Görüşler

Felsefe ve sosyoloji zorunlu ders olsun mu?

Felsefe ve sosyoloji zorunlu ders olsun mu?

Özgür Eğitim-Sen Genel Sekreteri Ali Aydın eğitim sistemi üzerinden değerlendirmede bulunuyor.

ALİ AYDIN

Eğitimin insan ve toplum hayatında her şeyi mümkün kılmaya muktedir olduğu düşüncesi/inancı erken modern dönemim bir kabulüydü. Helvetius, “Eğitim  her şeyi yapabilir ve bizi biz yapan  eğitimdir” derken dönemin ateşli bir inancını dile getiriyordu. Aydınlanma Batı’da kiliseye ve onun dogmatik baskısına bir başkaldırı olarak doğdu. Ne var ki kendisi de karşıtına dönüşerek bir kilise haline gelmekten kurtulamadı. Ivan Illich’in okul hakkında ısrarla bunun altına çizmiş olması boşuna değildi. O, ömrünü okulun nasıl bir kiliseye dönüştüğünü anlatmakla geçirdi.  

Helvetius’un ifadesinde dile gelen ve okula ilişkin Aydınlanma’dan tevarüs edilen mit bugün her birimizin zihninde kök salmış vaziyette. İdeolojik farklılıklar, derin görüş ayrılıkları dahi bu mit söz konusu olduğunda buharlaşıyor. Çünkü bu bir inanç olarak benimsendiğinde ve okul/eğitim bu inancın üzerinde yükseldiğinde çetrefil pek çok sorunun çözümüne ulaşılmış olunduğu düşünülüyor. Dolayısıyla okul/eğitim hakkında inanç sarsıcı her eleştiri ve çekince görmezden gelinebiliyor. Görmezden gelme konusunda kolektif bir yeteneğe ulaşıldığı da söylenebilir. Fakat okulu mevcut düzeneği ile alıkoyan iddia ve vaatlerinin bizzat hayatın kendisi tarafından boşa çıkarıldığı eğitim sistemini sofuca korumaya yarayan bu yeteneğin gerçek karşısında ne kıymeti var? 

Bir yalana sanki gerçekmişçesine inanabilmenin en garanti yolu, o yalana daha çok kişi ile birlikte inanmaktır. Doğru bildiğimiz yanlışların gerçek sandığımız yalanların uzun ömürlülüğünün sırrı bu olsa gerek.  

Eğitimi okul ile eşleştiren ve onun bir bağlam olarak mahiyetini göz ardı ederek her türlü anlam için sıkleti ne olursa olsun okulu ebedi bir taşıyıcı olarak görmek kalabalık halinde inandığımız bir yalana dönüşmüş vaziyette. 

Mesela toplumda dini değerlerden bir uzaklaşma mı var? Bunu bir problem olarak mı görüyorsunuz? Çözümü basit: İlave din dersleri koyalım müfredata, ders saatlerini arttıralım. Ya da birkaç tane daha İmam Hatip Lisesi açalım. 

Bilimsel bir inkişafın hasretini mi çekiyorsunuz? Dert etmenize gerek yok! Çözümü basit: Ders programında Fen Bilimleri ile Matematik derslerinin saatlerini arttıralım bu hasret sona erer. 

Dindar nesil isteyen de gelsin, Atatürkçü nesil isteyen de gelsin! 

Bilimsel, çağdaş, ilerici gençlik isteyen de gelsin; erdemli, ahlaklı gençlik isteyen de gelsin! 

20 milyon öğrencimiz ile küresel, ulusal, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel hiçbir eften püften (!) ayrıntının engel olmasına, zorluk çıkartmasına izin vermeden okul adlı sihir evine aldığımız her çocuğu sihirli ellerin dokunuşu ve paket programlarımızla istenilen kıvamda ve zorunlu eğitim sürecinin sonunda topluma teslim ederiz!  

Okurken belki karikatürüze ettiğimi düşündüğünüz yukarıdaki satırlarda hem ülkemizde hem dünyada politikacısından akademisyenine, dindarından sekülerine kolektif olarak sahip çıkılan bir inanç var.  

Bu inancın hangi düzeyde kabul gördüğünü göstermesi bakımından iki örneği sizlerle paylaşmak istiyorum. 

İlki Türkiye Felsefe Kurumu Başkanı Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin 2007 yılında Milliyet’te yayımlanan bir söyleşide söyledikleri: “Dört yıl boyunca her biri üçer saatlik dört felsefe dersi koyalım okullara; biri bağlantı kurma alıştırmaları, biri değer sorunları, biri etik sorunları, biri de insan haklarıyla ilgili. İddia ediyorum, 15-20 yıl sonra Türkiye farklı olur. Eğitim programlarında bu dört dersi bizim düşündüğümüz gibi programlayalım, öğretmenleri hazırlayalım. Ve bu dersler ciddi ciddi yapılsın, ilköğretimden başlayarak…” 

Eğitim sistemimizin problemi felsefe eksikliği deniliyor. Farklı mecralarda bu tespitle sık karşılaşıyoruz. Türkiye’de felsefeye mayınlı bir arazi, tekinsiz bir yer daha ileri giderek bir şer odağı muamelesi yapanlar var.  Öte yandan felsefeyi sihirli bir anahtar, elitist, ‘sınıfsal’ bir imtiyaz olarak görenler de var. Hâl ve gidişatımıza bakıldığında bir  ‘felsefe’ eksikliğimizin olduğu aşikâr. Ancak bu eksikliğin paket programlar üzerinden aktarılacak bir ‘felsefi bilgi’ olduğunu söylemek ve düşünmek aşırı yüzeysel ve çok da tartışmalı. Felsefi bakış, felsefi tavır, felsefi yaklaşım, felsefi düşünüş ayrı bir şey aktarılan müfredatın içeriğinde felsefe dersinin ne kadar olduğu veya olmadığı bambaşka bir şey. Bu noktada, Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer’in şu tespitlerini hatırlamakta fayda var: “Türkiye’de felsefi bakış, tavır, yaklaşım, düşünüş eksikliği ders, okul, müfredat üzerinden giderilir zannediliyor. Oysa biraz dikkat edilirse felsefenin belki de en çok kendi bölümünde, kendi kürsüsünde katledildiği söylenecektir. Felsefenin bir anlamda ‘resmi’leşmesi, teknikleşmesi, sınırları çizilmiş, içeriği ve işleyişi belirlenmiş bir kapalı sisteme indirgenmesi felsefe olmaktan çıkması, ruhunu kaybetmesi demektir. Felsefe tarihine ilişkin malumatın felsefeyle özdeş kılınması eğitimin okulla özdeş kılınması gibi bir çarpıklığa, Ivan Illich’in yerinde tespitiyle ‘yanılsamaya’ bizi mahkûm ediyor. Teknik bir aktarıma bağlanan felsefenin felsefe, bu kavrayışın da ‘felsefi’ olmadığı tersine küresel eğitim dilinin bir uzantısı olduğu görülmelidir.” 

İkinci olarak vereceğim örnek Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin felsefe ile ilgili teklifinden farkısız. Teklif Sosyolog Doç. Dr. Vehbi Bayhan’a ait. Bayhan Sabah’a verdiği röportajda “Sosyoloji, toplum içerisinde yaşamanın kodlarını ve empatik düşünmeyi inşa eder. Liselerde sosyoloji dersi zorunlu olsun” diyor. Sosyolojik düşünmeyi önemseyen ve alana ilişkin takibi olan birisi olarak Bayhan’ın sosyoloji ile ilgili söylediklerine katılabilirim. Ne var ki sosyolojiden gelecek hayrın onun okullarda bir ders olarak zorunlu okutulması ile hâsıl edileceğine duyulan inanca ortak olamam.   

Sosyolojik düşünmek tabi ki önemli Bauman’ın ifadesiyle “Sosyolojik düşünmek en azından herhangi bir yorumun ayrıcalığına ve kusursuzluğuna duyulan güveni zayıflatır. Deneyimlerin, hayat biçimlerinin çoğulluğunu öne çıkarır; her birinin kendi başına bir kendilik, kendine özgü bir mantığı olan dünya olduğunu gösterirken, aynı zamanda görünüşte kendine yettiği ve eksiği olmadığı yalanını gözler önüne serer.” Evet, ama! Bu sosyolojiyi bir paket halinde zorunlu eğitim sistemi içerisinde okulun ve eğitim sisteminin sunduğu bağlam içerisine oturttuğumuzda elde edilebilecek bir kazanım mıdır? 

Yeni teknolojilerin, alt-üst olan düzensiz, yıkıcı sosyalliğin ve birer meydan okuma ile karşımızda beliriveren yeni durumun yarattığı tüm travmaları okul gibi zaten başından beri kurgusu ve amaçlılığı ile sorunlu olan bir yapı üzerinden tedavi edebileceğimizi sanıyoruz. Bu “hurafe”yi sorgulayanları duymuyoruz, duymak bile istemiyoruz. Dünyanın radikal bir dönüşüm geçirdiği muhakkak. Gündelik hayatın kılcallarında çözülmeden asılı duran urlaşmış kaç problemle yaşıyoruz. Yeni durum yeni riskler yeni meydan okumalarla geliyor. Kayıp giden şeylere bakıp “değerler eğitimi” diyerek topu sentetik bir kurum olan modern okul düzeneğine atmandan önce sormalıyız: Bu terazi bu sıkleti çeker mi?   

 

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir