Her hikayenin bir okulu olmalı

1990’lı yılların ortalarında şair ve fikir adamı Mürsel Sönmez Bey ile tanıştığım tarihten itibaren kendimi iyi bir okuyucu olarak addedebilirim.

Dağınık okumalarımı Mürsel Bey ile tanıştıktan sonra Mürsel Bey’in yönlendirmeleri sayesinde düzenli ve doğru okumalarla devam edegeldim.

Mürsel Sönmez Bey kitap okumalarıma yol gösterme yanında coşkun bir nehir gibi çağıldayan şiirleriyle duygularımı, düzyazılarıyla da düşüncemi besledi. Yol gösterici oldu.

Mürsel Bey ile sohbetlerinin birinde “Eski gazeteciler entellektüel insanlardı. Gezeteci olmalarının yanında; düşünce birikimleri, dil estetikleri, toplumsal duyarlılıkları ile aydın ufkuna sahip insanlardı.” Mealinde bir konuşma yapmıştı.

Doksanlı yıllarda aynı siyasi çizgiye ve hayat tarzlarına sahip olmasakta Mürsel Bey’in bahsini ettiği ve takip ettiğimiz köşe yazarları vardı.
Yalnız o gazetecilerin ve yazarların, köşe yazılarını okumak için de çizgisini beğenmediğimiz gazeteyi alır, yazılarını okurduk. Kendimce okunmazsa olmaz dediğim yazarlarım oluştu zamanla. Her yazdığının altını çizerek okuduğum yazarlar olduğu gibi ne yazmış bir bakayım dediğim yazarlar da var.

Beşir Ayvazoğlu entellektüel birikimi ile ne yazsa alıp, okuyup altını çizdiğim yazarlardan biri. Türkiye’de özgün biyografik çalışmaları kimsenin denemediğini yazan bir edebiyat üreticisi. Rus edebiyatı’nda klasik Rus yazarların ( Dostoyevski, Puşkin, Çehov gibi) biyografik çalışmalarını yazan Henri Troyat ve Avusturyalı yazar Stefan Zweıg’e benzetirim çalışmalarını.

Edebiyat gönüllüsü.Kültür tarihimize vakıf bir entellektüel. Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Peyami Safa ve daha birkaç aydınımızın biyografik çalışmalarını başarı ile kaleme aldı.

Köşe yazıları da kitap yoğunluğunda yazılar. Ayvazoğlu’nun 19 Şubat Pazar günü Karar’daki yazısı da benim için bu değerde bir yazı oldu. Karar’da bahsettiği “Çaynağme” mekanına hafta içi büyük bir merakla gittim.

Çaynağme’nin üst katına çıktım. Cam parlaklığında bir deniz. Gemilerin Boğaz’ı yarıp konuklarını bir yakadan bir yakaya taşımalarını seyrederken mekanın hikayesini tekrar okudum. Çay sunum defterini inceledim. Milli çayımız ve dünya çaylarını Çaynağme’de buluşturmuş mekan sahibi.

Mekan, çayı bir içeceğin ötesine taşımış. Çay ikram hizmetini; müzik dinletisi ve kurabiye ile zenginleştirmiş. Çayın evrensel hikayesini “Çaynağme”de yazıp çayları Boğaz görselliğiyle zenginleştirmiş.

Üsküdar’da, İstanbul’da, Türkiye’de sayısız çay mekanı var. Çaynağme’nin farkı mekana, ikrama, çaya bir hikaye oluşturması.

Çaynağme ile okullarımız arasında bir bağlantı oluşturuyorum müzik eşliğinde çayın lezzetini yudumlarken.

Türkiye’de binlerce özel ve devlet okulu var. Çoğu birbirinin fotokopisi. Hikayesi olan okullar, bir elin beş parmağını geçmez.

Çaynağme’nin kurduğu özgün hikayeyi, farkı okullarımız da kurabilir, birbirinin benzeri okul olmaktan kendini kurtarabilirler.

Sayıları saymakla bitmez lise ve üniversitelerimizin kan kaybettiği günümüzde her okul kendine özgün bir hikaye oluşturup bir farklılık kazandırabilir öğrencilerine.

Örneğin “Mimar Sinan Üniversitesi” sanat alanında uluslararası sanatçıları ülkemize davet eden seminerler, sanat bayramları düzenleyip uluslararası standartlarda sanatçı eğitimi verebilir. Sanat kimliği olan bir üniversite ile hikayesini oluşturup dünya üniversiteleri arasındaki yerini alabilir.

Konya Tarım ve Gıda Üniversitesi; Konya’da uluslararası düzeyde bir buğday müzesi kurabilir.

Buğdayın tarihini yazabilir. Buğdayın insan yaşamına ve insanın metafiziğine dair, toprak buğday muhabbetine dair, buğday ürünlerinin çocukların maddi ve ruhani gelişimlerine dair, Mevlana öğretisi ile buğday bağlantısına dair uluslararası seminerler verebilir. Buğday bayramı ( festival değil) düzenleyip kendi varlığının hikayesini buğday üzerinden kurabilir.

Toprağın kirlendiği dünyada kirlenmemiş topraklarda, GDO’su değişmemiş buğday üretimi için dünyaya öncülük edebilir.

Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Türkiye’nin her ili, bölgesi birbirinden farklı zenginliklere sahip. Üniversitelerimiz; bulundukları yörenin hikayelerini mevcut topraklardan beslenerek uluslarası düzeye taşıyabilir.

Liselerimiz, üniversitelerimiz son kullanma tarihi geçmiş ve ülkemizde karşılığı kalmamış yığma bilgilerden kendilerini kurtarmalı. Herkes böyle yapıyor tuzağından önce okullarımızı okullarımızın varlığında da çocuklarımızı kurtarmamız lazım. Toprağın, tarımın, hayvancılığın yeniden insan hayatında ekonominin öznesi olmaya başladığı günümüzde Orta Asya’dan gelen tarihi birikimlerimizi okullarımıza taşıyarak kendi eğitimimizin hikayesini kurmanın zamanıdır.

Yıllardır, geri kalmışlığımızın sebebi olarak görülen toprak ile eğitimi birleştirmek hem çocuklarımıza hem eğitimimize yeni bir düşünce vitamini olacaktır.

19-02/25/siyahkarar-1551099698.jpg

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum