Hoş geldin…

Her şey fütursuzca yükseliyor ya! Başım önde, yine sabah erken vakitte yürüyorum. Bu anlarda kainat sanki bir daha tekrarlanmayacak bir masumiyete bürünüyor. Öyle hissediyorum. Başımı kaldırıp uzaklara baktığımda yükselen binalar görüyorum. Alabildiğine yükseliyor her şey. Dengesiz. Bencilce. Döviz yükseliyor. Nüfus artıyor. Dikkat ediyorum, burun delikleri genişleyip daralıyor insanların. Vapurlarda, otobüslerde, havaalanlarında bir büyük gerilim. Yüzler yüz olmaktan çıkmış. Sesler ilk fırsatta yükselmeye hazır. Kadın çocuğuna bağıracak, patron yanında çalışanı azarlayacak. İri demir çubuklar gibi sarılıyor zamanın gölgesi. Elinde olmadan kaygılanıyorsun. Korkuyor, soruyor, soruyorsun. Her şey nasıl da böyle fütursuzca yükseliyor. Şöyle sakin sakin, bir köşeye çekilip, tane tane, ikna edici bir dille konuşulamaz mı hiçbir şey? Dünya elimizde bir son su damlası kaydı kayacak!

***

Dün bir atmaca yavrusunu yine sıkıştırmış kargalar. O da bir apartman girişine sığınmış. Sığınmış mı yoksa yönünü mü bulamamış belli değil. Her sabah selamlaştığım çöpçü; ‘Abi kuştan anlar mısın? Şurada bir atmaca var, kargalar sıkıştırmış herhalde, ben bir şey yapamadım’ deyince, kırk yıllık kuş uzmanı sanarak kendimi, apartmanın girişine yöneldim. Elinde süpürge ile çöpçü arkamda. Mücadele etmekten tüyleri terlemiş. Dili dışarıda bir atmaca yavrusu. O an kendime göre çözdüm meseleyi. Atmaca kaçmak istiyor ama, apartman kapısındaki geniş camlar önünde bir boşluk duygusu oluşturduğu için o geri değil ileri atılıyor ve her atılışta cama çarpıp yenik düşüyor. Bu durumda elinle tutamazsın onu. En iyisi yan tarafına geçip uçmasını sağlamak. Başardık. Ağaçlara doğru hızla uçtu. Kayboldu. Onun yükselişi umudumu artırdı.

Şimdi güneş biraz daha yükselmişti sanki. Sahil boyunca uzayan kayalıklardaki kedilerle köpeklerin ebedi çekişmesine gülümseyerek ilerliyorum. Göç mevsimi, kuşların geçiş dönemi demek ki diyorum ve birkaç yıl önce yaşadığım anı hatırlıyorum. Bu kez bir karga sürüsü aralarına aldıkları bir canlıyı didikleye didikleye önüme yuvarlayıvermişti. Daha ne olduğunu anlamadan ve bir atmaca olduğunu bilmeden avucuma almıştım kuşu. Sonra da ağaçların arasına salmıştım. Demek ki her mevsim tekrarı var göçün ve kargalarla atmacalar arasındaki gerilim yüksek. Kuşun kuşa ettiği buysa dedim...

Sonra beni saran bir koku her şeyi ortadan kaldırdı, yükselmenin yönünü hepten değiştirdi, kuşun kuşla derdine anlam kattı. İşte o da rüzgarın etkisiyle yükseliyor, belli yerlerden geçiyor sonra da, sabahın bu vaktinde beni buluyordu. Bir iğde kokusuydu bu. Heyecanlandım. Vücudum canlandı. Elimi ayağımı ne yapacağımı bilemedim. Sağa sola bakındım. Ağaçların arasında bir iz, bir dal aradım. Sonra onca çalının ve yüksek ağacın arasında yeşil gümüşlerinin arasına sessizce gömülmüş o iddiasız çalıyı fark ettim. ‘İşte bir sebep olarak sebepsizce geçip gidiyorum’ der gibiydi. ‘Bir sebep olarak sebepsizce geçip gitmeyi’ elbette ben uydurdum. Ama bu sözü o söyletti bana.

***

Bir dönüş bir sürekli yükseliş imkanı varsa insanın, nereye, ne zaman ve ne şekilde olduğu önemli değil bunun, bir geri döne döne irtifa duygusu taşıyorsa hala ruhunda, bu kadar yalın bir sebep yeter aslında. İster yenilgi desinler, ister zaaf, ister kaçıp gitme isteği, kalanlar, kaldıkları yerde yükselmeye devam etsinler. İşte şu iğde ağacı, bir başına, orada, mevsimin kendi şarkısını tamamlamasını beklemiş şimdi de onu söylüyor sessizce. Birdenbire, sebepsiz, onca ağacın arasından sıyrılıyor, cömertçe varlığının karşılığını paylaşıyor. Bunca yükselti, bunca yükselme, bunca çoğalma onun bir anlık irtifasını engelleyemiyor. ‘Hoş geldin!’ dedim ben de ona. Hoş geldin.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum