Görüşler

Seçerken ne kadar bilinçliyiz?

Seçerken ne kadar bilinçliyiz?

Ondokuz Mayıs Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Hüseyin Akan, “Bir insanın seçmesi üzerinde tesirde bulunmak istiyorsak, istemediğimiz tercihleri iptal etmesi için ona olumsuzlayıcı gerekçeler sağlayacak bilgi hatırlatmalar sunmalıyız” diyor.

PROF. DR. HÜSEYİN AKAN YAZDI

Bu başlıktan yazının içeriğiyle ilgili birkaç tahminde bulunulabilir: 

- Seçimlerde kararımızın ortaya çıkışında her tür sosyal çevre baskısı ve etkilemeler mevzu edilecektir. 

- Gerçek ve sanal sosyal ortam, görsel ve yazılı medyadaki algılarımızı yönlendirici bilgi ve haberler irdelenecektir. 

Sosyal çevre baskısı ve algı yönetimi neredeyse herkesin az çok malumat sahibi olduğu klasik kitap bilgileri haline gelmiştir. Bahis dışıdır. Hatır için yapılan tercihleri de bir kenara koyuyorum. 

Üstünde duracağım husus, seçmelerimizi açık bir bilinçle yapıp yapmadığımız. Bu bağlamda şu soruya da cevap arayacağım: 

- Seçimlerimizi, yani kararlarımızı özgür irademiz mi belirliyor? İrademiz ne kadar özgür olabilir? 

Bir kararı bilinçli seçme olarak tavsif etmemiz için, belirlenmiş nispeten nesnel bazı kıstaslara göre yapılmış olmalıdır. Örnekler: Seçeceğim kişiyle güçlü ideolojik birliğimiz vardır. Çocukluk arkadaşımdır. Akrabamdır. Yıllardır iyi tanıdığım ve güvenilecek, iş yapar birisidir. 

Yakından tanıdığım, akrabam veya yakın arkadaşım değilse, inanç ve davranışlarının ideolojik niteliğinden emin değilsem… 

O zaman; içimizde (zihnimizde) bir tercih belirir. Bu tercihin bilincinde olduğumuzda buna gerekçeler hazırlarız, bazı yargılamalarda önce hüküm verilip sonra gerekçe yazılması gibi. Bu tercihi haklı gösterecek deliller sıralarız. “O adayın dürüst olduğu, çalışkan olduğu, işin altından kalkabileceği söyleniyor. Hakkında bazı olumsuz söylentiler de var ama, onların hepsi iftira. Adam çok güzel konuşuyor, akıllı, okumuş”. “Onların idaresinde şehrimiz, ülkemiz gelişti, kalkındı, durumumuz düzeldi.” Konuştukça, daha doğrusu tartıştıkça bu tercihimiz güçlenir, gerekçelerimizi çoğaltır, daha güçlü savunuruz. İş giderek inada biner. Her tartışma, tercihimizin doğruluğuna olan inancımızı pekiştirir. Savunmamız zayıf kalırsa diyeceğimiz şudur: “Ben böyle düşünüyorum.”  

Hasıl-ı kelam, “Ben bu adayı seçtim. Kendi özgür irademle buna karar verdim. Bu hususta bilinçli davrandım” derken beynimde ortaya çıkan bir kararın niteliğini ve netliğini söylemeye çalışıyorum. Ama, burada “ben”le kastedilen bilinçli “ben” mi, yoksa bilincin tüm halleriyle zihnimiz mi? “Ben”in ikinci tanımı bildiklerimize daha uygun. Söylemek istediğim şu: Bu seçimi, bu kararı açık bilinçle belirlemiyoruz. Açık bilinç dışında, zihnimizin ortaya çıkardığı bu kararın bilincimize aksettiğinde farkına varıyoruz. Bu karar bilincimizde belirdiğinde muhtemelen bilinç dışında karar (seçme) kotarılırken kullanılan olumlu ve olumsuz argümanların bir kısmı açık bilinç alanına geliyor. Bu argümanları ve bilinçli, istemli olarak bulduğumuz ve geliştirdiğimiz diğer gerekçelerle birlikte tercihimizin ne kadar isabetli ve doğru olduğunu göstermeye, ispata çalışıyoruz. Bu süreç aynı zamanda bilinçli “kendini” de ikna, inandırma sürecidir.      

Nörobilişsel çalışmalarda insanın bir harekete niyet veya arzu ettiğinde ya da hareket için dürtü duyduğunda, beyinde hazırlığın bilinç dışı başladığı ve 0.5 saniye sonra kararın bilinç alanına geçtiği bildirilmiştir.(1) Yani, bir insan gönüllü bir hareket niyetinin bilincine (farkına) vardığında beyinde o hareket için hazırlık başlamıştır.* Bu sonuç, çok ciddi bir tartışmaya yol açtı: İstemli hareketlerimizin hazırlık potansiyeli bilinç dışında başlıyorsa, beynimiz otonomdur ve “özgür irade” gerçekte yoktur. O zaman insan, davranışları ve seçimlerini fizik ve kimya kanunlarının belirlediği bir makina mıdır? David Eagleman, bu bulgu ve çıkarım ile bazı tek tük tümör ve morfolojik patolojilere bağlı vakalardan çıkarak,  “Incognito” kitabında, özgür irademizin olmadığı ve suç tanımını ve cezalandırmanın felsefesini yeniden değerlendirmemiz gerektiği spekülasyonuna varıyor.(2) (Bu, aslında deneysel (bilimsel) sonuçların kendi ideolojisini haklılaştırmada nasıl suiistimal edildiğinin ölçüsüz bir örneğidir). Bu durumda, yapıp ettiklerimizden sorumlu sayılmamalı mıyız? Çünkü, beyin, özgür irade kontrolü olmadan otonom işleyerek davranış ve seçmelerimizi ortaya çıkarıyorsa sorumlu ve suçlu “ben” değildir. Neyse ki, devam eden çalışmalarda gönüllüler zaman zaman bir hareket için bilinçli bir istek veya dürtünün ortaya çıktığını, ancak bunu bastırdıklarını veya veto ettiklerini bildirmişlerdir. Böylece, özgür iradenin bazı şekillerde var ve etkin olduğu söylenmektedir: 1) Kendiliğinden niyet edilen bir hareketten bilinçli olarak vazgeçmek, hareketi başlamadan durdurmak. 2)Kendiliğinden olmayan (dürtüsel) bir hareketi yapıp yapmamada bilinçli seçme ve 3) eylemle ilgili var olan seçenekleri değerlendirme. Dikkat edilirse seçenekleri değerlendirmek ve bir niyeti durdurmak (veto), özgür irademizin yaptıklarındandır. Dolayısıyla, davranış ve seçmelerimizin süreci bilinç dışında başlasalar da, eylemin gerçekleşmesini bilincimizin kontrolünde belirleriz; yapar ya da yapmayız. (Bu arada bilinçli kontrolün –özgür iradenin- görece olarak zayıf kaldığı/kalacağı istek, dürtü ve niyet durumları ile eylemlerimizin elimizde olmayan dış etmenlerle dolaylı ortaya çıkması ayrı bir yazıyı hak edecek büyüklükte bir meseledir.) Çalışmalarıyla konunun gündeme gelmesine yol açan B. Libet, dinlerde ve ahlaki öğretilerde yaygın olarak “kendini kontrol et” buyrulduğuna ve on emrin çoğunda “yapma” dendiğine işaret etmektedir.(3) 

Bütün bunlardan sonra şunu söyleyebilirim: Seçmelerimiz ve kararlarımız üstünde en tesirli imkanımız zihnimizde doğan niyeti veya tercihi veto etmek, durdurmaktır. Bunun için de kullandığımız en önemli mekanizma “olumsuzlama”dır.        

O halde, milyarlarca sinir hücresi ve aralarında var olan trilyonlarca bağlantılardan oluşan beynimizin, o güne kadar duyular vasıtasıyla tuğla tuğla (sinaps sinaps) ördüğü zihnimiz, genetiğin ana kalıpları bağlamında bir işe niyetleniyor, bir seçme yapıyor. İrademiz o işi olumlarsa şüpheleri giderecek, niyeti ve seçmeyi pekiştirecek gerekçeler buluyor, üretiyoruz. (Seçimlerde kitlesel tercihlerin birkaç ortak noktada buluşmasının, seçmen sağduyusu dediğimiz olgunun altında yatan mekanizma, zihinlerimizin bilinç ötesi parçalarının benzerliğidir herhalde.)                                                

Niyetimizi ve seçimimizi gerçekleşmeden iptal etmemizin yolu ise olumsuzlamadır. Niye yapmamamız gerektiğine inandırıcı, ikna edici gerekçeler bulmalıyız. Tabii, bunu da zihnimiz yapacak. Olumsuzlamayı, yine kendinde duyularla (yaşadıklarıyla) elde edilenlerin nakşedilmiş olduğu zihin, aldığı yeni bilgi ve haberleri de değerlendirerek yapacaktır. Dolayısıyla, bir insanın seçmesi üzerinde tesirde bulunmak istiyorsak, bir tercihe ulaşmasını sağlayıcı (olumlayıcı) argümanlardan çok, istemediğimiz tercihleri iptal etmesi için ona olumsuzlayıcı gerekçeler sağlayacak bilgi, haber ve hatırlatmalar sunmalıyız.      

Nitekim, güncel siyasete bakarsanız, taraflar niye kendilerinin tercih edilmesi gerektiğinden çok, niye diğerlerinin seçilmemesi, o tercihlerin “veto” edilmesi gerektiği üzerinde duruyorlar ve mebzul miktarda gerekçeler sunuyorlar. Seçmenlerin çoğunluğunun zihin binasındaki ana direkleri ve köşe taşlarını nelerin oluşturduğu tahminlerine uygun bilgi ve haberler. Böylece, hangi tercihleri veto edeceğine kendisi karar vermiş olacak. Hadi buyrun özgür irade gerçekleşmesine!   

 

(*) 1983’de yayımlanan bilimsel bir makalede Benjamin Libet ve arkadaşlarının sundukları deneysel çalışmada, gönüllülerden kendi belirledikleri bir anda parmaklarını kaldırmalarını ve çok hassas bir zamanlayıcıda hareket için karar verdikleri anı tam olarak saptamalarını istedi. Kafalarına elektrotlar takarak aldığı EEG kayıtlarında hareket etme isteği anı hareketten 250 milisaniye önceydi. Diğer ve ilginç bulgu ise beyindeki etkinlik artışı (teyakkuz potansiyeli) kişinin hareket etme isteğini hissetmelerinden (bilinçli karar veya kararın bilincinde olma) 250-400 ms önce ortaya çıkıyordu. Libet, bu sonucu, kişi daha ne yapacağı kararının farkında olmadan önce beyinde sürecin başladığı, şeklinde yorumladı. Beynin kendisi, bilincinde olmadığımız, dolayısıyla kontrolümüz dışında bir karar veriyor ve bunu işleme koyuyor. İstemli eylemlerin bile beyinde (zihinde) başlaması bilinç dışı olarak gerçekleşir. Kişi, bu karar verildikten sonra kararın bilincinde olur. Böyle değerlendirdiğimizde, aslında niyet etmede, karar vermede bilinçli bir etkimizin olmadığını, beynin otonom olduğunu söyleyebiliriz. Yani, “bilinçli bir irade, özgür bir irade sahibi değiliz” sonucuna varılabilir.   

Bu çok çarpıcı ve şaşırtıcı deney ve çıkarılan sonuç ve iddialar, başta biyolojik, psikolojik, sosyal ve hukuki alanlar olmak üzere insanla ilgili pek çok alanın bütününün yeniden inşa edilmesini gerektirecek şiddetteydi. Bu yüzden Libet bilimsel makalesinin sonunda, daha temkinli davranarak, özgür iradenin hiç var olmadığının söylenemeyeceğini belirtti: kişinin niyetlenilmiş hareketi bilinçli olarak veto etme veya seçenekler arasında bilinçli yol verme ile bilinçli niyet ve kontrol vardır.    

1.)Libet B, Gleason CA, Wright EW, Pearl DK. Time of conscious intention to act in relation to onset of cerebral activity (readiness-potential). Brain (1983), 106, 623-642 

2.)Eagleman D. Incognito. Beynin gizli hayatı. Domingo yayınevi, 2013  

3.) Benjamin Libet Do We Have Free Will? Journal of Consciousness Studies, 6, No. 8–9, 1999, pp. 47–57 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir