Aramızda bir ‘yamyam’ dolaşıyor

Aramızda bir ‘yamyam’ dolaşıyor

Yunan yazar Dimitris Sotakis ‘Romanyalıyı Yiyen Yamyam’la okuyucularını selamladı. Sotakis romanda, son yıllarda baş döndürücü hızla artan sınır ötesi göçleri bir aşk hikayesi etrafında anlatıyor. Sisteme kara mizahla esaslı bir eleştiri getirilen kitapta, vahşi kapitalizim ‘yamyam’ metaforu altında bedene sokularak insanların arasında dolaştırılıyor. Yazar “Hikâyelerim kurgusal ama merkezinde her zaman ideal gelecek arayışı içeresinde olan insanın mücadelesi var” diyor.

'Soluğun Mucizesi’ romanıyla tanıdığımız Yunan yazar Dimitris Sotakis’ten, tüketim kültürü ve paranın hegemonyası üzerine keskin bir eleştiri adlı ‘Romanyalıyı Yiyen Yamyam’ kitabı raflarda. Dünya gündeminden hiç düşmeyen ulusaşırı göç olgusunu sarsıcı bir aşk hikâyesiyle harmanlayarak; insanların mutluluğa ulaşma yolunda ne denli acımasız olabileceğini gözler önüne seren bu metaforik roman, aykırı bir vahşi kapitalizm hicvi sunuyor. Okuru kendi vicdanıyla baş başa bırakarak mutluluk algısını ve değerlerini sorgulamaya iten Romanyalıyı Yiyen Yamyam, Avrupa edebiyatının yükselen yıldızlarından Sotakis’in artık alametifarikasına dönüşen absürt kalemi ve sınır tanımaz mizahi üslubu ile bir kez daha kendine hayran bıraktırıyor. Sotakis’le yeni kitabını konuştuk: 

  Bir Süpermarketin Hikâyesi, ‘Soluğun Mucizesi’nin ardından Türkçe ’de ‘Romanyalıyı Yiyen Yamyam’ adlı romanınız yayımlandı. Romanlarınız alışagelmiş roman kalıpları içine girmiyor. Absürt, trajik, metaforik… Siz romanlarınızı nasıl tanımlıyorsunuz?

Hikâyelerimi modern insanın hayatla uğraşı ve sonsuz mutluluk arayışı çabasına odaklanan sembolik hikâyeler olarak tanımlayabilirim. Hikâyelerimi olağan dışı çevrelerde yaşayan; saplantılı, deli, yalnızlıktan muzdarip ve aynı zamanda müthiş bir yaşama arzusu olan kahramanlarla paradoksal bir biçimde inşa ediyorum. Hikâyelerim kurgusal ama merkezinde her zaman ideal gelecek arayışı içeresinde olan insan mücadelesi var.

  Türkçede yayımlanan romanlarınızın ortak bir özelliği var: O da kahramanlarınızın yalnız olması. Yalnızlığı modern hayatın dayatması dışında nasıl açıklarsınız?

Kahramanlarımın yalnızlığını varoluşsal ve bazen ahlaki olarak açıklarım. Eğer onlara bir mikroskopla bakacak olursanız, onların paranoyak isteklerle dolu, psikozlu insanlar olarak görürsünüz. Yalnızlık modern toplumlarda oldukça yaygın olan bir şeydir. İçimize kapanık şekilde sanki bir kafesin içinde sadece kendimizle yaşıyor gibiyiz.

19-04/18/a.jpg

  Türkçeye çevrilmiş kitaplarınızdaki tüm roman kahramanlarınızın hangi ülkede yaşadıklarını, kültürlerini, kendilerini nereye ait hissettiklerini bilmiyoruz. Böyle bir roman kahramanı tercihinizin sebebi nedir?

Hiçbir zaman gerçeklikle ilgilenen biri olmadım. Edebiyat benim için gerçeklikten, esasında kendi hayatımdan bir kaçış yoludur. Bu yüzden, kasıtlı olarak gerçek olan her şeyle bir mesafe koymayı tercih ettim. Belirli bir şehirde yaşanan şeylerle ilgilenmiyor; bunu kısıtlayıcı ve sıkıcı buluyorum. Dolayısıyla hikâyelerimi gerçek olmayan bir atmosferde sadece olaya önem vererek anlatmayı seçiyorum.

  Romanyalıyı Yiyen Yamyam romanın kahramanı Zerin, Romanya’yı hiç görmemiş ama buraya tutkuyla bağlı. Tutkulu, bir açıdan da saplantılı insanların din ve siyasal amaçlı neler yaptığını görüyoruz günümüz dünyasında. Siz, modern insanın tutkusunu nasıl tanımlarsınız. Tutku kavramı sizin için ne ifade ediyor?

Bence tutku kavramı kişisel bir meseledir ve sanatta ya da aşkta olduğunda muhteşemdir; fakat sizin de belirttiğiniz gibi yanlış şekilde kullanıldığında felakete sebep olabilir.  Esasında tutku benim için mantıkla açıklanamayan, metafizik bir yanı olan ama aynı zamanda olumlu ve zihinsel açıdan da sağlıklı bir yön barındıran istek, demektir. Tutku, gerçeklikle başa çıkmanın bir yollarından biridir.

  Romanyalıyı Yiyen Yamyam romanında kapitalizmin, sömürgeciliğin insan ilişkilerinden başladığını görüyoruz. Zerin, paranın hegemonyasını mülteci bir aile üzerinde gösteriyor. Bu da ona özgüven kazandırıyor. Şunu merak ediyorum. Eğer Zerin’in yeterince parası olmasaydı, aile üzerinde daha farklı bir sömürge yolunu tercih eder miydi?

Bence parası olmasaydı da alımlı biri olurdu. Tabii ki para kapıların açılmasına yardım edip ona bir çeşit özgürlük sundu ama bu güçlü silahı olmasaydı da tutkusu ve aklı sayesinde hedeflerini gerçekleştirebilirdi. Onun bu büyük tutkusunu, eylemlerinin ve hedeflerinin arkasındaki itici güç ve tabii ki Ionela ve çocuklarına olan sevgisinin nedeni olarak görüyorum. Bence şöyle ya da böyle “kazanan” o olurdu.

  Önceki yüzyıllarda aileyi bir arada tutan güçlü bağlar vardı; din, gelenek görenek gibi. Modern toplumla birlikte aile bağları zayıfladı. Bunu romanda, Romanya’dan gelen ailede de görüyoruz. Para karşısında çabuk dağılıyorlar. İçinde yaşadığımız yüzyılda ailenin bağlarının zayıflamasını siz nasıl yorumluyorsunuz?

Paranın aileyi parçaladığı konusunda emin değilim. Bence sebep daha çok Zerin’in onlara sonsuz olarak sunduğu daha parlak, mutluluk ve zevkle dolu bir gelecek kapısının aralanmasıydı. Aile bağlarının artık eskisi kadar güçlü olmadığı elbette doğru, fakat bence bu teknoloji ve sosyal medyanın gelişmesiyle insanlar arasında yıkılacağına inşa edilen duvarlardan kaynaklanan içsel yalnızlığın bir sonucu.

Kitaplarınızın Türkçeye çevrilmesi, diğer dillere çevrilmesinden daha farklı bir anlam içeriyor mu sizin için?

Kitaplarımın başlıklarının Türkçe ‘ye orijinal haliyle çevrilmesinden çok mutluyum. Yayımcıların her şeyi değiştirme yoluna gittiği çok vaka var. Başlarda bu beni kurcalıyordu ama şimdi alıştım. Türk çevirmenimin ve yayımcım Delidolu’nun ortaya çıkardığı işten çok memnunum ve bunun için onlara teşekkür etmek istiyorum.

  Romanınızda “Başkasının hayatını çalmış gibiyim,” diyor kahramanımız Zerin. Kapitalizmi özetleyen bir cümle olmuş. Siz, kapitalizmi nasıl tanımlıyorsunuz?

Kapitalizm güçle ilgili bir şey ve bu gücü amaçlarını gerçekleştirmek için kullanan insanlardan nefret ediyorum. Kapitalizm bir yarış ve yarışları sevmem. Hayat bir yarış değildir. Umutsuzca kazanmak için çabalayan insanlardan bıktım. Ne kazanıyoruz? Ne anlamı var? Bunların hepsi boş şeyler.

  İki komşu ülke olmamıza rağmen Türkçeden Yunancaya- Yunancadan Türkçeye çok az edebi eser çevriliyor. Bir Yunan edebiyatçı olarak bu konudaki düşünceniz nedir?

Bence ortaklaşa çalışmalı ve daha çok çeviri için daha iyi bir strateji oluşturmalıyız. Eminim ki her iki ülkede de müthiş yazarlar var ve biz okuyucuların onları tanımalarını ve çalışmalarını keşfetmelerini sağlamalıyız. Bu yönde bir katkımın olmasından çok mutlu olurum.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN