Rikkat Hanım’ın sözlerine herkes kulak vermeli

Rikkat Hanım’ın sözlerine herkes kulak vermeli

Nermin Yıldırım yeni romanı ‘Misafir’de, toplumdaki sevgisizliğe 60 yaşındaki Rikkat ve 19’undaki Esin’in hikâyeleri üzerinden mercek tutuyor. Satırlarda 81 milyona mesaj veriyor: Sık sık karşılaştığımız merhametsizliğin hepimiz için çok ağır sonuçları var. Edebiyat birbirimizi anlayabilelim diye var. Edebiyat dünyayı değiştiremez ama anlamak ve merhamet etmek pekâlâ değiştirebilir.

Her romanında okuru farklı karakterlerle tanıştıran Nermin Yıldırım, ‘Misafir’de iki kişinin hayatına konuk ediyor. Ana konu toplumdaki sevgisizlik, merhametsizlik, empati yoksunluğunu. Yıldırım “Edebiyat biraz da empati gücümüzü geliştirip birbirimizi anlayabilelim diye var. Edebiyat dünyayı değiştiremez ama anlamak ve merhamet etmek pekâlâ değiştirebilir” diyor. Yıldırım, sorularımızı yanıtladı...  

‘Misafir’in bir yazılış öyküsü var mı?   

Beşiktaş’a inen sarı dolmuşlardan birinde düştü hikâye ilk kez aklıma. Hikâyenin bir ormanda geçmesini istemiştim; distopyaya uygun, dışarı çıkamayacakları bir mekânda. Ve burada, şifayla dert, normalle anormal birbirine karışsın diye düşlemiştim. Derken mekân zamanla kocaman bahçelerin içinde bir akıl hastanesine, şifacı ve dertliler de hastanenin içindeki ve dışındaki karakterlere dönüştü. Hikâye yavaş yavaş, böyle böyle örüldü. Hemen yazmaya başlamadım ama. Önce kafamda evirdim, çevirdim, döndürdüm. Sonra notlar aldım, okumalar yaptım, akıl hastanesine doktor ya da hasta olarak yolu düşenlerle röportajlar yaptım. Nice sonra masamın başına geçtim ve yazmaya başladım.  

Toplumdaki sevgisizlik, merhametsizlik, empati yoksunluğunu anlatıyorsunuz. Neden bunu yazma ihtiyacı hissettiniz? 

İşte bu ses çıkaramamanın yarattığı bir suçluluk var ya hani, onun ve yaşadığımız dünyanın ağırlığından doğan başka pek çok duygunun insan ruhunda açtığı bir yara oluyor. Sıkça karşılaştığımız empati yoksunluğunun, sevgisizliğin, merhametsizliğin hepimiz için çok ağır, çok acı sonuçları var. O acı ve elimizi ayağımızı nereye koyacağımızı bilememe hali, zeminimizi kaydırdı. Yaşadığımız dünya, maruz kaldıklarımız, önce tek tek, sonra topluca, bir nevi delirtti bizi. Birbirimize tutunabilsek düşmeyecektik. Tutunamadık. Düştük. ‘Misafir’ biraz bunun hikâyesi. Yine de her şeye rağmen umutlu bir hikâye yazmaya çalıştım. Ama burada içi boş, zeminsiz, kof bir umuttan bahsetmiyorum. Yani kişisel gelişim haplarında vücut bulmuş, ille de mutluluğa endeksli, aklı alınmış bir umut değil. Aksine, hayata, direnmeye ve tam da bu yüzden geleceğe inanan bir umut. Velhasıl ‘Misafir’in teslimiyetçi bir mutluluk rüyasından ziyade, direnişçi bir umudun peşinden gittiğini söyleyebiliriz.  

‘Misafir’de de pek çok farklı hayatı ve konuyu anlatıyorsunuz. İlhamınızı nereden alıyorsunuz?   

İlhamımı her zaman hayattan alıyorum. Sadece gördüklerimden, duyduklarımdan değil, sezdiklerimden de. Çevremi gözleyen biriyim. Yolda, markette, vapurda insanları seyrediyorum. Bakışlarını, duruşlarını, uzaklara dalışlarını. Çocukluğumdan beri oynamayı sevdiğim bir oyundur akıllarından neler geçirdiklerini tahmine çalışmak. Bunu yaparken çabucak bir yaşam kurarım onlara. Sonra bir bakmışım, romanlardan birinin içinde ağır ağır yürüyorlar.  

Romanlarınızda kadınlar hep başrolde. Özel bir nedeni var mı? 

Çünkü bu dünyanın yarısını oluşturan biz kadınlar, filmlerde, romanlarda ve hatta hayatta hep geri plana çekiliyoruz. Tatlı, renkli ama zararsız bir fon gibi durmamız, sessizce beklememiz isteniyor bizden. Ama hikâyelerimiz büyük, anlatacaklarımız çok. Elbette konuşacağız. Hem de yüksek sesle! 

‘Misafir’de iki kadın var, biri 19 yaşında diğeri 60’ında. Siz iki yaşın ortasında biri olarak bu kadınları anlatırken onların ruh halini aktarabilmek için nasıl bir yol izlediniz? 

Açıkçası ben ikisiyle de hemhal oldum. Geçmiş ve geleceğin ortasında, şimdide duran biri gibi, özlemle, korkuyla, pişmanlıkla, tedirginlikle, merhametle baktım onlara. Başlangıçta yaş, konum, sosyal statü vs. bakımından tamamen ayrı resmettiğim bu iki kadının zamanla birbirine yaklaşmasını istedim. Genç olan büyüdü, yaşlı olan gençleşti, apayrı görünen hikâyeleri peyderpey iç içe geçti. Ben romanlarımda çok insandan bahsederim, çok hikâye anlatırım. Ama hepsi temel bir hikâyenin parçalarıdır aslında. Rikkat ve Esin de birer parça olarak doğup, yavaş yavaş o temel hikâyenin, yani hayatın içinde eridi. 

Özellikle 60 yaşındaki karakterin tutsak hayatıyla kadınlara ne mesaj vermek istediniz? 

Sırf kadınlara değil, herkese bir şey fısıldıyor aslında Rikkat. Bir tanecik hayatımız var, diyor. Ve o hayat, yasaklara, günahlara, ayıplara, toplumsal normlara, eşimizin dostumuzun beklentilerine, kendi kendimizi soktuğumuz kalıplara kurban edilemeyecek kadar değerli. Sorgulamadan yaşanamayacak, aslında hiç arzu etmediğimiz şeylerin parçası olarak harcanamayacak kadar kıymetli. Belli bir yaşa gelip ardına baktığında, keşke dememeli insan. Hatta hataları için dahi iyi ki diyebilmeli. Hayatı boşuna geçirdiğini hissetmek, bir insanın başına gelebilecek en feci şeylerden biri.     

Bu romanda da tıpkı diğerlerinde olduğu gibi kadın karakterlerinizi her ne yaparlarsa yapsınlar merhametli yaklaşıyorsunuz, biz de bir anne çocuğunu bırakıp gitse bile ona hak veriyoruz.   

Edebiyat biraz da empati gücümüzü geliştirip birbirimizi anlayabilelim diye var. Birbirimize hak vermemiz gerekmiyor, ama anlamaya çalışmamız lazım. Kolayca kötü denebilecek karakterler kurduğumda, yahut kötü işler yapan karakterler yazdığımda, onları siyah beyaz kolaycılığında resmetmek istemiyorum. Kötülüklerini gerekçelendirmek ya da haklı çıkarmak da istemiyorum. Sadece onları bu yollara iten şartları da görmeye, anlamaya çalışıyorum. Anlamak merhamet etmeyi de beraberinde getiriyor zaten. Dünyayı değiştirebilecek kadar kuvvetli şeyler bunlar. Edebiyat değiştiremez dünyayı ama anlamak ve merhamet etmek pekâlâ değiştirebilir.  

YAZU BENİM İÇİN OYUN ALANI

Misafir’de bir de matematik var ki, hikâyeye zenginlik katıyor, tadı okurun damağında kalıyor. Bu matematiği nasıl kuruyorsunuz? 

Kurguyu da en az dil kadar önemsiyorum. Başlarken nasıl bitireceğimi biliyorum ve oyunlar kurarak, çengeller atarak ilerliyorum. Şaşırtmacalar, minik oyunlar, küçük sürprizler, okurken de yazarken de zevk aldığım, sevdiğim şeyler. Yazıyı bir oyun alanı gibi görüyorum ve bolca oyun oynuyorum. Ama hep kontrollü oyunlar bunlar. Çünkü başka türlü olursa, roman bolca ilmek kaçırılmış kazak gibi örülür. İlmekleri sıkı tutmaya çalışıyorum. Böylece de ortaya matematik dediğiniz o şey çıkıyor.  

Bir okurunuz olarak ‘Misafir’i edebi açıdan daha önceki romanlarınızla tabii ki karşılaştırdım. Bana göre kaleminiz bu romanda daha güçlü. Siz ne düşünüyorsunuz? ‘Misafir’in edebiyat yolculuğunuzdaki yeri nedir?   

Bu zarif değerlendirmeniz için çok teşekkür ederim. Elbette her romanımı en iyisi olsun arzusuyla yazıyorum. Her defasında öncekilerin üstüne yeni bir şey koymaya, bu yolculukta kendimi bir adım öteye taşıyabilmeye bakıyorum. Yazmak, benim için  müthiş bir oyun alanı. Zevk alarak çalışıyorum. Her şeyden evvel kendim için yapıyorum bunu. Ama ortaya çıkan sonuçların kıymet görmesi elbette memnun ediyor beni.  

İNCİ DÖNDAŞ/KARAR ÖZEL
[email protected]

18-10/31/kitap.jpg

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN