Bu atlas edebiyat ‘ülkesine’ götürüyor

Bu atlas edebiyat ‘ülkesine’ götürüyor

Necip Tosun ‘Edebiyat Atlası’ ile okuyucularıyla buluştu. Usta öykücü “Kendi gençliğim için yazdım’ dediği kitabını anlattı: Yazarlar okumak istedikleri kitapları yazmaz mı zaten? Edebiyat Atlası ile genç edebiyatçılara ve okurlara bir kılavuz kitap hazırlamak istedim. Acaba bu, iyi edebiyata hevesli genç okura ve yazara bir yol haritası olabilir mi diye düşündüm. Kitabın temel mantığı buydu.

ÖMER FARUK/ İSTANBUL

Sahaflardan, çağdaş kitapçı dükkânlarından merakla toplayıp getirip kütüphaneme dizdiğim kitaplar çoğaldıkça dertlenmeye, sormaya başlardım: iyi bir kitaplık nasıl kurulur? Hanidir üzerinde kafa yorduğum bir konu bu: nitelikli okurluk, iyi bir okur olmak, gerçek bir kütüphane kurmak… Ne zamandır okuma listeleri hazırlıyorum; kitaplığımı bir yandan kusarcasına boşaltıp, öte yandan iştahla tekrar çoğaltıp duruyorum. Soruyorum kendi kendime: kalıcı eserler vermenin yolu –öncelikle- bolca okumaktan, usanmadan okumaktan, okudukça zenginleşmekten geçmiyor mu? Edebiyatın çiçekli bahçesinde dolaşmadan, klasikleri döne döne, sindire sindire, yavaş yavaş okuyup hazmetmeden nasıl yazar olunur? Peki neleri nasıl okumalı? Nitelikli bir kitaplıkta hangi tür kitaplar olmalı? Tam da bu sorularla meşgulken, bugünlerde çıktı Öykücü Necip Tosun’un kitabı: ‘Edebiyat Atlası!’ Kendisiyle Türkiye’deki okuma alışkanlıkları, şahsi kütüphanesi ve yukarıdaki soruların da yanıtlarını içeren, “kendi gençliğim için yazdım” dediği kitabı üzerine konuştuk.

Bu kitabın yazılış öyküsünden başlayalım dilerseniz. Hacimli bir eser olmuş. Sizi böyle bir kitabı yazmaya iten motivasyon nedir?

Otuz sene önce edebiyat hayatıma yeni başladığımda edebiyatın temel konularını tartışan, okuma ve yazma tecrübelerini aktaran, okuma listeleri bulunan kitaplar arıyordum. Bir edebiyat okuru neler okumalı? Bir yazar adayı hangi yollardan geçer? Aslında genç bir yazara yol gösterecek kılavuz kitap arıyordum otuz yıl önce. Bu kitap biraz da o arayışımın ürünüdür. Genç edebiyatçılara ve okurlara bir kılavuz kitap hazırlayayım dedim. Önce başlıkları belirledim. Sonra yazdım. Zamanımı da aldı açıkçası. Dört beş yılı buldu. Önereceğim kitaplarla ilgili seçmeler, elemeler yaptım. Bu kitabı kendi gençliğim için yazdım. Yazarlar okumak istedikleri kitapları yazmaz mı zaten?

Okumak bir keşif serüvenidir aslında. Bir kitabı okuyorsun oradan öteki kitaba gidiyorsun, ondan öbürüne geçiyorsun… Dolayısıyla şahsi bir serüvendir bu. Otuz yıl önce ben şunu sorardım mesela kendime; acaba Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik hangi kitapları okumuştur? Büyük yazarlar, sevdiğim isimler acaba hangi kitaplardan beslenmiştir… Böyle bir merakım vardı. Sait Faik’in müze yapılan evini ziyaret ettiğimde ilk uğradığım yer kütüphanesi oldu mesela… Yazarları yazarlığa hazırlayan kitapları hep merak etmişimdir. Edebiyat Atlası benim okuma serüvenimde karşılaştığım soruların yanıtıdır. Acaba bu, iyi edebiyata hevesli genç okura ve yazara bir yol haritası olabilir mi diye düşündüm. Kitabın temel mantığı budur.

Böyle bir çalışma için Türkiye’de ve dünyada ilham aldığınız kişiler oldu mu? Mesela hemen aklıma Alberto Manguel geliyor benim…

Kesinlikle… Bu kitabı hazırlarken Manguel’in okuma üzerine yazdığı kitaplardan da yararlandım. Calvino’nun klasikler üzerine kitabından da… Batı’da bu çok yaygın. Orada çok ciddi bir kanon var. Klasikler, seçme eserler çok bilindik. Bizde ne yazık ki yazarlarımız kendi okudukları kitaplara ilişkin, kendi kütüphanelerine ilişkin, sevdikleri kitaplar üzerine çok konuşmuyorlar, yazmıyorlar. Bizde böyle bir gelenek yok. Bizde Türk Klasikleri dediğimizde üzerinde anlaştığımız yüz kitap yoktur. Daha çok ideolojik bir bakış açısına sahip olduğumuz için her mahallenin kendi kanunu var! Ben bu çalışmamda mahalleleri aşarak insanlar, inançlar ve hatta kuşaklar arasında var olan duvarları yıkmak, bir köprü kurmak istedim. Sağ-Sol, Doğu-Batı ayrımı yapmadım.

Üzerinde mutabık kaldığımız bir Türk kanunu yok, dediniz ve bunun biraz da ideolojik çatışmalardan kaynaklandığını belirttiniz. Peki ülkemizde okumaktan ziyade hemen yazma isteği daha ağır basıyor olabilir mi?

Kesinlikle buna katılıyorum. Bence yazarlık iyi bir kütüphane oluşturma serüvenidir öncelikle. Evvela bolca okursun, iyi bir kütüphane oluşturursun, ondan sonra bir tane de ben yazayım, şu rafa bir kitap da ben ekleyeyim dersin. Okurluk ve yazarlığı bir arada düşünüyorum. Bizde genç kuşaklar kestirme yoldan, doğrudan yazarlığa geçiyorlar. Hangi türde yazıyorsan, öncüleri bilmeden, o birikimi öğrenmeden ortaya çıkartacağın şey yeni bir şey olmayabilir… Onları aşamayabilir… Onlardan yararlanamayabilir… Pek çok zaafı var bunun. Ayrıca edebiyatımızı çölleştiriyor bu durum. Büyük yazarlara mesela Kemal Tahir’e, Cemil Meriç’e baktığımızda yirmili yaşlarda hem Batı hem Doğu klasiklerini okumuş bitirmiş insanlar.

Kemal Tahir demişken… Müsaadenizle bir anekdot anlatayım. Rahmetli Hulki Aktunç bir sohbetimizde anlatmıştı: bir ikindi vakti Kemal Tahir’e gitmiş. Kıtlama çay içiyorlar. Kemal Tahir şöyle bir bakmış ve “Hulki” demiş, “Türk ve dünya edebiyatında nasıl bir boşluk görüyorsun da yazı yazıyorsun?” Sonra da eklemiş: “Okumadan yazarlığ a sıvanmayacaksın. Senden önce ne yapılmış bileceksin ki öyle yazacaksın…” Kemal Tahir’in kendisine sorduğu soruyu o da bana sormuştu…

Hulki Aktunç doğru söylemiş. Kemal Tahir bilinmeden roman yazılıyor. Bugün Türk dilini bu kadar güzel kullanan Hulki Aktunç bilinmeden nasıl öykü yazılabilir? Ben bunlara hayret ediyorum. Genç bir kız gelmiş, bana öykü getirmiş, okumamı istiyor. Beş on tane yazar ismi saydım. Leyla Erbil okudun mu, Füruzan’ı okudun mu, diye… Saydığım on yazardan bir tane yazarı bile okumamış. Bu nasıl bir cesaret? Tek okudukları dergilerdeki üç beş öykü örneği… Birkaç tane Sait Faik… Bir kadın öykücü adayının Füruzan’ı tanımıyor oluşu kabul edilemez.

Bu cehalet yazar adaylarının yazdıklarının giderek birbirlerine benzemesine götürmüyor mu bizi?

Evet maalesef… Birbirlerini okuyarak birbirlerini etkiliyorlar. Birbirleri gibi yazıyorlar. Birbirlerinin yazdıklarını seviyorlar. Dil kaygısı olmayan, Türk ve Dünya edebiyatından kopuk, Post-modern özentili içi boş metinler…

Klasikleri okumanın bir adabı usulü var mıdır?

Batı’nın çok klasik temel metinleri var, romanlar dışında. Bunlar Batı kültürünü yaratan temel metinler. Yirmi adet olarak listeledim Edebiyat Atlası’nda; işte Don Quijote gibi, Homeros gibi… Bir de dünya edebiyatından yüz adet okunması gereken kitap var. Ben klasiklerin ülke ülke okunmasından yanayım. Ülke ülke okursanız o milletin tarihi, kültürü ve edebiyatı hakkında derinlemesine bilgi sahibi oluyorsunuz. Ama bize Rusya ve Latin Amerika çok daha yakın. Çok benziyor bize: darbeler, diktatörler, büyüler, toplumsal olaylar, kilise… vb. Rusya’dan başlanabilir.

Peki böyle bir okuma öncesi o ülkenin tarihi hakkında bir ön okuma veya kısa bir hazırlık yapılmalı mı? Sefiller’i okumadan önce Fransız İhtilali hakkında bir şeyler okumak gerekir sanırım. Sonuçta romanlar belli bir tarihsel dönemin üzerine kuruluyor.

Doğrudur. Yapılabilirse çok iyi olur. Ama şu da bir yöntem. Tema seçilebilir. Mesela edebiyatta hukuk. Bu paranteze ne girer? Sefiller, Dava, Suç ve Ceza… Bu kitabımda böyle önerileri bulacaktır okur.

ÖYKÜCÜLERİN İLK KİTAPLARINI BİRİKTİRİYORUM

Biraz da kütüphanenizden bahsedelim dilerseniz. Kaç kitabınız var? Özel bölümleri neler? Kimlerden imzalı kitaplar aldınız?

Sayısını bilemiyorum. Bizim evde büfe, vitrin yok. Pencereler dışında bütün duvarlar kitaplıkla kaplı. Yatak odasından alt kata kadar her yerde üst üste kitaplar… Ama imzalı kitap toplamak gibi bir alışkanlığım yok. Mustafa Kutlu’nun ve Rasim Özdenören’in bütün kitapları imzalıdır bende. Sağ olsun ara ara Selim İleri imzalar gönderir. Yalnız öykücülerin ilk öykü kitaplarını biriktiriyorum. Bunun için çok ciddi paralar harcadım. Pek çok kitap aldım. Halit Ziya’nın hikâyelerinden tutun da Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken kitabına kadar üç yüze yakın bir ilk kitap koleksiyonum var. Bu koleksiyonu çok önemsiyorum. Tamamı öykü, tamamı ilk baskı. Kapakları vs. çok hoşuma gidiyor. Bu tutkumu bilen arkadaşlarım ilk baskı kitaplar getirirler. Hatta bir kitap fuarı için “bunlar çok orijinal şeyler, sergileyelim” dediler, kıyamadım.

HİÇ BİR ZAMAN KEYİF İÇİN OKUMAM19-04/10/edebiyat.jpg

Yazarlara genelde nasıl yazdıkları sorulur. Ben başka bir soru soracağım. Sıkı bir okursunuz. Necip Tosun ne sıklıkta okur? Nasıl okur? Altını çizer mi? Kitapları kutsar mı?

Hiçbir zaman ‘şu kitap çıktı bi alayım’ diyerek zevk için, keyif için okumadım. Ben hep planlı çalışan ve okuyan birisiyim. Genelde çalışmalarıma ve şahsi gündemime yönelik kitaplar okumaya çalışırım. Yazdığım kitaba, yazılara yönelik, yazımı besleyecek kitaplar okurum. Yoğunlaştıkça bu bana yeni kapılar açar. Kitaplarımın altını çizerim, yanlarına, arkasına notlar alırım, cevaplar yazarım, onlarla konuşur gibi, hırpalayarak okurum.

Ayrı bir ‘okuma günlüğünüz’ var mı peki?

Günlük tutarım. Gündelik olaylarla ilgili anekdotlar, okuduğum kitaplar hakkında notlar yazarım. Bunun bir kısmı okuma günlüğü sayılabilir. Mesela seksenli yıllarda tuttuğum notların bir kısmı bir süredir Post Öykü dergisinde yayınlanıyor. Ciddi bir günlük birikimim vardır.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN