Kanal projesini savunanlar niçin savunuyorlar?

Kanal İstanbul projesi, malum, bugünlerde bir siyasi meydan okuma ve inatlaşma konusu haline geldi. Vaktiyle ortaya atıldığında fazla ciddiye alınmayan ve fantezi olarak görülen proje -gündemi meşgul edecek başka “elverişli” konu da kalmadığı için olacak- yakın zamanda yeniden ısıtılıp sofraya getirildi. Şimdi, her zamanki gibi derhal ikiye bölünen bir kamuoyu var karşımızda.

Konuyla ilgili farklı sahaların uzmanlarının ve muhtelif disiplinlerden bilim adamlarının itiraz ve uyarıları önemli elbette ama -kim ne derse desin- toplumda bu işe karşı çıkan kesimin ezici çoğunluğu iktidarın projesi olduğu için karşı çıkıyor. Aynı şekilde destekleyenler de “taraftarı oldukları” iktidarın projesi olduğu için ezbere destek veriyorlar. (Bir de bunlar arasında konunun savunulabilir tarafı olmadığını gördüğü halde “karşı tarafın işine yaramasın diye” derhal savunma pozisyonuna girenler var. Muhtemelen karşı çıkanlar arasında da benzer durumda olanlar vardır.)

Dolayısıyla uzmanların, bilim adamlarının vs. ne dediği çok da önemli olmuyor bu ortamda. Nitekim, gayet iyi hatırlıyoruz, yeni havalimanı yapılırken de öyle olmuştu.

***

Peki, niye böyle oluyor? Sözkonusu olan hepimizin, yani 80 milyonun kaybı veya zararı ise ne diye aklımızı, mantığımızı ve sağduyumuzu esas alıp ortak bir tutumda birleşmiyoruz? Hiç değilse konuyu karşılıklı inat ve iddia meselesi olmaktan çıkarıp rasyonel ölçüler içinde değerlendirip bir tutum almıyoruz?

Bu soruların cevabı Türk toplumunun zihniyet yapısında. Bizim toplumun zihin yapısında kolektivist kültür hakimdir. Bir gruba (aileye, cemaate, herhangi bir zümreye) üyeliğimiz kimliğimizin aslıdır. Ben yoktur, biz vardır bu kültürde. Üyelik aidiyettir. Aidiyet kimliktir. Kişisel ve bireysel çıkarlarımız veya hedeflerimiz ait olduğumuz topluluğun çıkar ve hedeflerine aykırı olamaz.

Kolektivist zihniyetin egemen olduğu toplumlarda “suç” yalnızca söz konusu eylemi işleyen bireyin değil aynı zamanda o bireyin mensubu olduğu grubun da sorumlu sayıldığı bir konudur. Bu bakımdan “kan davası” olgusu kolektivist ahlakın en somut ifadelerinden biridir. Grup üyelerinden birinin yaptığı iş grup tarafından yapılmış kabul edilir ve diğer üyeler de yapılandan sorumlu olur. (Bir gazete yazarının yalnızca kendi yazdığı yazılar için değil, aynı gazetede yazan başka yazarların yazdıkları için de suçlanması gibi...)

Kolektivist ahlakın bir başka özelliği ise kendimiz için geçerli kurallar ile başkaları için geçerli kuralların iki ayrı kategori oluşturması. Yani, başkaları yaptığında suç olan bir eylemin bizimkiler yapınca suç olmaması. İşte bu yüzden bize yapılan haksızlıklara “haksızlık olduğu için” değil, “bize yapıldığı için” itiraz ederiz. Hepimiz. Sağcı, solcu, milliyetçi, liberal fark etmez.

***

Aslında kolektivizmin egemenliği, sanıldığının aksine, toplumsal yapımızın bütüncül değil, parçalı oluşu yüzünden. Bir başka ifadeyle “millet olamama” yüzünden. (Hatırlarsanız, bu konulara ilişkin kitabından daha önce de söz ettiğim Murat Önderman heterojen bir yapısı olan toplumlarda kolektivizmin bütünleştirici değil ayrıştırıcı olabileceğini söylüyordu.)

Problemin kaynağı toplumda güçlü ve kapsayıcı bir üst kimliğin eksikliği. Millet olamama. Ne var ki millet olmak deyince insanların aklına bir soya mensubiyet geliyor. Milli kimlik kavramını çoğu okuryazarlarımız bile etnik kimlik gibi anlıyor.

Yalnızca millet terimi değil; devlet, toplum, vatandaşlık gibi modern kavramların toplumsal zihniyetteki karşılığı modernlik öncesi zamanların anlayışına göre şekilleniyor. Bunun sebebi kimlik ve aidiyet algımızın güncellenememiş olması. Çünkü soy birliği, hemşerilik gibi modern öncesi aidiyet referansları yerine vatandaşlık ve milli kimlik aidiyetlerinin benimsenmesi için belirli bir sosyolojik aşamaya ulaşmak gerekiyor.

Avrupa ülkelerindeki vatandaşlarımız sözgelimi “Türk kültür dernekleri” değil, Sivaslılar birliği, Urfalılar federasyonu, Trabzonlular topluluğu vb. adlarla hemşeri dernekleri kurmayı tercih ediyorlarsa herhalde “millet olma” sürecinin ileri bir aşamasında olduğumuz söylenemez.

Oysa millet tarihî/kültürel olduğu kadar siyasî/hukukî bir zeminde hayat bulabilen bir varlık olarak “standart” ilişki ve düzen içindeki bireylerin ve zümrelerin meydana getirdiği bir organizma olmak durumunda. Gelgelelim bugün Türkiye’de mevcut olan zihinsel kodlar böyle bir işleyişe izin vermiyor.

Sonuç itibarıyla Kanal İstanbul projesini destekleyenler niçin desteklediklerini biliyorlar: Bizimkilerin işi diye… İstemeyenler niçin istemediklerini biliyorlar: Karşı tarafın işi diye…

YORUMLAR (125)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
125 Yorum