Güvenli bir dünya için sorumluluğumuz

Batı dünyasında, “Aydınlanma” denilen bilim çağının başlangıcından, geçtiğimiz yüzyıla gelinceye kadar, insanlığın en azından bir kısmı, Batı modernizminin “hümanizm” üst başlığıyla sunduğu vaadlerin gerçeğe dönüşmesini umutla bekledi. Fakat zamanla bu umut, Batı entelektüel çevrelerinde ve bilhassa Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki modern sömürgecilik ve vekâlet savaşlarıyla birlikte dünyanın geri kalanında karamsarlık ve güvensizliğe dönüşmeye başladı. Aydınlanma ve bilim, maddi hayatın konforunu artırmada kısmen başarılı olsa da ahlâkî yücelik, ruh dinginliği, gönül zenginliği, gelecek güvenliği, küresel adalet, küresel adil paylaşım gibi konularda beklentileri karşılamadı; bu konularda şartların giderek daha da kötüleştiği yönünde kaygıları artıran yığınla gelişmeler oldu ve oluyor. Gelinen noktayı eleştirenlerden Alman yazar ve şair Enzensberger, meşhur Titanic faciasını, Titaniği üreten modern “Batılı bilim”in tüm insanlığı batırması olarak yorumlar.

Sonuçta “nicel” alanlarda gelişmiş ülkeler, bir yandan güttükleri zalimane politikalarla ümitlerini tükettikleri toplumları, Batı’ya yönelik tehdit kaynağı haline getirirken, diğer yandan tehdit beklentisini de sömürü ve çıkar fırsatlarına dönüştürdüler. Trump bu ahlâkî iflası, Suriye’ye dair söyledikleriyle pişkince sergiledi: “Biz Suriye’de petrolü aldık, bırakın diğerleri savaşsın”; “Petrolü seviyorum.”

* * *

Soykırımın ancak modern bir toplumda mümkün olduğunu yazan postmodernist düşünür Zygmunt Bauman’ın ifadesiyle İnsanî ilişkiler, ötekilerin refahı ve iyiliği için duyulan sorumluluk temelinde yürütüldüğü oranda ahlâkîdir.” Oysa Batı modernizmi sayesinde dünyanın bir yarısı, öbür yarısına kendi ülkelerini toplama kampı ve mezarlık haline getirmiştir. Böyle bir dünyada kampın dışındakiler içindekilerden gelecek tehlikelere karşı nasıl güvende olabilirler? Oyun kurucu rolleriyle dünyayı bu noktaya getirenler, gözlerindeki at gözlüğünü çıkarmazlarsa, elleriyle büyüttükleri bu güvensizlik tehdidi er veya geç yönetemeyecekleri bir seviyeye ulaşacaktır. Ancak onların sömürü tutkuları (“Petrolü seviyorum!”) bu tehlikeyi görmeleri ihtimalini gittikçe zayıflattığına göre, dünyanın her iki yakasını da güvenli ve huzurlu hale getirmenin daha ümit verici yolu, insanı petrolden daha çok seven düşünce insanlarının ve onların öncülüğünde toplumların, Batı’sıyla doğusuyla yerkürenin tamamında akıl ve bilim ile ahlak ve adaletin ışığında yeni bir bilinç ve duruş oluşturarak dünyayı, insanlığın üç milyon yıllık tarihinde ilk defa karşılaştığı büyük yok oluş felaketinden kurtarmalarıdır.

* * *

Esasında, farklı dinler ve ırklar arasında çoğulculuğu ve hoşgörüyü yaşatma tecrübesine sahip tek medeniyetin mirasçısı olan (Bernard Lewis) Müslümanların, insanlığın bu zor zamanında -Muhammed Taha’nın belirttiği üzere- o tecrübeyi çağdaşlaştırıp, kendi kültürel değerleri üzerine yeni bir modernlik kurarak dünya barışını sağlama ve kalıcı kılmada insanlığa hizmet etmeleri beklenirdi. Ama onlar, bu sürecin aktörlerinden olmak yerine, bugünkü halleriyle, dinî ve kültürel yönden geçmişe saplanıp kaldılar ve böylece kötülüklerin nesnesi oldular.

Müslümanlar, sözünü ettiğim şekilde, “dünyanın her iki yakasını da güvenli ve huzurlu hale getirme” vizyonunun aktörlerinden olabilirler mi? Evet ama bunun olmazsa olmaz şartı, bu yöndeki çabalara katkı sağlamaya uygun bir zihinsel dönüşümü başarmalarıdır. Bu da ancak başta dinî alanlar olmak üzere, eğitim ve öğretimde topyekûn bir dönüşümden geçer. Alanımla ilgili konuşacak olursam, Müslümanlar, dinlerini kendi çağlarının şartları ve sorunlarıyla birlikte okumalıdırlar; İslam’ın, bireysel bir iç aydınlanma, inanç dinginliği, erdemlilik olmasının yanında ve ötesinde, insanlık için huzur, rahmet, ahlak ve mutluluk sağlasın diye vazedildiğini, Kur’an’da bundan dolayı Hz. Peygamber için “âlemlere rahmet” denildiğini, Allah’ın “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır” buyurmasının nihai anlamının da bu olduğunu, yine bunun için -tarihsel olguların ötesine taşan evrensel bir ilke olarak- “Bir topluluğa duyduğunuz kızgınlık sizi adaletten saptırmasın” buyurulduğunu görmek, son noktada dini bu istikamette anlayıp anlatmaları gerektiğini kavramak zorundadırlar.

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum