Kenan Evren darbe yaptı, şezlong için isyan çıktı

Kenan Evren darbe yaptı, şezlong için isyan çıktı

Televizyon habercisi Erhan Karadağ, 28 yıllık meslek hayatında tanık olduğu sıradışı olayları ‘Zamansız Hikayeler’de bir araya getirdi. Karadağ’ın “Bir belgesel çalışması” dediği satırlarda, darbeden sonra Antalya’ya giden Kenan Evren’e, tatilcilerin ‘Boş şezlong bulamıyoruz’ şikayeti de var bakanların iptal edilen emniyet kemerlerinin öyküsü de...

Yıllarca ekranda izleyenlere haber veren Erhan Karadağ, bu kez tanık olduğu dünyada bir dönemin altını insanla, bir hadiseyle çizme, bir zamanı kıymetlendirme duygusuyla yazdığı öyküleri okumaya davet ediyor. ‘Zamansız Hikayeler’ adlı kitap Karadağ, 28 yıllık meslek hayatında yaşadığı ilginç olayları anlatıyor.

elevizyon habercisi Erhan Karadağ, meslek hayatı boyunca tanık olduğu olayları, kendi yaşadığı hikayeleri ‘Zamansız Hikayeler-Neşeli Haberlerden Hüzünlü Gerçeklere’de topladı. İnkılap Kitapevi’nden çıkan kitapta Karadağ, birbirinden farklı 27 hikaye kaleme almış. Bunların arasında 1980 darbesinden sonra Antalya’yı ziyaret eden Kenan Evren’e tatilcilerin boş şezlong bulamama şikayeti de var, bakanların iptal edilen emniyet kemerlerinin öyküsü de... Kitabın önsüzünü bile hikaye şeklinde yazmış Karadağ. Okurken bazen gülümseyecek bazen hüzünleneceksiniz. Ama en çok haberciliğin geçmişte daha meşakkatli bir iş olduğuna tanıklık edeceksiniz. Karadağ, sorularımızı yanıtladı.

Bu kitaptaki anıları neden yazma ihtiyacı hissettiniz?

Sadece haber yazan bir gazeteciydim. Haber metni ya da belgesel nitelikli metinler yazıyordum. Kafa Dergisi kurulurken, 2014 yaz aylarında arkadaşlar yazı istediler, ‘Ne yazarsan yaz” dediler. İlk ay karavanla gezilecek yerleri, karavanda yaşamı yazdım. Bir başka ay, herkesin içinde saklı motosiklet aşkını… ‘Ömür dediğin bir gündür, o da bugündür’ filan gibi yazılarla, haberlerden kaçmaya çalışırken buldum kendimi. Birgün çok eski, en az 40-50 yıllık bir stüdyo gördüm TRT Genel Müdürlüğü’nün ilk radyo binasında. Radyo piyeslerinin kaydedildiği mi diyeyim, konuşulduğu mu, öyle bir yeri gezip dolaşma, içinde vakit geçirme olanağı buldum. Çocukluğumdaki arkası yarınlarda işittiğim bütün çay kaşığı sesleri, çalı çırpı hışırtısı, pencere gıcırtısı gözümün önündeydi. Stüdyonun zemininde bir-iki metre çakıl taşlı zemin vardı mesela. Hemen yanında tahta bir merdiven. Sadece hayal dünyamızla şekillenen bir yerdir radyo öyle değil mi? Ahşap konağın avluya açılan uzun merdiveni sadece üç basamak oysa ki. Arka tarafını paylaşmak istedim. Yazma ihtiyacım, o stüdyoyu tasfir etme arzusu gibi, an’ları zamanları tarif etme isteği. Kendi hayat öykümde veya tanık olduğum dünyada bir dönemin altını insanla, bir hadiseyle çizme, bir zamanı kıymetlendirme duygusu…

1986’da mesleğe başlamışsınız. 2014’e kadar aktif devam ettiğiniz mesleğinizdeki anılarınızın hangilerini yazacağınıza nasıl karar verdiniz?

O kadar uzun bir süre ki. Elbette karşılaştığım her şeyi yazmayı aklımdan geçirmedim. Bütün anılar yazılacak diyemeyiz, bazılarının yaşanması kafi. ‘Zamansız Hikayeler’ bir belgesel çalışması, biyografi değil. Çok uzun zamandır küçük küçük notlar tutuyordum. Yazmaktan, hatırlamaktan keyif aldığım anıları ya da azıcık hüzünlendiğim öyküleri çıkarıp parlattım diyeyim.

Peki ya yazmadıklarınız? Elinizin yazmaya gidip de beyninizin sizi durduğu meseleler hangileriydi?

Yazmadıklarım derken hepsini bir kefeye koyamayız galiba. Dört başı mamur, tam olarak yazabileceğim başka hikayelerim de var; ‘Bunu da şu ortamda nasıl anlatırım, zor’ dediğim dertlerim de. Sırası gelir elbet, ama siyaset yazmak istemem galiba. Şaşırma hissimi yitirdiğim bir alan oldu neredeyse; kimi şaşırtabilirim, hangi okuru dürtebilirim ki. ‘Zamansız Hikayeler’ iyi-kötü bir Türkiye hikayesi; öykülerin haberlerin, yaşadıklarımın hepsi gerçek. Yazarım da bunları, yaşarım da bu ülkeyi. Yaşadıklarımı yazdım nihayet. Ama bugün hangi gazeteyi açarsanız açın, haberlerini gerçek sayın, az gerçek sayın, çok gerçek sayın; oynanmış gerçek. O oynanmış gerçeklikte yaşamak da oralardan insan öyküsü yazmak da zor...

HABER METNİ OKURA KARŞI EDEBİ METİNLERDEN DAHA ÇOK SORUMLUDUR

Gazetecilik sizin kişiliğinizi ve kaleminizi nasıl etkiledi?

Haber, yazanın namusuna, adalet anlayışına emanet bir metindir. Çünkü okuruna karşı, keyfi metinlerden, belki edebi metinlerden daha fazla sorumludur. Televizyon haberinin dili ise yazılı haberden başkadır. Nihayetinde  yazıda anlamadığınız yeri döner okursunuz; yazarın iyi anlatamadığı yeri bile kavrayabilirsiniz. Televizyonda radyoda işittiğinizi anlamak için o metnin daha doğru kelimeler seçilerek yazılmış olması gerekir. Televizyon haberinin dilinde anlaşılma kaygısı mutaka olmalıdır. Haber metni, yargılamayan, kınamayan , övmeyen bir uüslup taşımalı ki, güvenilir olsun, inandırıcı olsun. Haber, peşin hükümlü olmaz; bilgi verir, okura düşünüp kendi yorumunu yapabilmesi için malzeme taşır. Habercilik maceram boyunca bu dile özen gösterdim. Daha doğru anlatma kaygısı sadece kalemimi törpülemedi elbette. Habercilik yaparken; sorularınızı, eleştirilerinizi, hoşgörünüzü bir eşitlik içinde yaşıyorsanız, bu kişiliğinizin bir parçası haline geliyor olmalı zaten ya da tam tersi.

İNCİ DÖNDAŞ / İSTANBUL

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN