Görüşler

Mevcudu tekrar etmek veya büyüsü bozulan Türkiye’yi büyülemek

Mevcudu tekrar etmek veya büyüsü bozulan Türkiye’yi büyülemek

Weberyan ‘büyü’ tanınımını Cumhuriyet kurucu normları üzerinden değerlendiren eğitimci yazar Abdülbaki Değer, bu kurama göre Osmanlı’nın yani geçmişin ‘büyü’nün kötü yüzü Cumhuriyet’in ise rasyonel yüzü olarak kavramlaştırıldığını söylüyor. AK Parti’nin ilk yıllarında demokrasi ve insan haklarında yaptığı atılımla ‘büyübozumu’ gerçekleştirdiğini dikkat çeken Değer, iktidar ve muhalefetin ‘eski’ ve ‘şimdi’ arasındaki düzen tasavvuru arasında kaybolan ‘büyü bozumuna’ mercek tutuyor.

Abdulbaki DEĞER

Max Weber, Avrupa’da yaşanan ekonomik, sosyal, siyasal köklü dönüşümlerden özellikle de Aydınlanma hareketinden hareketle dünyanın büyüsünün bozulduğunu ifade etmişti. Artık dünyayı veya insanı; fizik ötesi bir takım açıklama modelleri üzerinden ele almak anlamsızlaşmıştı. Rasyonellik üzerinden, hiçbir spekülasyona(!) ihtiyaç hissetmeksizin, açıklanacak ve şekillenecek yeni dünya, ileri sürüldüğü gibi kaçınılmaz şekilde yeryüzü cennetine gitmekten ziyade bu niteliğiyle ‘demir kafes’e doğru evrilecekti. Weber’in tanımladığı sürecin niteliğine ve seyrine dair çözümlemeler bugün de devam ediyor: ‘Tarihin Sonu’ ile yeryüzü cennetinin gerçekleştiğini heyecanla müjdeleyenlerden tutun dünyayı ve insanı yeniden büyülemek üzere dinlerin geri dönüşünden bahsedenlere değin pek çok çözümleme kayıtlara geçmiş durumda.  

Weber, bu tanımlamasıyla bir düzenek olarak büyünün ortadan kalkmasından mı yoksa ‘belirli’ bir büyünün bozulmasından mı bahsediyordu emin değilim. Sakin bir okuma organize bir şekilde büyü ile ilişkilendirilerek hatta eşleştirilerek gayrı meşru ilan edilen metafizik anlayışın yerine ikame edilen yeni paradigmanın, düzenek olarak büyüye mesafe koyuyor gibi yapsa da ‘büyüleyerek’ iş görmede çok daha mahir olduğunu gösteriyor. Bırakın dünyanın sanayileşmiş küçük kısmını tüm yerkürenin büyülendiğini, bu büyüye karşı çıkmaya kendini yazgılı gören nice insanın-toplumun efsunlandığını biliyoruz. Dünyayı büyüden kurtarma iddiasındaki bu söylemin doğası ve işlevi itibariyle yerini aldığı ‘büyü’den pek farkının olmadığına on yıllar sonra kanaat getirilecekti gerçi. Ancak geçen süre zarfında yeni söylem, ‘büyü bozucu’ iddiası üzerinden imtiyazlı bir iktidar tesis etmeyi gayet güzel başarmıştı zaten.  

Weber’in yetkinlikle yaptığı tanımlama, bir anlamda Kant’ın da belirttiği ergin olma hali, aklın prangalarından kurtulması durumu ile ilişkili iken ben bu tanımlama üzerinden ‘büyü’nün mecazi anlamına yaslanarak  ‘büyü bozumunu’ çekici ve güçlü bir etki-söylem yitimi olarak negatif anlamda kullanmak istiyorum. 

Malum olduğu üzere modernleşme maceramızın radikalleşmiş kısmı olan Cumhuriyet’in kuruluşunda bu tarz bir ‘büyü’ kullanımına stratejik şekilde yer verilmişti. Yeniye alan açmak için ‘eski’ şeytanlaştırıldı. Gerçi Weber’in çözümlemesinde de ‘büyü bozumu’ yeni durumu tanımlarken eşzamanlı olarak eskinin geride kaldığını, bir eski-yeni karşıtlığı/uyuşmazlığı dile getiriliyordu. Doğal olarak bu karşıtlık eskinin yıkımını meşrulaştırırken yeninin de önünü açıyordu. Dolayısıyla modernleşme pratiğimizde geçmişe-Osmanlıya bakan yüzüyle ‘büyü’ mahkum edici, indirgeyici iken Cumhuriyet için ise büyüsüz dolayısıyla ‘rasyonellik’ anlamına geliyordu. Ancak bir ilerleme karinesi olarak dile gelen bu ‘rasyonellik’ vurgusunun kullanıcıları üzerinde yaptığı ‘büyülü’ etki ayrıca not edilmelidir. 

Nitekim resmi söylemdeki bu vaziyet, Cumhuriyet pratiğindeki sosyolojik-siyasal kırılmalarla yeni yüzyılın başına kadar uzandı denilebilir. Özellikle 50’lerdeki çok partili hayata geçiş ve yoğun mobilizasyon, Türkiye’nin siyasal ve sosyolojik dizgesinde büyük hadiseler olsa da Cumhuriyet’in devlet-toplum aksında esaslı bir farklılaşmaya yol açmadı. Esas kırılma Sosyalizm’in siyasal-ekonomik bir alternatif ve çekim merkezi olarak ‘yıkılışı’ ve Weber’e ‘büyü bozumu’ çözümlemesini yaptıran Aydınlanma düşüncesine ilişkin yükselen, Weber’den de kısmen etkilenen, post-pozitivist düşüncenin yankılarının iyice yükseldiği 90’larda gerçekleşti. Özellikle 90’ların sonunda Türkiye’de ‘resmi hakikat düzeninin’ devlet aygıtları üzerinden sündürülerek geleceğe taşınmaya çalışılması bu küresel hadiselerle çakışınca toplumun geniş kesimleri için ‘Türkiye’nin büyüsü bozuldu’. Aynı zamanda bu süreç Türkiye’nin büyüsünün bozulduğuna ilişkin söylemi dillendiren aktörlerin başta da islami kesimin ‘büyülü’ bir etkiyle sahne aldığı dönem oldu. Bu eşikte ortaya çıkan Ak Parti, müesses nizama ilişkin konumlanışı ve okumasıyla onun büyüsünü bozarken eşzamanlı olarak büyü bozucu niteliğiyle büyülü bir odağa, güçlü bir etki ve çekim merkezine dönüştü. Türkiye’nin kronik sorun alanlarına el atılması, sistemin dönüştürülmesi anlamında verilen mücadele ve alınan mesafe de bu vaziyeti pekiştirdi, Ak Parti ‘büyü bozucu’ hüviyetini perçinlediği gibi aynı zamanda meşruiyet zeminini genişleterek ‘büyülü’ güç olmaya devam etti. 

Özellikle 2011 yılında başlayan ‘Arap Baharı’, devamı olan Suriye krizi ve ‘Sisi Darbesi’ gibiküresel-bölgesel gelişmeler, içerde bunlara eklemlenen ‘hendek’ süreci ve FETÖ darbesi ülkeyi, siyasal iklimi ve aktörleri ‘asayişçi’ bir düzleme sürükledi. Bu süreç, Ak Parti’nin hatta bölgesel-küresel anlamda Türkiye’nin ‘büyülü’ etkisini aşındırırken esas olarak kaderin bir cilvesi olarak yeni yüzyılın şafağında sahne alan ‘büyü bozucu’ aktörün büyüsünü bozuyordu. Sistemin dönüşümü ve hak ve özgürlükler temelinde yeniden inşası sürecinin küresel-bölgesel ve ulusal gelişmeler nedeniyle uzaması, hatta gittikçe bu yöndeki çabaların sönümlenmesi bizi klasik ‘güvenlik siyasetinin’ reel politiğine mahkum etti. Bu anlamda son bir kaç yılın Ak Parti’nin büyüsünün bozulduğu zaman kesiti olduğunu söylersek yanlış olmaz. Önemli bir siyasi ‘hareket’ olarak Ak Parti’nin durumu bu iken temelde Türkiye için problemin, kavramın mecazi anlamında çekici ve güçlü bir etkinin-söylemin olmayışı yani Türkiye’yi ‘büyüleyecek’ bir etkinin-söylemin olmayışını ileri sürsek yeridir. ‘Büyü bozumu’ dikkat edilirse yeni bir eşik imasını barındırır. Olumlu, heyecan verici bir döneme, büyük umutların eşlik ettiği yeni bir başlangıca vurgu yapar. Geldiğimiz noktada tekraren dikkat çekmek istediğim husus; ‘büyü bozumu’ söz konusu iken bu bozuma eşlik eden bir umutlu halin, yüksek bir heyecanın olmayışı durumudur. Bu olmadığı gibi malesef düşündürücü olan, Türkiye’nin çalkantılı dönemlerinde rol almış ve bırakın sorun çözmeyi sorunları kronikleştiren söylemlerin toplumun önüne özgüven patlaması içinde alternatif olarak çıkabiliyor olmalarıdır. 

Yerel seçime gittiğimiz bu günlerde Türkiye’nin kaderi için önemli olan husususun bu olduğunu düşünüyorum. İktidar mevcudu devam ettireceğini, alternatif iddiasındaki muhalefet ise bu mevcuttan ziyade ‘büyüsü bozulan’ daha önceki mevcuda dönmemiz gerektiğini söylüyor. Oysa Filozof Alain Badiou’nun yetkinlikle belirttiği gibi mevcutta devam etmek, ister bugünkü olsun ister dünkü olsun, şu an yaşadığımız veya bundan önce yaşadığımız durumu tekrar etmektir. O yüzden büyü bozumunun yaşandığı şu ölçekte yeniden ‘büyülenmeye’, bizi ümitvar kılacak, ‘büyüleyecek’ bir etkiye-söyleme muhtacız. 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir