Kanada dönüşü nasıl Müslüman oldum?

Sene 2006, bendeniz -ne demekse!- üç aylık Kanada maceramdan yeni dönmüşüm. Döndüğüm yer İstanbul. Beklendiğim yer Ankara. Eş dost, çoluk çocuk hasretle yolumu gözlüyor. İstanbul’da hiç oyalanmadan doğru otogara gittim. Ankara’dan geçen ilk araba Malatya arabası, varsın olsun dedim, atladım otobüse.

***

Yolda kulaklıkla İngilizce hikâyeler dinliyorum, üzerimde “Canada” yazılı bir tişört, tam uyuyakalacakken muavinin anons yaptığını duydum belli belirsiz: “Değerli yolcular, İzmit’te yarım saatlik mola veriyoruz. Lütfen herkes tam vaktinde yerine dönmüş olsun.” Uyusam mı çıkıp sigara içip insanları mı izlesem diye çok kısa bir düşündükten sonra sigara uykudan evladır diyerek çıktım otobüsten.

Bir köşeye geçtim, yaktım sigaramı. Sigara da ecnebi sigarası, başımda ters bir şapka, yuvarlak siyah güneş gözlüklerimle etrafı izliyorum. Kadınlar çocuklarını tuvalete yetiştiriyor, şoför ve muavin çay içip yarım ekmek tost yiyor, erkeklerin bir kısmı gaste almaya girmiş tesisin içine, diğer kısmı ise bir yerde kalabalık oluşturmuş uzakları izliyor. Herkes işinde muhabbetinde. Özlemişim ülkemi.

Sigaramdan son bir nefes alıp bir elimi yüzümü yıkasam iyi olur diye geçirdim içimden. Tam lavaboya doğru yönelmişken pişmaniyeci arkadaş geldi yanıma: “Abi, 3 tanesi 7 lira! Verem mi bi’poşete koyup?” deyiverdi. Ben de ayların verdiği dil alışkanlığıyla istemsizce “No, thank you.” dedim. Çocuk “Aa! Sen gâvur musun?” dedi, benim bir şey dememe fırsat kalmadan az evvelki diyaloga şahit olan simitçi: “Olum gâvur tabi lan! Görmüyon mu üzerindeki tişörtü, ecnebi bu besbelli” demesin mi. Dedi valla.

E bindik bir alamete gideyoz kıyamete. Ben de İngilizce olarak devam ettirdim sohbeti. Ben dedim Türkçe bilmiyorum, ne konuşuyorsunuz siz. Baktım anlamıyorlar. Bir daha dedim, göğsüme vurarak “No Turkish!” Simitçi, uyanık olan, “Olum Türkçe bilmiyormuş lan, yazık be” dedi. Ben de birkaç kelime daha geveledim ağzımda, dedim “Benim Türk arkadaşlarım var, onları ziyarete geldim. Türkiye’yi çok seviyorum.” Bunun üzerine pişmaniyeci simitçiye “Lan baksana lav mav diyor, Türkiye diyor. Bu bizi seviyor galiba. Yoksa zaten ne işi olsun ki burada. Gel biz bunu Müslüman edelim. Sevaptır, yazık yanmasın ahreti.”

***

Allah’ım tanrım, gülsem bir türlü gülmesem iki. Beni Müslüman edip etmeyeceklerini tartışıyorlar, ben anlamıyor gözlerle sigaramı tüttürmeye devam ediyorum hiç bozuntuya vermeden. Beş dakika aralarında tartıştıktan sonra beni hidayete kavuşturmaya karar verdiler. Pişmaniyeci arkadaş döndü bana: “Bak şimdi seni Müslüman edecez. Cennet’e gideceksin. Böyle olmaz. Şimdi ben kelime-i şehadet getircem. Sen de arkamdan tekrar edeceksin.” Abartılı el kol hareketleriyle de destekliyor tabii konuşmasını.

Bir çırpıda şehadet getirdi, benden tekrarlamamı bekliyor. Simitçi lafa karıştı: “Adam Türkçe mi biliyor, nasıl söylesin şimdi şu lafı? Tane tane söylemek lazım. Sen bilmiyon ben söyletirim ona” dedikten sonra bana döndü “Eşhedü!” dedi, bana da tekrar etmem için işaret verdi. Ben de “Esedü” dedim. Simitçi “Hayır ‘eşhedü’ diyeceksin çarpılırız vallahi. Eşhedü, eşhedü” diye yükseltti sesini. Ben de “Essedü” dedim. Tamam dedi oldu. Sonraki kelimeye geçiyoruz. O da oldu tamam bir sonraki…

Böyle böyle on dakikada kelime-i şehadeti getirdim. Onlarda sevinç nidaları. Bu arada bizi duyan gelmiş, etrafımda beş on insan var heyecanla izliyor. Üç kere tekrar ettirdiler kelime-i şehadeti, oldum Müslüman. Simitçi, pişmaniyeci sırtımı sıvazlıyor. Beni Müslüman ettiler, cennete gittim bunlar da vesile oldular diye cennete gidiyorlar; öyle bir ortam. Etraftaki herkes tek tek sıkı sıkı sarılıp sırtıma vuruyor. Tebrikler havada uçuşuyor. Bir ara beni de kollarımdan bacaklarımdan tutup havaya atmak istediler zor kurtardım kendimi.

***

Herkes mutlu, ben de fırsattan istifade gülüyorum da gülüyorum. Otobüsün de saati geldi vedalaştık, ayrıldım ekipten. Otobüsün yerine gittim otobüs yok! Allah Allah, tam vaktinde geldim oysa. Nerede bu otobüs? Gideyim danışmaya sorayım. Gittim, çıkardım bileti gösterdim görevliye. Abi dedi senin Malatya arabası gideli on beş dakika oldu. Nasıl olur, yarım saatti mola. Abi olur mu öyle şey burası İzmit on beş dakika duruyor otobüsler.

Meğer bende kulaklık olunca mola saatini yanlış duymuşum, Müslüman olma yolunda da kaçırmışım otobüsü. E ne olacağım şimdi? Bir yandan da beni Müslüman eden adamlara Türk olduğumu çaktırmamam lazım. Bir tarafta korku, bir tarafa yeni Müslüman olmanın heyecanı... Vallahi de billahi de yerim dayağı çok fena.

Nasıl mı bitiyor hikâye? Orası da İzmit Otogarı’nda kalsın. Aradaki konuşmaları, maceranın geri kalanını anlatmıyorum. Elbette ki masalımız gerçektir ve burada sona ermiştir. Gökten 3 paket pişmaniye düşmüş, e doğal olarak da yerlere dökülmüş. Oradan geçen karıncalar bir güzel ziyafet sürmüş.

Masallar masallara, hikâyeler hikâyelere eklenir. Benim adım Aboubakar, bu hikâye öyledir.

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum