Abdullah Gül'den dikkat çeken açıklama: Kürt halkı ile PKK'yı net bir şekilde ayırmalıyız

Abdullah Gül'den dikkat çeken açıklama: Kürt halkı ile PKK'yı net bir şekilde ayırmalıyız

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Bir bütün olarak Kürt halkı ile terörist bir oluşum olarak PKK'yı birbirinden net bir şekilde ayırmalıyız." dedi.

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi ile bir röportaj gerçekleştirdi. Gül, röportajda kendisine yöneltilen "PKK ve YPG'ye karşı mücadelede Şam ile Ankara arasında iş birliği yapılabileceğini düşünüyor musunuz?" sorusuna yanıt verdi.

"KÜRTLER EŞİT VATANDAŞ OLMALI"

Her şeyden önce Kürtlerin; Türkiye, Irak, Suriye ve İran'da var olan büyük bir etnik grup olduğunun kabul edilmesi gerektiğini belirten Gül, "Kürtlerin ülkelerinde eşit vatandaşlar olmaları gerektiğini düşünüyorum. Özgürlükten ve yasalarla güvence altına alınan tüm haklardan yararlanmalılar. İster Kürt ister başka bir milletten olsun, tüm vatandaşlara temel haklar tanınmalı." diye konuştu.

"KÜRT HALKI İLE PKK'YI BİRBİRİNDEN NET BİR ŞEKİLDE AYIRMALIYIZ"

Suriye'deki bazı Kürt topluluklarının kimlik kartının dahi olmadığını belirten Gül, "Bununla birlikte, bir bütün olarak Kürt halkı ile terörist bir oluşum olarak PKK'yı birbirinden net bir şekilde ayırmalıyız." dedi.

Gül, sözlerine şu şekilde devam etti:

"PKK ve Abdullah Öcalan, 1970'li ve 1980'li yıllarda Suriye topraklarında faaliyet gösterdi. PKK, Ankara ve Şam arasında Adana Anlaşması'nın imzalandığı 1998 yılına kadar güvenlik ve istikrar boşluğunu istismar etmeye devam etti. Türkiye ve Suriye arasında terör örgütlerine karşı ortak eylem ve iş birliği konusuna gelince, bunun hem mümkün hem de gerekli olduğunu düşünüyorum. Adana Anlaşması'nın hükümleri bu tür bir iş birliğinin temelini oluşturabilir. Ancak teröristler ile ülkede yaşayan Kürt vatandaşları birbirinden ayırmak gerekiyor."

Röportajın tam metni şöyle;

Önce Türkiye'deki gelişmeleri konuştuk, sonra bölgesel ve uluslararası gelişmeleri... İç meselelerle ilgili olarak, geçen yıl Türkiye'de cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri yapıldı ve bu yıl da yerel yönetimler seçildi. Parlamento, cumhurbaşkanlığı ve yerel seçimlerin sonuçlarını nasıl okuyorsunuz?

- Bildiğiniz gibi, Cumhurbaşkanı (Recep Tayyip Erdoğan) geçen yılki seçimlerde yeniden seçildi ve seçildiğinde dış politikada ve ekonomik konularda bir değişim oldu. Seçimlerden sonra hem dış politika hem de ekonomik konularda benimsemeye başladığı gerçekçi bakış açısına uygun olarak hükümette bazı yeni bakanlar atamaya başladı.

Yerel seçimlerde ise muhalefet partileri, özellikle çok sayıda vatandaşın yaşadığı büyük şehirlerde büyük oranda oy kazandı. Bu sonuç, iktidar ile muhalefet arasında bir güç dengesi oluşmasına yol açmıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ekonomik reformları hayata geçirmesi, muhalefetin kazançlı çıktığı yerel seçimlerde kendisine pahalıya mal olmuş gibi görünüyor. Türkiye'deki seçmenlerin en büyük kaygısı ekonomi mi?

- Ekonomik faktör insanların hayatındaki en önemli faktördür ve bu bakış açısıyla, son seçimlerden önceki beş yılın ekonomik açıdan ve insanların ekonomik sorunlarıyla ilgilenme açısından kötü olduğunu söylüyorum.

Türkiye iki yılda Almanya'nın otuz yılda kabul ettiğinden daha fazla mülteci kabul etti Ne oldu; enflasyon neredeyse yüzde 100'e yükselmeye başladı ve insanlar arasındaki gelir ve servet dağılımı uçurumu da dramatik bir şekilde artmaya başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda daha önceki politikaların yanlışlığını fark etti ve ekonomik konularda niteliksel ve gerçekçi bir değişim başlatarak bu sorunu düzeltmek istedi. Bunun en önemli göstergelerinden biri de yeni Maliye Bakanı ve Merkez Bankası Başkanı'nı son derece nitelikli kişilerden seçmiş olmasıdır.

Bu önlemler biliniyor ve açıklanıyor ancak bu önlemler yeterli mi yoksa ekonomik durumu ele almak için hızla alınması gereken başka önlemler olduğunu düşünüyor musunuz?

- Başlayan yürüyüşün doğru bir yürüyüş olduğunu söylüyorum, ancak önceki politikalar yanlış olduğu için, hukukun üstünlüğü ve adaletin güçlendirilmesi, ekonomi ve halkın taleplerinin doğru şekilde ele alınması da dahil olmak üzere yeni ve önemli pratik adımlar atılmalıdır.

Bugün hukukun üstünlüğünün olmadığını düşünüyor musunuz?

- 2016'da Ankara'da yaşanan başarısız darbe girişimi ve çeşitli dış siyasi ve ekonomik faktörler bu alandaki ilerlemeyi büyük ölçüde etkiledi. Ben 2014 yılında görevden ayrıldığımda önemli bir ilerleme kaydetmiştik, ancak o zamandan bu yana çeşitli faktörler nedeniyle bir gerileme yaşandı ve bu gerilemeleri etkili bir şekilde ele almak için doğru ve rasyonel politikalara geri dönülmesi gerektiğine şüphe yok, şu anda olan da budur.

Sosyal meselenin Türkiye'de ve diğer tüm ülkelerde önemli olduğuna şüphe yok. Türkiye'deki sosyal durumu nasıl görüyorsunuz ve mültecilerin Türkiye'deki sosyal gerçeklik içindeki yeri nedir?

- Bu konular eskiden Türkiye'de oldukça garipti, ancak son zamanlarda, bildiğiniz gibi, Türkiye iki yılda Almanya'nın otuz yılda aldığından daha fazla mülteci aldı. Dolayısıyla Türkiye en çok mülteci alan ülkelerden biri haline geldi ve bu tabii ki genel olarak sosyal dokuyu da etkiledi.

Geçen yıl Türkiye'ye yaptığım ziyaret sırasında Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile görüştüm. Suriyeli mülteciler gerçek bir mesele mi yoksa bu mesele Türkiye'deki siyasi güçler tarafından siyasi nedenlerle mi kullanılıyor?

- Türk halkı bu konuda önemli ve birleşik bir duruş sergiledi. Mültecilerle ilgili büyük bir sorun yaşanmadı, sadece bazı münferit olaylar oldu. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde Türkiye'de beşten fazla yerel, cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri yapıldı ve hiçbir siyasi parti mülteci meselesini istismar etmedi. Son seçimlerde bu konu bir ölçüde öne çıktı, ancak Türk halkı konuyu ele alışında genel olarak insancıl davrandı.

Aslında muhalefet partilerini -özellikle de ana muhalefet partisini- bu konuyu seçimlerde bir silah olarak kullanmadıkları için takdir ediyorum. Aynı şey göç meselesinin son derece politize olduğu Avrupa için söylenemez.

ESAD VE ERDOĞAN VE MÜLTECİLER

Suriyeliler konusunda Suriyelilerin ülkelerine geri gönderilmesi konusu gündeme geliyor. Bu konudaki algınız nedir, Suriyelilerin bir kısmının geri gönderilmesi gerçekten bir çözüm müdür?

- Bu konuda birden fazla kez konuştum ve dedim ki herhangi bir ülkeye giden mülteciler kendilerini evlerinde hissetmezler. Elbette vatanlarını, evlerini, tarlalarını, okullarını özlerler ama aynı zamanda ev sahibi ülkede de bu insanlar bir süre misafir edilirler ve sonra sosyal sıkıntılar başlar, bazı yabancılarla ülke halkı arasında rekabet meselesi gibi, dolayısıyla mültecilerin geri dönüşü uygun bir şekilde olmalıdır ki bu konuda kendilerini rahat ve güvende hissetsinler.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Başkan Esad ile görüşme teklifini memnuniyetle karşılıyorum. Her şeyden önce önemli olan bölgede ve söz konusu ülkede barışın hâkim olmasıdır

Ancak bu mültecilerden bazıları sığındıkları veya yerlerinden edildikleri ülkede kalabilir. Bu durum nadir değildir ve birçok kez görülmüştür. Ancak önemli olan bu insanların kendi ülkelerine ve rahat ettikleri gerçek orijinal ortamlarına nasıl döndükleridir. Herkesin kendi vatanında, ülkesinde ve akrabalarının arasında rahat etmesini temenni ediyorum ve bu noktadan hareketle, ilgili tüm tarafları tatmin edecek şekilde bu amaca ulaşmak için önemli girişimler ve projeler olmalıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde Esad ile görüşmeye hazır olduğunu söyledi ve Esad ile görüşmek istemesinin nedenlerinden birinin de mültecilerin geri dönüşü konusu olduğu söyleniyor. Siz bu yaklaşım hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Esad ile görüşme önerisini memnuniyetle karşılıyorum ancak her şeyden önce önemli olan bölgede ve söz konusu ülkede barışın hâkim olmasıdır. Eğer o ülkede barış ve sosyal uyum varsa, elbette yerinden edilmiş insanların çoğu gönüllü olarak ülkelerine dönmek isteyecektir. Ancak istikrar ve toplumsal barış yoksa bu konuya öncelik verilebilir mi? Elbette şu anda bu konuda karar verme sorumluluğuna sahip bir konumda değilim.

Esad ve Erdoğan arasında bir görüşmeyi memnuniyetle karşılar mısınız, yoksa çekinceleriniz var mı?

- Eğer her iki taraf da samimi olarak görüşmek istiyorsa, durum dikkatli bir şekilde yönetilmelidir. Karşılıklı diyalog kurma iradesi varsa, geçmişteki farklılıkların üstesinden gelebilir ve ilişkilerinde yeni bir sayfa açabilirler. Ancak toplantının verimli geçmesi için kapsamlı bir hazırlık yapılması şarttır. Bunun için öncelikle gerilimi düşürmek ve verimli tartışmalara zemin hazırlamak üzere diplomatik, bakanlık, siyasi ve güvenlik gibi farklı düzeylerde toplantılar yapılması gerekebilir. Bu şekilde, iki başkan bir araya geldiklerinde, çözüm bekleyen meselelerin çözümünde somut ilerleme kaydetmiş olacaklardır. Bu hazırlıklar yapılmadan toplantı gerçekleşirse, muğlak konuların tartışıldığı bir toplantı süreci rayından çıkarabilir.

Türkiye Suriye topraklarının bütünlüğü konusunda isteklidir ve bu konu birden fazla kez dile getirilmiştir ve bu konuda herhangi bir tereddüt yoktur

Bildiğimiz gibi, kamuya açık ve gizli toplantılar yapıldı ve güvenlik servislerinin başkanları arasında büyük gizli toplantılar yapıldı ve inanıyorum ki şu anda bile Bağdat'ta, Moskova'da ve sınırda gerçekleşiyor ve ayrıca siyasi temaslar da var ve Esad'ın en azından Türk güçlerinin Suriye topraklarından çekilmesi ilkesini açıklamadan Erdoğan ile görüşmeyeceğini söylediği biliniyor. Esad'ın Suriye topraklarından çekilme ilkesinin açıklanması talebi hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Öncelikle Türkiye'nin Suriye topraklarının bütünlüğü konusunda istekli olduğunu ve bu konunun birden fazla kez dile getirildiğini ve bu konuda hiçbir tereddüt olmadığını bilmeliyiz. “Yeni Osmanlıcılık” ve benzeri konularda ortaya atılan bazı söylentiler hakkında konuşmaya yer yok. Türkiye, Suriye'nin egemenliği, toprak ve toplumsal bütünlüğü ile özgür olmasını istemektedir.

Bu konuda şüpheye yer yoktur. Bu açıdan bu konuya bakmaya başlamalıyız çünkü bu konu bir noktada görüşme sürecini kolaylaştırabilir.

Neden Türk ordusuna bağlı birlikler var? Elbette bir güvenlik ve terör boşluğu vardı ve Türkiye Suriye'nin güvenliğine zarar vermek ya da mevcut haritayı değiştirmek istemiyor. Bunun Suriyeli kardeşlerimiz ve dünya tarafından bilinmesi gerekiyor.

Bu konu Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Dışişleri Bakanımız ve ilgili tüm yetkililer tarafından dile getirilmiştir. Suriye'deki Türk askeri birliklerinin ne zaman ve ne şekilde çekileceğine gelince, bu tartışılması gereken bir konudur. Bunun nasıl yapılacağını bilecek sorumlulukta değilim, ancak tarafları tatmin edecek şekilde sorunsuz ve açık bir şekilde yapılacağını umuyorum.

Bu Irak için de geçerli, belki bazı Iraklılar varlığa ya da örneğin bazı baskınlara bakıyor olabilir ama bu varlık var olan güvenlik boşluğundan kaynaklanıyor çünkü Irak hükümeti bu meseleyi bitirebilseydi Türk ordusunun birlikleri girmeyecekti ve bu Suriye için de geçerli.

"KÜRTLER VE PKK'YI BİRBİRİNDEN AYIRMALIYIZ"

Irak ve Suriye arasındaki karşılaştırmalar iyi, Başika'da bir Türk üssü var ve Muhammed Şii el Sudani hükümeti ile PKK'ya karşı müzakereler yürütülüyor. En azından Suriye konusunda, teröristlere ya da Kürtlere, özellikle de PKK ve YPG'ye karşı savaşmak için Şam ve Ankara arasında bir işbirliği olasılığı olduğunu düşünüyor musunuz?

- Öncelikle Kürtlerin bu bölgede, Suriye'de, Irak'ta, İran'da ve Türkiye'de büyük bir etnik grup olduğunu kabul etmeliyiz. Bana göre, ülkelerinde eşit vatandaşlar olmalı, özgürlükten ve yasalarla güvence altına alınan tüm haklardan yararlanmalıdırlar. Bazı ülkelerdeki zorluklara rağmen, Suriye'deki bazı Kürt topluluklarının tarihsel olarak ötekileştirildiğini ve birçoğunun kimlik kartına bile sahip olmadığını unutmamak önemlidir. Bununla birlikte, bir bütün olarak Kürt halkı ile terörist bir oluşum olarak PKK arasında net bir ayrım yapmalıyız.

1970 ve 1980'lerde PKK'nın Suriye'de bir varlığı vardı ve Abdullah Öcalan Suriye topraklarında faaliyet gösteriyordu. PKK, Ankara ve Şam arasında Adana Anlaşması'nın imzalandığı 1998 yılına kadar güvenlik ve istikrardan yararlanmaya devam etmiştir. Terörist gruplara karşı Türkiye ve Suriye arasında ortak eylem ya da işbirliği konusunda ise bu hem mümkün hem de gereklidir. Adana Anlaşması'nın hükümleri bu tür bir işbirliğinin temelini oluşturabilir. Ancak teröristler ile ülkede yaşayan Kürt vatandaşları birbirinden ayırmak gerekir.

Kürt meselesine ilişkin bir başka soru: 1990'ların sonunda Türkiye, Irak'ın kuzeybatısında bir Kürt oluşumunun kurulmasını engellemek için Suriye, Türkiye ve Irak arasında “üçlü koordinasyon” olarak bilinen koordinasyona dahil oldu. Türkiye ve Suriye arasındaki mevcut gerilime rağmen, Suriye'nin kuzeydoğusunda bir Kürt oluşumunun engellenmesi için ortak çabalar devam etmektedir. Kürtlerin dört ülkedeki varlığından bahsettiniz: Türkiye, Suriye, İran ve Irak. Sizce bir Kürt devletinin kurulmasını engellemek için bu dört ülke arasında koordinasyon olmalı mı?

- Elbette, tüm bu ülkeler terörizm ve terörist gruplarla mücadele etmek için koordine edilebilir, teröristler ile bu ülkelerde yaşayan ve tam ve eşit haklara sahip olması gereken vatandaşlar arasında net bir ayrım yapılmalıdır. Ancak, bu devletlerin ulusal güvenliğini tehdit eden ayrılıkçı hareketler veya terör örgütleri varsa, elbette aralarında koordinasyon gerekli hale gelir.

Bir Kürt oluşumunun kurulmasını önlemek için koordinasyon dahil mi?

- Herhangi bir ülkenin tüm vatandaşlarının güvenlik, özgürlük ve tüm egemenlik ve yasal haklardan faydalanması gerektiğini kabul etmeliyiz. Temel haklar, ister Kürt ister başka bir milletten olsun, tüm vatandaşlara tanınmalıdır ancak terörist ya da ayrılıkçı hareketler insan haklarının meşru savunucuları olarak görülemez. Bu hareketler bazen Ruslar ve Amerikalılar gibi dış güçler tarafından araç olarak kullanılmaktadır. Ayrıca, herhangi bir Kürt oluşumu İsrail tarafından potansiyel bir müttefik olarak görülecektir. Bu nedenle, ilgili ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit eden tüm ayrılıkçı ve terörist hareketlerin üzerine kararlılıkla gidilmelidir.

Esad'ın hayatta kalması

* İsrail'e geri döneceğim ama “Arap Baharı” ile ilgili iki sorum var. İlk soru: Esad'ın - ki sanırım “Arap Baharı ”nın yaşandığı ülkeler arasında iktidarda kalan tek devlet başkanı o - iktidarda kalmasına şaşırdınız mı?

- Sürpriz olduğunu söyleyemem ama “Arap Baharı ”na tanıklık eden bölge ülkelerinin olumlu ya da olumsuz bir şekilde değiştiğini görüyorum.

Esad ile en son ne zaman temas kurdunuz?

- 2011 yılında, Arap Baharı'nın başlangıcında. Suriye'de görmek istediğim son şey Suriye ordusu ile kendi halkından silahlı bir grup arasında bir çatışma olmasıydı.

Olaylar 2012'de geliştikçe ve Rusya ile İran kendi çıkarları doğrultusunda sürece dahil oldukça, Suriye'de hızlı bir rejim değişikliği olasılığından şüphe etmeye başladım. Rusya'nın Akdeniz'de geleneksel bir politikası olduğu ve İran'ın da ulusal çıkarlarını gerçekleştirmek için kendi gündemi olduğu iyi bilinmektedir. Rusya ve İran'ın rejimi desteklemeye devam edeceği, Suriye'deki silahlı hareketlerin ise aynı düzeyde güçlü bir destek alamayacağı ve bunun da dengesiz hesaplamalara yol açacağı açıktı. Bu görüşümü hükümetimle paylaştım ve uluslararası forumlarda dile getirerek bu çatışmanın ancak diplomatik veya siyasi bir çözüme doğru ilerleyerek çözülebileceğini vurguladım. Her şey aynı kaldığı için durumun bugün gördüğümüz noktaya geleceğini tahmin etmiştim.

Filistin'in kendi içinde, ister Batı Şeria'da ister Gazze'de olsun, iki cephede bölünmüşlük söz konusudur ve bu bölünmüşlük İsrail'e şu anda olduğu gibi hareket etme kabiliyeti vermiştir

Son ciddi girişimin 2012 yılında Suriye'ye BM-Arap Ligi ortak elçisi olarak atanan (eski BM Genel Sekreteri) Kofi Annan'dan geldiğini hatırlıyorum. 2012'de Chicago'daki NATO zirvesi gibi uluslararası forumlarda yaptığım konuşmalarda, bu çabanın Suriye için son şans olduğunu vurgulamış ve bunu siyasi bir sürecin takip edeceğini ummuştum. Durumun bu trajik noktaya ulaşmış olması beni derinden üzdü. 400.000'den fazla ölü var ve bu da durumu gerçekten acı verici kılıyor.

“Arap Baharı” ve ardından Gazze ve Lübnan hakkında bir soru. Bazı Arap ülkelerinde yaşanan “Arap Baharı'ndan 13 yıl sonra ne düşünüyorsunuz? Bu deneyimi nasıl değerlendiriyorsunuz ve bu gerçekten bir ’Arap Baharı” mıydı yoksa bir “sonbahar” ya da “kara kış” mıydı?

- Arap gençlerinin ve halklarının taleplerini kesinlikle meşru gördüm. İnsana yakışır bir yaşam arayan ve iyi bir yönetim talep eden gençlerin ve vatandaşların asil bir hareketi olarak gördüm. Monarşiler de dahil olmak üzere bazı ülkeler, vatandaşlarının meşru taleplerinin birçoğunu yerine getirmeye çalışarak krizi yönetmeyi başarırken, “seçilmiş diktatörler” durumu düzgün bir şekilde ele almakta başarısız oldu.

Sizce “Arap Baharı” başarısız mı oldu?

- Tunus'ta başladığını ve Tunus'un şu anda geldiği noktayı gördüğümde, Tunus'taki son seçimlere katılımın yüzde 27 civarında olduğunu görüyorum. Bu nasıl iyi olabilir? Raşid Gannuşi 83 yaşında ve eskiden seçimlere katılırdı ve bu adam şu anda hapiste.

“Arap Baharı” sizi hayal kırıklığına uğrattı mı Sayın Cumhurbaşkanı?

- Hayal kırıklığı değil ama işlerin bu hale gelmesinden üzüntü duyuyorum çünkü Arap halklarının ekonomik ve sosyal olarak iyi yaşama umutları ve istekleri var ve hükümetlerin hesap verebilir olmasını istiyorlar. Arap halklarının Almanlar, Fransızlar, İngilizler ya da diğerleri gibi ekonomik, siyasi, sosyal vb. konularda haklarını garanti altına alacak şekilde yaşamaya hakları yok mu?

"MÜSLÜMAN ÜLKELER BİRLİK İÇİNDE DEĞİL"

* İsrail uçakları Şam'ı bombaladı, şu anda Beyrut'u bombalıyor, Yemen'de Hudaydah'ı bombaladı, Gazze'yi bombalıyor, Batı Şeria'yı bombalıyor, Irak'ı bombalıyor ve İran'ı bombalıyor. Bu manzarayı nasıl görüyorsunuz?

- Bu durum beni derinden üzüyor. Bölgedeki Müslüman ülkeler birlik içinde değiller; derin bir şekilde bölünmüş durumdalar. Filistin'in kendi içinde bile hem Batı Şeria'da hem de Gazze'de iki cephede bölünmüşlük var. Bu bölünmüşlük İsrail'e istediği gibi hareket etme kabiliyeti vermiştir. Bölge ülkeleri arasındaki birlik ve beraberlik eksikliği, özünde İsrail'e böyle davranması için tarihi bir fırsat vermiştir.

* Hamas saldırısının birinci yıldönümü 7 Ekim'de gerçekleşti. Siz 7 Ekim'i nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Ben hiçbir şekilde silahsız ve savunmasız sivillere yönelik saldırılardan yana değilim. Ancak BM Genel Sekreteri António Guterres'in bu bağlamda söylediklerinin anlaşılması çok önemli: Bu saldırılar bir boşlukta gerçekleşmedi.

İsrail'in tüm politikaları 1967 sınırlarına geri çekilme meselesini ortadan kaldırmaya yöneliktir. İsrail hükümeti tüm eylemleriyle bu meseleyi sona erdirmek istiyor

İsrail onlarca yıldır Filistin topraklarını yasadışı ve haksız bir şekilde işgal etmektedir. Bunun da ötesinde İsrail, ilgili Güvenlik Konseyi kararlarına rağmen Batı Şeria'da acımasız bir yerleşim politikası uygulamaktadır.

İsrail makamları Filistinlileri sistematik ve sürekli bir şekilde topraklarını terk etmeye zorlamaktadır. Tüm bu baskılarla birlikte, insanlar sürekli olarak onurlarından ve temel haklarından mahrum bırakıldıklarında, kendi kendilerine şöyle diyebilirler: “Birlikte ölelim; nasıl olsa sona doğru yürüyoruz”. İnsanların hakları ellerinden alındığında ya da onlara insan gibi davranılmadığında, direniş hareketlerinin ortaya çıkması doğaldır. Ve öyle de oldu.

Hizbullah liderlerini öldüren ve Lübnan'ı bombalayan İsrail şimdi Lübnan'da ne istiyor?

- İsrail'in tüm politikaları 1967 sınırlarına geri çekilme meselesini iptal etmeye yöneliktir, tüm eylemleriyle bu meseleyi sona erdirmek istemektedir ve bu nedenle bu meselenin önündeki tüm kısıtlamaları kırmak istemektedir.

2006 yılında 1701 sayılı karar kabul edildiğinde İsrail geri çekilecek ve Hizbullah silahsızlandırılacaktı. Ancak işgal bitmeyip mücadele ve direniş başlayınca biri diğerine bağlandı.

Yani çözüm 1701 mi?

- Sadece 1701 değil, bu konudaki en son karar olduğu için ama temel 1967 sınırlarıdır (242 sayılı karar). Ben 1701'den sadece Lübnan meselesi için bahsettim.

Son zamanlarda Türkiye'nin İsrail'in “Vaat Edilmiş Topraklar ‘ı istediğine dair açıklamaları hakkındaki yorumlarınız nelerdir ve bildiğimiz gibi yakın zamanda Türk parlamentosunda İsrail'in ’Vaat Edilmiş Topraklar” için bir planı olduğuna ve Türkiye'ye yönelik bir tehdit olduğuna dair bir oturum yapıldı. Siz bu söylemin bütünü hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Bu ideolojik ya da mitolojik iddialara önem vermiyorum, bunlar modası geçmiş hayaller. İsrail Türkiye'ye karşı düşmanca bir tavır sergilemeye cesaret edemez.

"ORTA DOĞU'DAKİ MÜSLÜMAN DÜNYASI İÇİNDE BÖLÜNME VAR"

İsrail ve İran arasında eskiden bir “gölge savaş” vardı. Vekiller ve müttefikler aracılığıyla savaşıyorlardı. Son aylarda, Nisan ayında, İsrail ve İran arasında doğrudan savaşın yeni bir aşamasına geçtik ve nihayet İran İsrail'i vurdu, İsrail de İran'ı bombalayarak karşılık verdi. Bölgesel bir savaştan ve İran-İsrail çatışmasından endişe duyuyor musunuz?

- Daha önce de belirttiğim gibi bölge bir bütün değil. Maalesef Orta Doğu'daki Müslüman dünyası içinde bir bölünme var. İran'ın sertlik yanlısı politikaları bölgedeki tehdit kaynaklarının algılanışını değiştirdi; Arap devletleri geleneksel olarak İsrail'i birincil tehdit olarak görürken, İran bu rolde onun yerini aldı. Bu durum bazı Arap devletlerinin İsrail ile doğrudan ya da dolaylı ilişkiler kurmasına yol açmıştır ki İsrail de tam olarak bunu beklemekte ve bu bölünmeden faydalanarak emellerini gerçekleştirmektedir. Bu durum bölgeyi ve bölgenin genel uyumunu etkilemiştir.

Son zamanlardaki tek olumlu gelişme, Çin'in arabuluculuğuyla Suudi Arabistan ve İran arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden başlamasıdır ve bu hamle bölgeye fayda sağlamıştır

Bence son zamanlardaki tek olumlu gelişme, Çin'in arabuluculuğuyla Suudi Arabistan ve İran arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden başlaması oldu ve bu hamle bölgenin yararına oldu.

İran'ın İsrail'i haritadan silme ve İsrail devletini sona erdirme yönündeki düşmanca söylemleri ve sloganları Tel Aviv'in işine yaradı ve ABD ile bazı Avrupa ülkelerinin sınırsız askeri desteğini meşrulaştırmak için bahane olarak kullanıldı.

İsrail bölgedeki savaşın kapsamını genişletmek istiyor, çünkü bunu kendi çıkarına görüyor ve bu amaca ulaşmak için bölgesel tarafları, özellikle de İran'ı kışkırtmaya çalıştığını görüyoruz.

Çin himayesinde Suudi-İran anlaşmasından bahsettiniz, ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yeni bir yaklaşımı ve Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkilerde bir iyileşme söz konusu. Türkiye Cumhurbaşkanı'nın yeni yaklaşımını en azından bölgesel olarak nasıl görüyorsunuz?

- Bu adımları tamamen destekliyorum ve bu kardeş ülkelerle ilişkilerimizin on yılını kaybetmiş olmaktan üzüntü duyuyorum. Türkiye ile bu ülkeler arasındaki dayanışmanın bölgenin güvenliği ve refahı üzerinde olumlu etkileri olacağı için bu yaklaşımı tüm kalbimle destekliyorum.

Filistin meselesine dönecek olursak, İsrail-Filistin ihtilafındaki önemli bir zaafa dikkatinizi çekmek isterim: Filistinlilerin kendi aralarındaki bölünmüşlük. Bu bölünmüşlüğü sona erdirmek için İki Kutsal Caminin Hamisi Kral Abdullah bin Abdülaziz'in girişimleri başta olmak üzere pek çok çaba sarf edilmiştir.

Ben de daha önce üstlendiğim çeşitli görevlerde Filistinlileri bir araya getirmek için girişimlerde bulundum. Gazze ve Batı Şeria iki farklı halktan oluşmuyor; hepsi haklarından mahrum bırakılmış Filistinliler. Tüm bu acılar karşısında birlik olma zamanı gelmiştir.

Kral Abdullah tarafından 2002 yılında Beyrut'ta sunulan ve İran'ın da dahil olduğu İslam İşbirliği Teşkilatı tarafından onaylanan Arap Barış Girişimi'nin, Filistin meselesine etkili ve sonuç alıcı bir çözüm bulunması için çok önemli bir çaba olduğunu da kabul etmeliyiz. Bu meseleye iki devlet formülüne dayalı kalıcı bir çözüm bulunmadan, Orta Doğu'da bölgesel barış ve güvenliğin sağlanması zor olacaktır.

Son bir soru, Türkiye'nin uluslararası ağırlığı var ve G20'nin bir parçası. Açık bir bölgesel iş gücü var ama aynı zamanda uluslararası bir iş gücü de var, Çin'in yükselişi var, Ukrayna'da Rusya var, NATO var ve Amerika'nın rolü zayıflıyor olabilir. Yeni bölgesel düzeni nasıl öngörüyorsunuz ve daha da önemlisi önümüzdeki yıllarda yeni uluslararası düzeni nasıl görüyorsunuz?

- Mevcut koşullar altında, Batı'nın güçlü bir şekilde savunduğunu iddia ettiği insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi gibi evrensel değerler ve normlar, İsrail'in Filistin'i işgali ve Filistinlilere yönelik saldırganlığı söz konusu olduğunda aynı standartları uygulamayı reddeden Batılıların kendileri tarafından ayaklar altına alınmaktadır.

ABD ve Çin arasında özellikle ekonomik meseleler ve nüfuz alanları konusunda yaşanan mevcut çatışma, şüphesiz yeni bir kutuplaşma dönemine yol açacaktır

Gazze'de yaşanan muazzam acılara karşılık vermekte uluslararası sistemin başarısızlığı ortadadır. Başta ABD olmak üzere Batılı aktörlerin Gazze'deki savaşa yönelik tutumları, Rusya-Ukrayna savaşına yönelik tutumlarından farklıdır.

Bu ikiyüzlülük onların inandırıcılığını ve ikna ediciliğini azaltmaktadır. Ne yazık ki bu ayrım, bazı ülkelerin Batı'nın bu açık önyargısına karşı koymak için Çin'de ya da başka yerlerde otoriter rejimlere yönelmesine yol açabilir.

ABD ve Çin arasında özellikle ekonomik meseleler ve nüfuz alanları konusunda yaşanan mevcut çatışma, şüphesiz önümüzdeki on yıl içinde dünyada yeni bir kutuplaşma dönemine yol açacak ve bu da Orta Doğu ve ötesinde büyük zorlukları beraberinde getirecektir.

Bu nedenle Batı dünyası davranış ve uygulamalarını gözden geçirmeli, diyalog ve dürüstlüğe dayalı, uluslararası hukukun gereklerine ve evrensel ilkelere saygılı, adil, katılımcı ve şeffaf politikalar izlemeye geri dönmelidir; o zaman kaybettikleri güveni yeniden kazanabilir ve Arap dünyasının ve Asya'dan Latin Amerika'ya kadar geniş bir bölgenin halklarının güvenini yeniden kazanabilirler.

Bu anlayış Batı dünyasını ve kurumlarını yeniden ilham verici hale getirebilir, ancak bunu yapmazlarsa hayal kırıklığına uğramaya devam edeceklerdir.

Batı'nın bu değişimi gerçekleştirmesi, artan farkındalıkla birlikte hem Batı'da hem de Doğu'da pek çok ülkeyi kendi içlerine odaklanmaya, sosyal ve ekonomik politikalarını yeniden düşünmeye ve iyi yönetişim yaklaşımını uygulamaya teşvik edecektir.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR (13)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
13 Yorum
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN