Görüşler

‘İçsel bir bıçkıyla kesilmek orta yerinden’ veya agorada ahval

‘İçsel bir bıçkıyla kesilmek orta yerinden’ veya agorada ahval

Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı, eğitimci yazar Abdulbaki Değer “Başımıza gelen her musibet bizi ciddiyete davet eden çağrı olarak görmeliyiz” diyor.

ABDÜLBAKİ DEĞER

Marx ve Engels, ilk baskısını 1848’de yapan Komünist Manifesto kitabının birinci bölümünde tüm üretim araçlarının gelişmesi, ulaşım ve iletişimin büyük ölçüde kolaylaşması üzerinden yaşanan ve yaşanacak değişimi uzun uzadıya anlattıktan sonra şöyle demektedirler: ‘Sözün kısası, burjuvazi kendi suretinde bir dünya yaratmaktadır.’ Burada klasik Marxist terminolojinin mekanizmine çekince koyarak şu gerçeğin altını çizmek durumundayız: Kültürün maddi öğelerinde yaşanan ‘kontrolsüz’ dönüşüm, gündelik hayatımızın seyrini ve niteliğini değiştirmekle kalmaz aynı zamanda manevi-düşünsel vaziyetimiz ile uygulamamız arasında bir yırtılmaya ve gerilime neden olur. Nitekim modernleşme sürecimizin elan ki durumunda da deneyimlediğimiz husus bu. 

Sosyal bilimler literatürünün önemli çalışma başlıklarından birisi olan bu konuya, bugünlerde MEB’in yürüttüğü Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi (ETCEP) ve Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Araştırma Görevlisi Ceren Damar Şenel’in öğrencisi tarafından öldürülmesi üzerinden yürüttüğümüz tartışma vesilesiyle ‘değiniyoruz gibi’. Yürütülen tartışmanın şekli ve seviyesi duygusal bir reaksiyonla mukayyet olduğu için ‘değiniyoruz gibi’ diyorum. Mevzunun ard alanı, kök bağlantıları ciddiyet ve vukufiyetle ele alınmadığı, tartışılmadığı için daha çok bu ifa edilmemiş görevin mahcubiyetini yansıtan duygusal salınımlarla karşı karşıya kalıyoruz. 

‘BÜYÜK CİHADA DÖNÜYORUZ’ 

Duygusal salınımlarımızın kasti bir şekilde sahte ve iki yüzlü olduğunu ileri sürmüyorum elbette. Ancak bu duygusal reaksiyonlarımızın, meseleleri ele alış biçimimizin sahte ve iki yüzlü olmamasını veya korunma güdüsünün dışında bir şey olmasını sağlayacak şey, kriz anında kopardığımız vaveyla değil geniş zamanlarda hayat karşısında veya içinde sergilediğimiz duyarlılık olacaktır. Hz. Peygamber’in savaştan dönüşte buyurdukları rivayet edilen ‘küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz’ ikazında dile geldiği gibi. Şikayetçisi olduğumuz toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin sahici bir bakışın MEB’in projesinin yanında Marx ve Lenin’in ‘Burjuvazi, kendi suretinde bir dünya yaratmaktadır’ şeklinde 170 yıl önceki tespitinde dile geldiği üzere toplumsal hayatımızın ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel tüm alanalrında bilfiil yaşanan süreci de sorun etmeyi, tartışmayı gerekli kıldığı hususudur. MEB sadece mevcut proje bağlamında bu çalışmayı yürütmüyor ki! Müfredat ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ üzerinden şekillenmiyor mu zaten? Yasal metinler bu yönde değil mi? Anayasa örneğin MEB’in yürüttüğü projenin aksi istikametinde bir ruh mu taşıyor? 

Bütün bu tartışmayı yaparken sanayiye dayalı bir toplumsal yapının aşınarak Bauman’ın ifadesiyle ‘akışkan modernliğe’ evrildiği bir dünyada ‘toplumsal cinsiyet rollerinin’ tarihten-toplumdan bağımsız bir şekilde sabit, muhkem kalacağı üzerinden mi yapıyoruz? Mevzunun ne olduğunu ve nereye kadar uzandığını, hangi önkabullerden hareketle yaklaştığımızı bildiğimizden çok emin olamıyorum. Meselenin LGBT’nin toplumsal bellekteki olumsuz çağrışımlarına yaslanılarak tartışılması, o kontekse indirgenemsi başlı başına eksikliktir. Zira mevzu MEB’in performansı belli okullarında yürütülen bir proje olmanın ötesinde sürdürdüğümüz hayatın gerçeği olarak sahne alıyor. Örneğin TOKİ mimarisinin kadın erkek ilişkisinde ne tür dönüşüm gerçekleştirdiğini hiç konuşmuyoruz? Yer sofrasından masaya geçişin yüzeysel bir ayrıntı olduğunu mu var sayıyoruz? Kadının iş yaşamına dahil olmasının örneğin toplumsal cinsiyet rollerinde ne tür dönüşümlere neden olacağını tartışıyor muyuz? Gerçeği karşısında sessiz kaldığımız, konuşmadığımız, tartışmadığımız bir mevzunun projesi üzerinde vaveyla koparmamız ancak ‘gerçeği örtme’ çabası olabilir. ‘Toplumsal cinsiyet eşitliği’ projesini küresel karanlık bir mahfilin toplumsal hayatımıza, toplumsal cinsiyet rollerimize, ilişki biçimimize yönelik operasyonel müdahalesi olarak gören ve ‘yetişin ey Müslümanlar!’ modunda duyarlılık talep eden yaklaşımımız tüm bu vaziyetiyle ‘gerçekten kaçma’ çabası olabilir.  

TALEBELİK DİPLOMA AVCILIĞI ARTIK! 

Hakeza Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Araştırma Görevlisi Ceren Damar Şenel’in öğrencisi tarafından öldürülmesi olayı üzerinden kamuoyunda yürütülen tarışma biçimi de bu gerçeği örtme, gerçekten kaçma çabasıyla malul. Eğitim rutinimizin içinde hatta değişik vesilelerle bu köşede de ifade ettiğim üzere kodifikasyonunda, organizasyonunda ve yürütülmesinde ‘şiddet’ saklı iken bu gerçekle yüzleşmek yerine şiddetin açığa çıktığı kriz anlarında şaşkınlık geçirmek, abartılı tepkilerde bulunmak veya Alev Alatlı’nın ifadesiyle ‘mış gibi yapmak’ sorunlara karartma uygulamaktır. Gerçeği boğazlamak, sistemin daha önce de deneyimlediğimiz kimi sevimsiz sonuçlarını bir takım ayrıntılara bağlayıp abartmak aradan sıvışmaktır. Mesele sadece eğitim sistemimizin şiddet yüklü olması değil. Yetmiş yıl önce talebelik ilim yolculuğu olmaktan çıktı, diploma avcılığına dönüştü diye sistemin amaçlılığına ilişkin feveran eden Topçu’nun tespitlerinin de hakkını vermedik. Hüseyin Su’nun ‘Entellektüel Öfke Nuri Padil’ kitabında Pakdil’den aktardığı şu derinlikli tespitle yüzleşemediğimiz gibi: ‘Bıçkıyla, hem de görülmemiş içsel bir bıçkıyla kesiliyordum orta yerimden; bir yanım evdeydi, bir yanım okuldaydı; nasıl bütünlenecektim (bu durumda) ben?’  

"Eğitim rutinimizin içinde ‘şiddet’ saklı iken bu gerçekle yüzleşmek yerine şiddetin açığa çıktığı kriz anlarında şaşkınlık geçirmek sorunlara karartma uygulamaktır."

Aynı tespiti eğitim faslında Ziya Gökalp’in de yaptığını hatırlatayım bu arada. Yüzyıldır tespit edegelen bu yapısal tespitler karşısında kılımızı kıpırdatmayıp sistemin olağan sonuçlarına veryansın etmenin, bu sonuçların nasıl beklenmedik olduğu yanılsamasına kendimizi kandırmanın bir anlamı yok. hamasetin hayat kurucu olmadığı açık. Sahte duyarlılıkların, kriz anındaki tepkiselliğin sorun çözücü olmadığını biliyoruz. Bir mevzuya ilişkin tepkilerimizin veya inançlarımızın iddialı şekilde dile geliyor olması o sorunun çözümünü getirmediğini her gün deneyimliyoruz. Krizi, krizin patlak verdiği yeri konuşmak ve mevzuyu orada tüketmek yerine krizi ve krizin patlak yerinden bağlantılar üzerinden sebeplere gidecek bir bilinç ayaklanmasına muhtacız. Bunlar olduğunda toplumsal cinsiyet mevzusunun, çocuğumuzu gönül rahatlığıyla karşısına oturttuğumuz TV’deki masum(!) bir çizgi filmde, çalışması için ısrarla başına davet ettiğimiz bir ders kitabındaki masum(!) yazıda veya görselde incelikle işlendiğini görebileceğiz. Aynı şekilde en son Ceren’in acı şekilde ölümüne giden sürecin biyografik bir trajedinin ötesinde yapısal bir durum arzettiğini de görebileceğiz.  

Günümüz postmodern dünyasının ‘anything goes’ karakteri, hayata müdahil olmayı veya hayatı şekillendirmeyi laf ola beri gele kabilinden birşeye dönüştürdüğü ortada. Eylem talep etmeyen bu sahte varoluşun daha doğrusu varoluş yanılsamasının aşılması hayatımıza gösterdiğimiz bütünlüklü ihtimamla mümkün. Kimlik, kişilik yarılmamızın, yırtılmamızın spekülatif bir tespitten ziyade yakıcı gerçekliğimiz olduğunu idrak ettiğimizde bunun da sadece karanlık dış mihrakların varlığımıza kasteden operasyonları olmadığını göreceğiz. Meselenin aynı zamanda ‘başınıza gelen her musibet kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir’ veya yapmanız gerekirken layıkıyla yapmadıklarınız yüzündendir gibi bize ayna tutan, sorumluluğumuzu hatırlatan boyutu var. O yüzden başımıza gelen her musibet bizi ciddiyete davet eden çağrı olarak görmeliyiz. Acı soru(n)larımızın olması mesele değil her biri kendimizi dönüştürmeye dönük bu esaslı çağrılara nasıl cevap verdiğimiz önemli. Gerçekten cevap mı vermeye çalışıyoruz yoksa içinde debelenmekte olduğumuz kısır koşullara halel getirmemek için cevap veriyormuş gibi mi yapıyoruz? Sanırım esas mesele burada! 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir