Hayır’daki Türk aydını

Hayır, Adalet Ağaoğlu’nun ‘Dar Zamanlar’ üçlemesinin son romanı. Serinin ilk iki kitabı Ölmeye Yatmak ve Bir Düğün Gecesi idi. Yazar, eserinde Türkiye’deki sol aydınları temsil eden sosyolog Profesör Aysel Dereli vasıtasıyla bir ‘aydının bunalımı’nı anlatıyor; onun varoluşsal, toplumsal ve hatta bireysel sorunlarını irdelemeye çalışıyor.

Kanaatimce Türk aydınının dramı, Huzur, Tutunamayanlar, Ya Tahammül Ya Sefer gibi bazı örnekler dışında, edebiyatımızda yeterince ele alınmadı. Bir kere modernleşme sürecinde ‘aydın’ kavramının tarifi ve içeriği oldukça değişti. Sonuçta geleneğin önemsediği ‘ilimler’den ve kültürden kopuk, sadece somut (fizikî) olguları öğrenmeyi ve öğretmeyi amaçlayan yeni bir ‘aydın’ tipi türedi. Gerçekte asıl işlenmesi gereken konulardan biri İbnülemin, Babanzade Ahmet Naim, Mehmet Âkif, Tahir Olgun gibi geleneksel ilim anlayışı içinde yetişmiş; ancak bilgi ve birikimleri bir anda boşa düşmüş, tabiri caizse tasfiye edilmiş aydınların dramıydı. Lâkin işlenmedi; hatta yeni aydın tipinin dramını anlatan romanımız da az!..

***

Meseleye bu noktadan bakınca Adalet Ağaoğlu, Hayır’da Türk aydınının dramını anlatabiliyor mu veya kurguladığı karakter (Aysel) ne kadar Türk aydını, hatta ne kadar ‘aydın’ diye sormak gerekiyor!.. Evet, belli ki Aysel, kendi olmayı önemseyen, özgürlük sorununu deşeleyen, tek tipleşmeye, siyasal/ toplumsal baskılara, teknolojinin insan ve doğa üzerindeki tahribatına karşı çıkan, fikirlerinden dolayı üniversiteden uzaklaştırılıp yargılanan bir akademisyen. Huzursuz, mutsuz, aşk ve evlilikte aradığı mutluluğu bulamamış bir kadın. Kafasında bir intihar düşüncesi, bir başkaldırı nidası ‘Hayır!’ dönüp duruyor . İyi ama niçin intihar, niçin hayır? Romanda; “yalan yönetimin bütün buyruklarına (…) sırtımıza binmiş olanlar[ın] bütün uygulamalarına…” (s. 57), “Her durumda özgür kimliğimizi koruyabilmek ancak edimle söylenebilecek şu iki sözcüğe bağlı: Yinelemeye hayır. Aynılaşmaya hayır. Aynılığa hayır.” (s. 291) diyerek başkaldırısını özetliyor. Ama bunlar klişe sözler. Aysel’in varoluşsal, toplumsal veya felsefî büyük ıstırapları yok!.. Bunalımı, intihar düşüncesi ve dolayısıyla başkaldırısı ithal… İntihar ve başkaldırı konusunda referansları hep Batılı, doğal olarak… İşte bu sebeple aydın intiharlarını, hatta başkaldırısını kendi toplumuyla –kendisiyle- eşleştiremiyor, bunalımı ve başkaldırısı yapay, klişe ve teorik… Batılı aydının bunalımında kendi toplumsal yapısından kaynaklanan ve doğrudan muhatap olduğu, hatta kendi yarattığı modernizm ve teknoloji var. Şark aydını bu süreçten geçmedi, bu sebeple başkaldırısı da bunalımı da farklı… Romanın bir yerinde Aysel’in kardeşi Tezel, maziyle ilgili olarak; “Biz, onları anlamaya gerek bile duymayacak kerte kökünden kopmuş, kendini beğenmiş bir nesiliz. Önceden bildikleri geçersiz ilan edilmiş (…) bu insanlar (…) babalarımız, analarımız yani, Meşrutiyetle Cumhuriyet arasına sıkışıp ufalandılar. Ne sivil, ne asker bürokrat olan, ne de geçmişlerinde servet ve soyluluk bulunan bu takım, bağlandıkları son umut noktasında unutuluşa bırakıldılar. (…) Beethoven’i sevmiyorlar, dans etmesini bilmiyorlar, Goya’dan bir bok anlamıyorlar (…) diye homurdanmak üzere aklımıza getirdik onları. Üstelik henüz kimse, onların bir tarihini yazmadı. Allah kahretsin!” (s. 48-49) der. Türk aydınının trajedisi tam da burada. Ağaoğlu, buradan devam etmeliydi, henüz kimsenin yazmadığı o tarihten; bir de kullanılıp bir akıl hastanesine atılan Cemal’den!..

Söyleyeceğimi Aysel romanda itiraf ediyor aslında, diyor ki; “Hiçbir zaman gerçek bir başkaldırım olmadı.” (s. 294). Bence doğru! Kimin oldu ki?..

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.