediyorlar. TCMB’nin pozisyonu da bu söyleme çok yakın olduğu için arada ezildiğini hepimiz görüyoruz. Hangisinin daha doğru olduğunu tartışmayacağım. 

Bu kesimlerin tamamının tek isteği yukarıda çizdiğim refah dolu dönemleri tekrar ihya etmektir. 

YENİ DÖNEM İÇİN BAZI ÖNERİLER 

Sorunları teşhis ederken sahip olunan bakış açısı çözüm metodolojisini de oluşturur. “Borç alarak harcama yapma” döneminin sonuna gelindiği kesindir; bu bilinçle, cari fazla vermek temel hedef olmalıdır. Ekonomi yönetimi “ihracat ve ithal ikamesi odaklı” bir sanayileşme politikası takip etmelidir. İlave dış borca ihtiyaç duymaksızın; kalitesiz, yani pahalı ve kısa vadeli borçlar kapatılmalı veya kalitelileriyle, yani ucuz ve uzun vadeli olanlarla değiştirilmelidir. Sağlanan her kaynak, ihracata dayalı ve/veya ithal ikamesi sağlayan yatırımların finansmanına tahsis edilmelidir. 

Oluşacağı kesin olan bütçe açıkları ilave vergi ve kamu tasarruflarıyla, yıllara yayılarak kapatılmalı. Devasa dış borçları yüklenerek ve fedakârlık yaparak sağladığımız %30,4’lük kamu borcunun oransal düşüklüğü bizim için bir avantajdır. Bu oranın %40’a kadar çıkmasının bir sakıncası yok; yeter ki, dış ticaret açığımızı azaltalım ve az da olsa cari fazla verelim. 

Bankalarda ve TCMB’de bulunan 130 Milyar $ döviz rezerviyle mevcut borçlar döndürülebilir ve yeni ekonomik yapı inşa edilebilir. 

Bu çerçevede, cari fazla vermenin en destekleyici unsuru olan yüksek döviz kurunun düşmemesi şarttır. Çünkü yüksek kurlar ithalatı azaltıp ihracatı artırır. 

Öyle görünüyor ki, Sayın Cumhurbaşkanı TCMB’den 200 puan ve üzeri bir faiz indirimi istiyor. Bu dönem için bu çok iyi bir talep; bu karar kur düşüşünü durduracak ve ithalatı azaltıp, ihracatı artıracağı için, önerim paralelinde sonuç verecek. Halbuki faiz indiriminde amaç, yatırımcıların ve hükümetin yüksek harcama gücüne kavuşmasıdır. Yanlış yöntem bu defa yararlı sonuçlar verecek. 

Bu anlatıda dış ticaret açıklarına mefâsid; kısa vadeli toplumsal refaha da menâfi dersek: Def’i (mefasid-i dış ticaret açığı) celb-i (menafi-i kısa vadeli toplumsal refahtan) evlâdır, diyebiliriz. 

Saygılar. 

 

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir