Görüşler

Sen ağa ben ağa, mesleki eğitimin hali nice ola

Sen ağa ben ağa, mesleki eğitimin hali nice ola

Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer, mesleki eğitimdeki eksikler üzerine değerlendirmede bulunuyor.

Basına yansıyan haberlere göre Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk Bakanlar Kurulu’nda mesleki eğitimin öneminden bahsederken ‘Herkes üniversiteli olmak zorunda değil. ‘Sen ağa ben ağa, bu inekleri kim sağa’ diyerek ara elemana olan ihtiyacın altını çizmiş. Bu mevzuyla ilintili olarak Bakan “Asıl projemiz meslek liselerini güçlendirerek üniversitedeki yığılmayı azaltmak. Üniversite öğrencisi sayısı çoksa o ülkede sorun vardır. Az öğrenci sayısı varsa başarılıdır. Meslek liselerine karşı oluşan olumsuz yargıyı yönetebiliriz” demiş. Habere göre Bakan Selçuk meslek liselerinin makine parkının eskidiğini ve yeni yatırım yapılmadığını da kabul ediyor. Bu nedenle geliştirdikleri yeni bir modelle, artık okulları ‘fabrikaların, otellerin, işletmelerin’ içine taşıdıklarını anlatıyor. Bir sohbet sırasında konuyu Bakanlar Kurulu’nda da gündeme geldiğini anlatan Bakan şöyle devam etmiş: “Kabinede de dile getirdim. Herkes üniversiteye gitmek zorunda değil. ‘Okumayan çocuğu meslek lisesine göndereyim’ algısını yıkmalıyız. Dönüşümü sektörle birlikte, istihdam ihtiyacına göre gerçekleştireceğiz. Sanayici bizden nitelikli ara iş gücü istiyor. Herkes üniversiteli olmak zorunda değil. ‘Sen ağa ben ağa, bu inekleri kim sağa’ durumu var yani.”

*

Basına yansıyan haber tekzip edilmediğine göre doğru. Bakan kısaca “Meslek eğitimi önemli, mesleki eğitimin teknik donanım eksikliği var, bu liselere karşı değiştirilmesi gereken olumsuz bir algı var, üniversite sayısı ve öğrencisi çok fazla ve bu başlı başına bir sorun göstergesi” diyor. Türkiye’de kimin yürütmede kimin muhalefette olduğunu tespit etmek güç! İlginç bir şekilde bakanlar bile muhalefetteymişçesine sözler sarf edebiliyorlar. Bakan’ın sözleri de öyle! “Herkes üniversiteli olmak zorunda değil.” Peki, herkesi üniversiteli yapalım diyen kim Türkiye’de? Bunu ısrarla sürdüren, ‘her ile bir üniversite’ diyen politikaları hangi güçler yürütüyor? Türkiye’de hükümetin dışında başka bir güç mü eğitim politikalarına yön veriyor? MEB bu politikaların pasif bir nesnesi, kamuoyunu yanıltmak için oluşturulmuş bir paravan mı ki bu sürece dur diyemiyor?

*

Asıl projemiz ‘meslek liselerini güçlendirmek’ derken kastedilen nedir? Bu güçlendirme nasıl oluyor? Eskiyen makine parkurunu yenilemek mi güçlendirme? Meslek liselerine karşı olumsuz yargı nereden kaynaklanıyor? Niçin var bu olumsuz yargı? Hangi nedenlerin buna yol açtığını tespit ettiniz de bu algıyı yönetebileceğinizi söylüyorsunuz? Niçin bugüne kadar el atılmadı? Meslek liselerinin konumu bugüne değin neden güçlendirilmedi? Olumsuz toplumsal algı neden düzeltilmedi? Ak Parti hükümetinin neredeyse 20 yılı doluyor, sizin bakan olmanızın üzerinden 1,5 yıl geçti. Eskiler bilmiyordu da mı yapmadılar bu işleri? Biliyordular ise neden yapmadılar? Bu işleri yapmayan yönetsel kadro hala iş başında mı? İş başındaysa niye iş başında? Hala iş başında olan bu kadro daha önce yapamadığı bu işleri sizin döneminizde niye yapsın, yapabilsin? Yeni modelle okulları fabrikaların, otellerin ve işletmelerin içine taşıdığınızı belirtiyorsunuz. Nedir bu model? Öncekilerden ne farkı var? İzleme-değerlendirme verileri bu modele ilişkin ne söylüyor? Anadolu’nun orta halli bir ilinin kasaba görünümlü bir ilçesindeki meslek lisesi yeni modelle hangi fabrikanın, hangi otelin, hangi işletmenin içine taşınıyor?

*

‘Okumayan çocuğu meslek lisesine göndereyim’ algısını yıkmalıyız diyor Sayın Bakan. Şüphesiz öyle! Peki, bu algıyı nasıl yıkıyoruz? Bu algının niye var olduğunu biliyor muyuz? Bu algının Türkiye’de yürütülen eğitim politikaları ile bir ilintisi var mı? Varsa nedir? Bu politikaların hangisinde yapısal anlamda bir değişiklik oldu da kamu algısını değiştirsin? Mesele kamu diplomasisiyle giderilecek bir şey mi? Yoksa kamunun olumsuz algısını besleyen ve büyüten nahoş bir gerçeklik mi var?

*

Dönüşümü sektörle birlikte, istihdam ihtiyacına göre gerçekleştireceğiz. Sanayici bizden nitelikli ara iş gücü istiyor diyorsunuz. Bunlar da çok yerinde, kimsenin itiraz etmeyeceği sözler. Lakin mesele şu: Doğru şeyleri sıraladığımızda ortaya çözüm çıkmıyor. Çözüm bu doğru ve haklı tespitlerden hareketle uygulanabilir, ölçülebilir, gözlemlenebilir bir şeyler hayata geçirmektir. Meslek Liselerinin işleyişini bırakın 1,5 yıl öncesinden 20 yıl öncesinin işleyişinden farklı kılan nedir? Ne tür bir zihniyet, paradigma, yöntem değişikliğine gidildi? Meslek Liselerine alım sistematiğinde gerçek anlamda ilgi, istidat belirleyici oldu mu? Bu tarz bir sistemde böyle bir şey olabilir mi? Sektörle birlikte, istihdam ihtiyacına göre yapılan şey ne? İstenen nitelikli işgücü karşılanmış mı? Karşılanmışsa, planlamalar doğru ve etkinse nedir bu işsizlik? Nedir bu yana yakılan çekilen nitelikli ara eleman sıkıntısı?

*

Türkiye’nin sorunları da büyük, eğitimin sorunları da. Yapmamız gereken sorunlarımızı sıralayarak bir çözüm geliştirdiğimiz yanılgısı oluşturmak değil. Meslek liselerimizin eskiyen makine parkını yenilemekten önce sorun tespit etme ve çözüm oluşturma sistematiğimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. AB projeleri kapsamında Avrupa’ya giden pek çok Meslek Lisesi öğretmeninin teknik donanım anlamında çok daha yeni ve modern araç gerece sahip olduğumuz tespitini dinledim. Türkiye’de sorun alanlarına ilişkin bir tanılama ve çözüm bulma pratiği yerleşmiş. Başlı başına baş edilmesi gereken temel bir sorun olan bu tanılama ve çözüm üretme sistematiğinin dışına çıkmadan gelen bakanın veya yeni hükümetin çözüm olacağını düşünmek tecrübeyle sabittir ki büyük bir yanılgıdır. Türkiye’nin eğitim alanındaki en büyük sorunu budur. Ne makine parkurunun yenilenmesi ne olumsuz olan toplumsal algı ne de ‘sen ağa ben ağa’ tutumu! Eğitimdeki en temel problemimiz neredeyse Osmanlı son döneminden itibaren varlığı geniş bir uzlaşıyla kabul edilmiş sorun başlıklarına iliştirilmiş standart, klişe çözümleri ve bu çözümlerin mantığını aşamamış olmamız. Bu öyle bir patinaj parkuru ki alana ilişkin formasyonu en gelişkin kişiyi bile anlamsızlaştıran, etkisini sıfırlayan bir etki yaratıyor. Egemen klişelere, ezberlere, anlamsız sözlere prim vermeden yol alabilirsek bu patinaj parkurundan çıkma şansımız olabilir. Heidegger şeylerin gizini, anlamını açmamızı sağlayan düşünme biçimi olarak ‘sükûnetle düşünen düşünme’den bahseder. Günümüz dünyasında ‘hesaplayıcı düşünme’nin baskısı altında gittikçe görünmez hale gelen ‘sükûnetle düşünen düşünme’ üzerinden kendimizle ve çevremizle ilişkiye girebilirsek işlerimizi gerçekten çözmenin bir yolunu bulabileceğiz. Evet, alışkanlıkları, yerleşik uygulamaları değiştirmek çok zor! Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; bu yolu bulmak bugün sürdürdüğümüz ve etkisizliği, başarısızlığı apaçık olan uygulamaları sürdürmekten daha zor ve daha maliyetli değil.

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir