Gazeteci Derya Bengi: 70’lerin siyasi arenası meclis değil televizyondu

Gazeteci Derya Bengi: 70’lerin siyasi arenası meclis değil televizyondu

Gazeteci Derya Bengi, 70’li yılların Türkiye’sini anlatan ‘sazlı cazlı’ sözlüğü ile okuyucuyla buluştu. Televizyonun 70’lerde toplumsal katmanlara sızan çok boyutlu etkisinin olduğunu belirten Bengi “TRT’nin özerkliği 12 Mart’ta kaldırılınca, siyasi partiler nezdinde TRT, fethedilmesi gereken bir toprak gibi görüldü. Siyasi arena meclis değil, televizyondu adeta” dedi.

IŞIL ÇALIŞKAN

50’li ve 60’lı yılların Türkiyesi’nin ‘sazlı cazlı’ sözlüğü yerini 70’li yıllara bıraktı! Gazeteci Derya Bengi şimdi ‘70’li yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük-Görecek Günler Var Daha’ isimli kitabıyla okuyucunun karşısında. Bengi kitabında Abba’dan Zülfü Livaneli’ye, Sezen Aksu’dan Fikret Kızılok’a uzanırken dönemin kültürel hayatı üzerinden toplumsal değişim ve siyasete ışık tutuyor. Alfabetik sıralamayla yazılan kitapta Bengi geçmişin dünyasını bir tarihçi ya da toplumbilimci değil de gazeteci gözüyle izlediğini söylüyor. Yazar “Çocukluğumda gözümü kırpmadan izlediğim programlar yeniden ete kemiğe büründü” diye ifade ettiği olayları ‘12 Mart, Kıbrıs Barış Harekatı, Maraş katliamı’ gibi örneklerle sunuyor. Bengi ile notalardan sıyrılarak okuyucuya geçen 70’li yılların Türkiye’sini konuştuk.

Öncelikle bir dönemi anlatmaya yeten müziğin gücünü nasıl
ifade edersiniz?

Bu kitaplar müzik sayesinde yakın geçmişe farklı bir kurguyla, farklı bir pencereden bakmayı amaçlıyor sadece. Dönemin sosyopolitik atmosferi ve gündelik hayatı, şarkıların ışığında yeniden aydınlanıyor. Bazen şarkılar geleceğe uzansa da onu besleyen koşullar unutulabiliyor. Mesela bugün genç-yaşlı herkesin mırıldandığı, tüm toplumsal kesimlerin ezbere bildiği ‘Namus Belası’nı Cem Karaca ilk konserlerinde genel af bekleyen mahkumlara adayarak söylüyordu. 1974 affı, Cumhuriyet Halk Partisi ile Milli Selamet Partisi’nin kurduğu koalisyonu çatırdatan olaylardan biriydi. MSP milletvekillerinin bir bölümü, düşünce suçlarının af kapsamı içine alınmasının önüne set çekince, adaletsizliği gidermek Anayasa Mahkemesi’ne düşmüştü. Demek istediğim, ‘Namus Belası’nın etrafını biraz eşeleyince, kuvvetler ayrılığı ilkesinin erdemleri ortaya çıkabiliyor. Müziğin bir dönemi anlatma gücü ve kabiliyeti böyle bir şey.

Önsözde ‘yarın’lara sığınan ‘umut’ kavramının önemine değiniyorsunuz. Nasıl bir etkiye sahipmiş 70’lerde bu kelimeler? Günümüzde de yine ‘umut’ kavramı sanatın içinde mi?

Savaşlar da her zaman vardır, ama tüm insanlığın ortak yarası olarak esas damgasını 40’lı yılların ilk yarısına vurmuştur. Yarınlara dair umut elbette hiç eksilmez, ama hiçbir zaman 60’lı ve 70’li yıllardaki kadar tüm insanlığın ortak merhemi olmamıştır. O günlerde umut ve yarın, sanki örgütlü bir güç, bir eylem gibiydi. Yarın, uğruna mücadele eden insanlar için, belki yarından da yakındı. 1965-1980 arasını gözümüzde canlandırmak için Tülay German’ın ‘Yarının Şarkısı’, Ali Rıza Binboğa’nın ‘Yarınlar Bizim’, şarkılarını art arda dinleyebiliriz…

70’lerde arabeskin hararetli tartışmaları oluyor. Siz de kitabınızda bu konuyu işlemişsiniz. Arabesk nasıl oluyor da siyasi-sosyal tabakaların bir simgesi olarak görülüyor?

Arabesk aslında Türk sanat müziği, halk müziği ve rock müziğinin üvey evladı gibi. Üvey evlatlar, yerine göre hem sevilir hem dövülür. John Berger ‘Yedinci Adam’ kitabında bolluklarla dolu şehrin yoksul kırsal kesim insanları için bir vaat olduğunu söyler. Arabesk de bu vaadin en süratli ve sansasyonel biçimde dışavurumu bence.

Çocukluğunuza denk gelen 70’li yılları sözlükte işlerken sizin için en can alıcı olaylar hangileri oldu?

12 Mart, Kıbrıs Barış Harekatı, Maraş katliamı gibi çok önemli, keskin anlar var 70’lerin akışında… Televizyonun bütün toplumsal katmanlara sızan çok boyutlu etkisi üzerinde de mümkün olduğu kadar durmaya çalıştım. İzlediğim programlar yeniden ete kemiğe büründü çünkü. TRT’nin özerkliği 12 Mart rejimi tarafından kaldırılınca, siyasi partiler nezdinde TRT yönetimi fethedilmesi gereken bir toprak muamelesi görüyor. 70’lerin gerçek siyasi arenası meclis değil de, televizyon adeta

O kadar şarkı ismi arasından Sabahattin Ali dizesi olan ‘Görecek günler var daha’ nasıl sıyrıldı?

‘Aldırma Gönül’ 70’lerin en popüler marşıydı. Aslında İlhan İrem’in, ‘Yarınlar bizim demiştin’ dizesinde de gözüm vardı. Bu kitap serisindeki tüm isimler zaman kavramına vurgu yapıyor. ‘Şimdiki zaman beledir’ 50’li yılların toplumsal değişim beklentisine, ‘Dünya durmadan dönüyor’ 60’lı yılların değişim hızına, ‘Görecek günler var daha’ 70’lerin insanlarının yarını kurma çabasına denk düşüyor.

Bir röportajınızda tarihçilerin belli bir önemi araştırırken elediği konuların sizin için önemli olduğunu söylüyorsunuz. Sözlük konularını belirlerken diğer kriterleriniz ne oluyor?

Siyasi liderlerin, bürokratların, köşe yazarlarının tavırları ve söylevleri kadar liste başı şarkılar da, gişe yapan ya da güme giden filmler de, halkın ‘Kaynanalar’ veya ‘Dallas’ dizilerine verdiği tepkiler de tarihin bir parçası. Ben bu ikisinin eşit düzlemde ele alınmasının yararlarını gözetiyorum. Kitaplarda müzikten yola çıkıyorum, ama laf lafı açtıkça bir dönemin panoraması ortaya çıkıyor kendiliğinden.

19-02/13/3.jpg

80’Lİ YILLARDA ALACAKARANLIK MANZARALARI VAR

70’ler Türkiye’sinin dünyaya bakışı ve etkileşimi ile

ilgili neler söylersiniz?

70’ler Soğuk Savaş’ın son sıcak on yılıydı. Türkiye, iki kutuplu dünyanın tam ortasında, bir yanda ABD ve Batı Avrupa’dan, bir yanda Sovyetler Birliği’nden esen rüzgarlarla hem tipik bir Ortadoğu ülkesinin, hem de Latin Amerika ülkelerinin deneyimini ve kaderini yaşadı. Kültürel verilere, şarkılara, filmlere bakarsak en azından içine kapalı bir toplum olmadığını söyleyebiliriz. Ama sıkıyönetimler, politik şiddet ve suikastlar kanlı, acılı bir portre çiziyor.

12 Mart ile 12 Eylül olayları arasında kalan bir dönemden bahsediyoruz. Sanat ve kültür bunu nasıl görmüş?

Malum, 12 Mart, özgürlükçü 1961 Anayasası’nın lüks denilerek budandığı yarı-askeri bir rejim. 1975’te ilk Eurovision’un halk birincisi olan ‘Yarınlar Bizim’ şarkısı bile 12 Mart’a bir tepki olarak yazılmıştır. 12 Mart romanları Türk edebiyatında başlı başına bir tür olagelmiştir. 70’lerin sonlarında ve 80’lerin başlarında yazılan pek çok roman, ülkenin 12 Eylül’e nasıl sürüklendiğini gösteren aydınlatıcı pasajlarla doludur. Kültürel dünyanın siyasi dönüşümlere karşı fazlasıyla hazırcevap davrandığı söylenebilir.

70’li yılları yazarken hangi kaynaklardan faydalandınız? Nasıl bir teyit mekanizmanız var?

Sağcı, solcu, orta yolcu bütün günlük gazeteler, Hey, Ses, Hayat, TV’de 7 Gün gibi müzik ve aktüalite dergileri, Sanat Emeği, Yedinci Sanat, Milliyet Sanat gibi entelektüel dergiler, Gırgır, Mikrop, Fırt gibi mizah dergileri en kıymetli hazinelerimdi. Bir tarihçi ya da toplumbilimci değil de bir gazeteci olduğum için, geçmişin dünyasını bir gazeteci gözlüğüyle izledim. Sözlüğü oluşturan 150 civarındaki maddeye birer gazete sütunu gibi de bakabilirsiniz.

80’li yıllar için okuyucuları nasıl sürprizler bekliyor?

Maalesef alacakaranlık 12 Eylül manzaraları bekliyor hepimizi. Öte yandan ‘Lambada’lı, ‘Mastika’lı yıllar… Herhalde satır aralarında Ahmet Kaya, Ferhan Şensoy isimleri de bol bol geçecek.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN