Görüşler

Halil Turhanlı yazdı: Totalitarizm ve politik dinler

Halil Turhanlı yazdı: Totalitarizm ve politik dinler

“Gerçekliğe ve Geleneğe Karşı” kitabının yazarı Halil Turhanlı, ‘modern çağın gnostik akımları’ olarak tanımladığı totaliter ideolojileri Eric Voegelin’in tezleri üzerinden ele alıyor.

Politik ve toplumsal kriz dönemleri politikanın, politik hayatın yeniden tanımlanmasına ve sonuçta siyaset felsefesinin ve teorisinin zenginleşmesine vesile olmuştur. Bu kriz Antik Yunan’da Platon ve Aristoteles’in politik hayat üzerine derinlemesine düşünmelerinin nedenidir. Hıristiyanlığın bunalımı Aziz Augustinus’u Tanrı Şehri’ni yazmaya yöneltmiştir. Hegel’in hukuk ve tarih felsefesi Batı dünyasında modern çağın başlangıcında baş gösteren krizden doğmuştur. Yirminci yüzyılın ilk yarısının politik istikrarsızlığı, etik bunalımı da günümüzde muhafazakâr düşüncenin en derinlikli düşünürlerinden biri sayılan Eric Voegelin’i bireysel ve kolektif varoluşa temel olabilecek tarihsel bir düzen arayışına yöneltmişti. Bu arayış Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Avusturya-Macaristan imparatorluğunun yıkılmasıyla Hitler’in Avusturya’ya el koyması arasındaki yıllarda başladı. Voegelin böylesine ciddi bir bunalım çağında siyaset felsefesini yenilemenin ertelenemez bir ihtiyaç olduğu düşünüyordu.

Eski toplumlarda iktidar kurumları, bu kurumları temsilcileri tanrısallaştırılmış, kutsallaştırılmışlardı. Ancak, modern çağın gnostik akımları dünyevi iktidarı yeniden tanrısallaştırdı.

Voegelin’e bu arayışında Robert Musil, Heimito von Doderer, Karl Kraus gibi fin- de –siécle (yüzyıl sonu) Viyana’sının yazarları da yol gösterici oldular. Faydalandığı kavramlardan bazılarını bu edebiyatçılarda buldu. (Ülkemizde henüz çok okunma fırsatı bulamamış olan Voegelin üzerine Bengül Güngörmez’in kapsamlı bir çalışması mevcut. Bu önemli düşünürün karmaşık düşünce dünyasına giriş yapmak isteyenler için mutlaka okunması gereken bir çalışma. B. Güngörmez, Eric Voegelin: İnsanlık Draması, Paradigma Yayınları, 2011 )

Voegelin yirminci yüzyılda kuvvet ve yaygınlık kazanan totaliter eğilimleri, bunların politik alanda ve toplumsal hayatta yarattığı çürümeyi açıklamaya, bu kıyımcı rejimleri köklerine inerek analiz etmeye çalıştı. Muhafazakâr bir düşünür olmakla birlikte bu eğilimlerin tavizsiz bir muhalifi oldu. Yirminci yüzyıl muhafazakâr siyaset teorisinin klasiği sayılan Yeni Siyaset Bilimi’nde Nazizmi “Batı uygarlığının çürümesi” olarak görüyor fakat aynı zamanda kitlelere çekici gelen bir güç olarak tanımlıyordu. Kötülük üretmek, barbarca eylemde bulunmak bu gücün belirleyici özelliğiydi. Bu gücün kitlere neden böylesine çekici geldiğini, neden kitle desteği bulduğunu anlamaya çalışıyordu. Kötülük yığınları neden cezp ediyordu?

Voegelin’in fenomopataloji kavramını varolan dünyanın gerçekliğini inkâr eden ve bu gerçekliğin aksine vizyonları olan insanlar için kullanır.

Politik Dinler başlıklı kitabı Hitler’in Avusturya’yı ilhak etmesinden yaklaşık bir yıl sonra yayımlandı. Voegelin’in esas olarak amacı Nazi hareketini anlamak ve yorumlamaktı. Nazilerin halkı (Volk’u) tanımlamada başvurdukları ırk teorilerini ve bu teorilerin içerdiği ölçütleri sorgulamanın yanısıra Nazizmin dinsel bir boyuta sahip olduğunu da ileri sürüyordu. Naziler partinin Alman halkı için tarihsel olarak belirlenmiş bir kaderi ve hakikati temsil ettiğini ileri sürüyorlardı. Voegelin’in Alman halkının Hitler’e ve Nazizme verdiği kitle desteğini açıklamada başvurduğu kavramlar arasında üçü öne çıkar: fenomopatoloji, ikinci gerçeklik, modern gnostisizm. Fenomopatoloji kavramını ilk kez Thomas More’un ütopya tasarısını eleştirirken kullanmıştı. Yine yakıcı bir soru ortaya atıyordu: Aziz Augustinus’un kullandığı anlamda kibir (superbia) insanın mükemmel bir devlet kurmasına engeldir. Peki, Hristiyan felsefesinin metinlerine hâkim olan Thomas More insanın büyük günahlarından biri olan kibir nedeniyle Ütopya’daki gibi mükemmel bir düzen inşasının mümkün olmadığını iyi bildiği halde neden Ütopya’yı yazmıştı? Neden böyle bir kusursuz toplum fantezisi kurmuştu? More gerçekleşmeyeceğini bildiği bir projeyi neden insanlığın önüne bir alternatif olarak koyuyordu?

Voegelin’e göre Thomas More’u yanılgıya düşüren ve gerçekleşmesi imkânsız bir mükemmel toplum projesi sunmaya, bu tür fanteziler hayal etmeye iten fenomopatolojik bir sorundu. Bu durum modern çağda benzer projeleri gerçekleştirmeye çalışan ideolojiler ve söz konusu ideolojiler çevresinde örgütlenmiş olan toplumsal hareketler açısından da geçerlidir. Daha açık bir ifadeyle, modern çağın totaliter rejimleri de kusursuz düzen projelerini hayata geçirme teşebbüslerinden doğdular.

Görüldüğü üzere, Voegelin fenomopatoloji kavramını zihnin olumsuz bir işleyişini ifade etmek için kullanır. Bir arkadaşına yazdığı mektupta bu kavrama Schelling’de rastladığını, ama Schelling’in bu kavramı nerede kullandığını tam olarak hatırlayamadığını belirtmiştir. Schelling’in tarih felsefesinin Voegelin üzerindeki etkisi konusunda kapsamlı bir inceleme yapmış olan Jerry Day, Schelling’in tam olarak bu kavramı kullanmadığını, ona yakın anlamlar taşıyan başka kavramlara başvurduğunu ileri sürer. Day’e göre Schelling Geistskranheit (ruh hastalığı), Gemüthskrankheit (mizaç hastalığı), Verzehrung des Geistes (ruhun tükenişi) kavramlarını kullanmıştır, bunlara yakın anlam taşıyan fenomopatoloji kavramını ise Voegelin türetmiş olabilir. (J.Day, Voegelin, Schelling and the Philosophy of Historical Existence, University of Missouri Press, 2003, s. 35)

Voegelin’in fenomopataloji kavramını varolan dünyanın gerçekliğini inkâr eden ve bu gerçekliğin aksine vizyonları olan insanlar için kullanır. Kavramın ütopyacılar başta olmak üzere varolan düzeni radikal biçimde değiştirmek isteyenler herkesi, her eğilimi kapsar bir genişlikte kullandığını söylenebilir. Voegelin’e göre Thomas More bir fantezi dünyası yaratmak için gerçeklik öğesini, diğer bir ifadeyle birinci gerçekliği atlıyor, yok sayıyor, ikinci gerçeklik inşa ediyordu. Bu noktada Voegelin’in ikinci önemli kavramı devreye girer: ikinci gerçeklik. Totaliter ideolojileri ve kitle hareketlerini açıklamada başvurduğu bu kavramı Avusturyalı yazarlar Robert Musil’in Niteliksiz Adam ve Heimito von Doderer’in Şeytanlar romanlarından almıştır.

Robert Musil’in Niteliksiz Adam’ı Ulrich benliğiyle müphem ve karmaşık bir ilişki içindedir. Gerçek niteliklerinin farkında olmadığından, onları tanımak ve dolayısıyla sınırlarını bilmek istemediğinden kendine gerçekdışı bir evren yaratmış, başka bir rol ve kimlik benimsemiştir. Sadece niteliklerini değil, buna bağlı olarak ruhunu da terk etmiştir. İnsani bir ruhu olmaksızın kurguladığı bir evrende, “ikinci gerçeklik”te yaşar. Rol oynaması, gerçekte sahip olmadığı nitelikleriyle öne çıkması onu herhangi bir sorumluluk üstlenmekten kurtarır. “İkinci gerçeklik” sözünü asıl kullanan ise bir başka Viyanalı yazar, Heimito von Doderer. Nazilere yakınlık duymuş olan Doderer, Şeytanlar başlıklı romanında düşlerine nesnel dünyada bir karşılık bulamayan insanların kendilerine fantezilerden oluşan bir başka evren, “ikinci gerçeklik” evreni inşa etmelerini, bununla da yetinmeyerek birinci gerçekliği yıkmaya, ortadan kaldırmaya ve ikincisini onun yerine ikame etmeye çalışmalarını anlatır. İkinci gerçeklik denilen fanteziler dünyasında yaşamak bir seçimdir. Ancak birincisini inkâr eden, oradan panik halinde kaçarak bu ikinci evrende yaşamayı tercih eden kişi kötü ruhlarla, İblis ile birlikte yaşamayı da kabullenmiş olur; çünkü burası onların da varoldukları bir âlemdir.

Voegelin totaliter ideolojileri, dünyanın düzenini değiştirme girişimlerini açıklamada “ikinci gerçeklik” kavramından da yararlanıyor. Birinci gerçeklik insanların Tanrı’nın buyrukları doğrultusunda kurdukları, ruhsal öze sahip bir düzendir. Voegelin’e göre ikinci gerçeklik inşası varolan bu dünyanı birinci gerçekliğin ötesine uzanma geçme aşma arzusudur. Ortodoks Hristiyanlığa tepki olarak doğan gnostisizm Voegelin’in düşünce sisteminde daha geniş bir anlama sahip. Bu terimi gerçeği saptıran modern siyasi akımlar için de kullanıyordu. Marksizm ve Nazizm gibi ideolojilerin gnostisizmin kimi öğelerini barındırdığını ileri sürüyor, bunları gnostik siyasetin örnekleri olarak gösteriyordu. Birinci gerçeklikten kaçma eğilimini temsil eden bu modern gnostik akımlar yeryüzünde mükemmel bir düzen kurma iddiasında bulunup gerçekte yeryüzüne mahşeri getirmişlerdir. (Gnostisizmin Voegelin’in siyaset felsefesindeki yeri ve anlamı için bkz. F.Bilgin, Batı Siyaset Felsefesinde Yeni Arayışlar: Eric Voegelin ve Yeni Siyaset Bilimi, Divan İlmi Araştırmalar Dergisi, 2000, sayı 8).

Eski toplumlarda iktidar kurumları, bu kurumları temsilcileri tanrısallaştırılmış, kutsallaştırılmışlardı. Ancak Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu içinde yaygınlık kazanmasıyla, büyük bir nüfusun inancı haline gelmesiyle iktidar alanının, bu alanı işgal eden imparatorun tanrısallaştırılması da ortadan kalkmıştı. İmparatorun artık sadece dünyevi ve cismani iktidarı vardı. Ancak, modern çağın gnostik akımları dünyevi iktidarı yeniden tanrısallaştırdılar. Yeryüzünde. Tanrı’ya özgü olanı tesis etme, kusursuz ve katışıksız bir düzen kurma çabalarıyla yeniden tanrısallaşma yarattılar. Voegelin’in Hitler ve Almanlar’ı onun 1964 yılında Münih Üniversitesi’nde verdiği derslerin edite edilmiş metinlerinden oluşur. Voegelin savaşın sona ermesinin üzerinden yirmi yıl geçmiş olmasına rağmen yakıcılığını koruyan, Alman halkını tedirgin edici olmayı sürdüren, Alman kamuoyunun duymak istemediği bazı soruları cevaplandırmaya çalışıyordu. Savaş öncesinde ve sırasında Alman halkına nasıl bir ruh hali egemendi?  Alman halkı Hitler’i nasıl iktidara taşıdı, onu nasıl izledi? Hitler, Almanya’da hukuk düzenini nasıl ortadan kaldırdı?  İnsanları yığınlar halinde öldürebilen bir rejim nasıl tesis edildi? Kiliseler neden Hitler’in işlediği kitlesel cinayetlere tepki vermediler? Almanya’da entelektüeller ve akademisyenler savaş sonrasında da Nazizmi analiz etmekten, köklerini bulmaktan ve açıklamaktan neden kaçındılar?

Voegelin’e göre Almanya derin bir uçuruma yuvarlanmıştı ve uçurumun birkaç boyutu vardı. Akademik, hukuki, dinsel… boyutlar. Öncelikle Nazizmin ruhsal bir fenomen olduğu görülmekten kaçınıldı. Hristiyanlar Yahudilerin soykırıma uğradıklarını biliyor ama buna kayıtsız kalıyorlardı. Ancak Nazilerin gücü kiliselere de uzanmaya başladığında tedirginlik duydular. O zaman dahi Nazilerle uzlaşmaya çalıştılar. Voegelin buradan hareketle o dönemde Almanya’da “iyi ilahiyat” olmadığını söyler. Şöyle de söylenebilir: Yeni gnostik akımların en tehlikesi olan Nazizmin onca kötücül ve kıyıcı olmasında Kilise’nin pay sahibi olduğunu belirtir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir