Hiçbir şey almamışsam bile kesin bir şeyler almışımdır...

Dokunulmuyor, evde bir yerde sergilenemiyor, fiziksel olarak saklanamıyor ama yine de alınıyor! Koleksiyonerlik mi, yatırım mı, yoksa sadece statü için mi henüz o da net değil ama NFT denilen kavramdan sıkça bahsedilmeye başlandı. 

Son olarak Twitter’ın kurucusu Jack Dorsey’nin ilk tweet’ini (just setting up my twttr/ Twitter’ımı kuruyorum) satışa çıkartıp 2,5 milyon dolarlık teklif alınca NFT terimini bir kez daha duyduk.  

Duyana, duymayana, duyup da ne olduğunu anlamak için çok çaba sarf etmek istemeyene ucundan kıyısından basitçe anlatmaya çalışayım. NFT, koleksiyon ürünlerinin ve sanatın dijital dünyada var olması şeklinde çok kısaca özetlenebilir.  

NFT’nin açılımı Non-Fungible Token, Türkçeye Değişimi/Taklidi Mümkün Olmayan para/çip/jeton olarak çevrilebilir. Ama aslında para da değil! Gözünüz korkmasın ilerleyen satırlarda durum biraz daha anlaşılır olacak. Resim, antika bir obje, eski para, pul bildiğimiz klasik koleksiyon parçalarından birkaçı. NFT’leri ise bir tür kripto koleksiyon olarak tanımlamak mümkün. NFT’ler dijital ortamdaki herhangi bir şey olabilir. Bir video, bir tweet, bir selfie, dijital oyun kartı, mp4, jpeg, sanal alan grafiği, dijital sanat eseri vs... Diyelim dijital bir sanat eseri satın aldınız, aslında aldığınız şey bu sanat eseri değil, dijital sanat eserinin yaratıcısı tarafından şifrelenerek imzalanmış dijital sertifikası. NFT’ler, blockchain (blok zinciri) üzerinde damgalanıp ‘bir adet’ olduğu kayıt altına alınıyor. Bu ‘dijital’ sertifikayı ‘dijital cüzdanınızda’ saklıyorsunuz. Yani aslında aldığınız bir kod! NFT’ye aktarılan bir dijital ürünün kopyalanması mümkün değil. NFT, eserlerin özgünlüğünün kolayca doğrulanmasını sağlıyor ve kopyalanmasını imkansız hale getiriyor.  

NFT’lerin bazıları milyonlarca dolara alıcı bulabiliyor. Daha makul fiyatlara da satılanlar var. Ünlüler, influencer denilen kanaat önderleri dijital içerik ya da ürünlerini NFT’ye dönüştürerek satabiliyor. 

180 bin dolarlık dijital kedi 

NFT’lerin ilk örneklerinden biri CryptoPunks adlı bir projeydi. CryptoPunks, 10 bin adet limitli olacak şekilde düşük çözünürlüklü dijital figürler üretti. Ethereum Blockchain’de ‘sahiplik kanıtıyla’ saklanan bu figürlerin fiyatı 35 bin dolardan 180 bin dolara kadar değişebiliyor. Şirket satışlardan şu ana kadar 110 milyon dolara yakın para kazandı. Bu dijital figürleri alanlar çok kar vadeden bir yatırım yaptıklarını düşünüyor. Fenerbahçe’ye transfer olan Mesut Özil de dijital sanat eserleri üreten bir sanatçı tarafından hazırlanan forma, krampon ve kendi adını taşıyan bir avatar serisini NFT formatında satmıştı.  

Çarpıcı örneklerden biri de bilgisayar grafik sanatçısı Mike Winkelmann’ın (Beeple olarak da tanınıyor), Crossroads adlı eserinin satışı. Bu eser 2020 yılının ekim ayında koleksiyoncu Pablo Rodriguez tarafından blockchain kullanılarak 67 bin dolara satın alınmıştı. Rodriguez bu eseri, Mart ayının başında Christie’s’de düzenlenen bir açık artırmayla 6,6 milyon dolara sattı! Daha doğrusu yukarıda anlattığımız gibi NFT olarak dijital kodunu satmış oldu.  

Bir diğer dikkat çekici örnek Criptokitties. Bu platform oyuncuların sanal kedi satın almasını sağlıyor. Blockchain teknolojisi ve kripto para birimi ethereum alt yapısı ile geliştirilmiş kediler de bir yatırım aracı olmaya aday. Bu platformda 5 etherium (şu anki fiyatıyla 9 bin dolar) hatta daha yüksek fiyatları gözden çıkartmanız gerekiyor. Bu kedileri dijital cüzdanlarına ekleyenler belki de önümüzdeki yıllarda çok büyük miktarlarda para kazanacak. 

Elon Musk’ın eşi Grimes’in, erkek kardeşiyle birlikte ürettiği; aralarında animasyon, fotoğraf gibi eserlerin yer aldığı 10 parçalık dijital koleksiyon da toplam 6 milyon dolara satıldı. 

İyi de modaya uyduk bir NFT alacağız, nerede satılır? NFT alıp satabileceğiniz pek çok pazar yeri var. OpenSea, Nifty Gateway, SuperRare, NBA Top Shot, Rarible, Knownorigin, Cryptokitties bunlardan bazıları. Dünyanın en büyük müzayede evlerinden biri olan Christie’s de NFT satışı yaparak dijital koleksiyon dünyasına girdi.  

NFT yatırımcıları bunları sanat eseri olduğu için almıyor elbette. Bir kısmı bunları üretenlere hayran olduğu için, bir kısmı da ileride kendilerine büyük kazanç getireceklerine olan inançlarından.  Kripto para yerine bu sanat eserlerine yatırım yapmanın daha akıl karı olduğunu düşünenlerin sayısı ise gün geçtikçe artıyor.  

Yıllar sonra dijital bir kedi, Monet tablosu kadar değerli olur mu bilinmez ama dijital sanat yatırımcıları ara vermeden büyük rakamlara alım yaparak piyasayı yükseltmeye devam ediyor.  

Yale Üniversitesi psikologlarından Paul Bloom’un yazdığı Hazzın Bilimi kitabında “Sevdiğimiz şeyleri neden severiz?” sorusuna cevap aranıyordu. Kitapta hazzın herhangi bir şeyin özüne ve doğasına ait inançlarımıza dayandığı anlatılıyordu. Örneğin sahte olduğunu öğrendiğimiz bir Picasso tablosunun gerçeğiyle neredeyse tıpa tıp aynı olsa da önemini kaybettiğini söylüyor Bloom. Oysa bir şey orijinal olduğunda bize daha çok haz veriyor. NFT olarak alınan ürünler daha doğrusu ‘özgün’ dijital sertifikalar/ kodlar da belki böylesi bir duyguya da hitap ediyordur, kim bilir…

market.jpg

O unların hepsi ekmek olmadığına göre hasta mıyız?

Elimizi çok sık yıkayarak obsesif mi olduk? En ufak bir öksürükte “Eyvah Kovid-19’a mı yakalandım” diye endişelendiğimiz için hastalık hastası mı olduk? Evden dışarı çıkamadığımız için agorafobik mi olduk? Tuvalet kağıdı, maya, un, makarna, dezenfektan malzemeleri stokladığımız için istifçi mi olduk? 

Pandeminin başından beri kendimiz ve yakınlarımız için yaptığımız psikiyatrik yakıştırmalar aldı başını gidiyor ama yukarıda saydığımız durumlar ‘hasta’ olduğumuzu göstermiyor. 

Kendi kendimize koyduğumuz tanılar çarpıcı ama aralarından en çok istifçilik dikkatimi çekiyor. Pandeminin başından beri ne olur ne olmaz diye evlerimize temel ihtiyaç malzemesi istiflemeye devam ediyoruz. Geçen gün marketten un alıp eve döndükten sonra dolapta üç tane açılmamış un olduğunu görünce “Eyvah! Yoksa fark etmeden bir istifçiye mi dönüşüyorum” dedim. Hani yabancı TV kanallarında zaman zaman izlediğimiz, evlerinin içinde adım atmanın bile zor olduğu, istifleme bozukluğuna sahip insanlar var ya... Son aylarda pek çok kişi kendisi ya da yakınları için bu yakıştırmayı yaptı. Elinde 10 paket bisküvi, 8 paket makarna, 15 tane sabunla eve gelen eşinizi, annenizi, babanızı görünce böyle düşünmek çok da garip karşılanmayabilir...  

Psikiyatristlere sordum, durum vahim mi? Endişeye mahal yok! Aldığınız unları, temizlik malzemelerini dolabınızda düzenli bir şekilde tutmayı başarıyorsanız sorun yok... Pandemi nedeniyle istifleme bozukluğu yaşayan kişilerin sayısının arttığını gösteren bir veri de yok... 

Ya bir gün lazım olursa... 

İstifleme/ biriktirme bozukluğu ciddi bir psikiyatrik sorun. Bu kişiler, eşyalarını yararsız da olsa asla atamıyor. Çok sayıda nesnenin toplanması yüzünden ev, iş yeri ve kişisel alanları dolup taşıyor, hareket alanlarını normal bir şekilde kullanamıyor, aileleri ve çevreleriyle ciddi sorunlar yaşıyor. Yani istifleme bozukluğu acil bir durum nedeniyle stoklama yapmanın çok ötesinde... Sebep biyolojik ve çevresel faktörlerin etkileşimi olarak biliniyor. Uzmanların görüşüne göre semptomlar genellikle ergenlik döneminde başlamasına rağmen, yetişkinliğin ortalarında sorunlu hale geliyor. Genel inanışın aksine istifleme bozukluğu dağınıklık değil, artık hiç ihtiyaç olmayan şeyleri atmakta çok büyük bir zorluk yaşamak, daha doğrusu atamamak! Atılamayan şeyler çeşitli; giysi, gazete, dergi, plastik kaplar, artık bozulmuş ve tamiri mümkün olmayan elektronik eşyalar vs...  

Stoklama ise patolojik bir durum değil. Yani pandemi sürecinde stoklama amacıyla normalin dışında alışveriş yapmak istifleme bozukluğuna yol açmıyor. Hatta beklenen bir ‘kıtlığa’ hazırlık amacıyla normal bir davranış olarak kabul ediliyor. Ama psikolojik bir hastalık olmasa da market raflarındaki pirinçleri, makarnaları, temizlik ürünlerini stoklamanın da ötesinde miktarda satın almak ne kadar doğru o da tartışılır! Stok yapma en temel düzeyde uzak evrimsel kökenleri olan bir durum. Muhtemelen atalarımız olası bir kaynak kıtlığına karşı böyle bir davranış biçimini benimsedi. 

Kısaca dolaplarımızda unların hepsi ekmek, börek olmadı belki ama merak etmeyin bu durum en azından bizi hasta durumuna sokmuyor. Yine de alışverişten önce evdeki eksikleri daha makul bir şekilde belirlemekten zarar gelmez... Hazır bahar aylarına girmişken dolaplarımıza çeki düzen verip gereksiz şeylerden kurtulmak da fena olmaz... 

 

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum