Kendimize yabancılaşmışız ağlayanımız yok

Melvin Seeman, Karl Marx’ın “yabancılaşma” kavramının çerçevesini çizmeye çalıştığı “On the Meaning of Alieniation” başlıklı makalesinde, yabancılaşmanın çeşitli şekillerini tespit eder.

Seeman’a göre, yabancılaşmayı yaşayan bireyler, kendi yapıp ettiklerinin neticelerini kontrol edebileceklerine ve ürettikleri ürünler üzerinde denetimlerinin olabileceğine dair inançlarını yitirirler. Hayat karşısında kendilerini son derece güçsüz ve aciz hissederler.

Sanki ne yaparlarsa yapsınlar ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar, ne kendileri ne de çevreleri ile ilgili hiçbir şeyi değiştirmeleri mümkün değilmiş gibi gelir.

Bir tufan sonrası dalından kopmuş, çılgın sel sularında gayri ihtiyari sürüklenen, kendisine bir istikamet ya da durak belirlemesi mümkün olmayan bir yaprak gibi görürler kendilerini.

Yabancılaşmanın Seeman tarafından belirlenen başka bir boyutu, kişilerin fiillerinin sonuçlarına dair doyurucu öngörülerde bulunamaz, yapıp ettiklerine anlam yükleyemez hale gelmesidir.

Bu hali yaşayanlara hayat öylesine kaotik gelir ki geleceğe dair plan yapmak anlamsızlaşır. Yarın, her türlü felaketi getirip kapılarına bırakabilecek belirsiz bir karanlıkken çabalamak beyhudedir. İlerleme, para, makam yahut saygınlık kazanma, disiplinli şekilde çalışmaya değil biraz şansa biraz da dünyanın iplerini elinde tuttuğu düşünülen “süper güçlerin” ya da “güçlü toplumsal yapıların” lütfuna bağlıdır.

Yarını planlamanın, orta-uzun vadeli projeksiyonlar yapmanın mümkün olmadığı, sebep sonuç ilişkisinin ortadan kalktığı bir yerde hedefler de hedefe doğru yürümek de anlamsızlaşır.

Avrupalılar, tarım toplumundan endüstri toplumuna geçiş sürecinde ferdin cemiyet karşısında güçsüzleşmesini, yaşanan hızlı değişim ile dizginleri ele alan sosyal yapılar karşısında acziyete düşmesini dehşetle karşıladılar. İnsana özgüvenini ve itibarını yeniden kazandırmanın yollarını aradılar.

Bizim toplumumuzda öteden beri ferdin cemiyet karşısında güçsüzlüğü, kanıksanan hatta arzulanan, teşvik edilen bir şey olduğundan, yabancılaşma hallerini oldukça yoğun bir şekilde hissetsek de bu tablo karşısında feryat eden çıkmadı.

Kültürümüzde sanki her şey “ferdi” toplum kazanında eritmek üzere tasarlanmış gibi.

Bireysel itirazlar, toplumsal kabullere aykırı fikirler derhal başı ezilmesi gereken yılanlar gibi muamele görüyor.

“Ters” yahut “farklı” şeyler söyleyenleri linç etmek için bekleyen hazır kıtalarımız var!

Yaşadığı derin “güçsüzlük” hissinin verdiği rahatsızlığı, dış güçleri abartarak, komplo teorilerine yaslanarak hafifletmeye çalışanlarla dolu çevremiz. Onlara göre dünya, “yarı tanrı” mesabesindeki güçlerin (mesela Rockefeller ve Rotschild ailelerinin) satranç tahtası, ülkeler ise bu beylerin oradan oraya sürdüğü piyonlar. Koca ülkelerin piyon olduğu bu oyunda ferdin ne hükmü olabilir?

Kültürümüzün süper kahramanları olan “keramet sahibi” evliyaların bazen meleklerle kavga ederek tabii afetlerin yönünü değiştirdiğine, bazen dua ederek roketleri düşürdüğüne, hatta kendilerine Allah’la bile pazarlık yapma imkânı veren “naz makamı” diye bir makamda olabileceklerine inanan ferdin hissesine “efendilerine” kölece bir itaatten öte ne düşebilir?

Bizzat içinde çalışıp gördüğü, nasıl köhne, nasıl etkisiz, nasıl laçka kurumlardan müteşekkil olduğuna bizzat şahit olduğu halde “devleti”, sonsuz güçte, her şeyi düşünüp planlayan, her yerde gözü kulağı, eli ayağı olan bir “heyula” gibi tasavvur eden memurun, yanlışlığını apaçık gördüğü şeylere itiraz etmesi, onları düzeltmeye cüret etmesi nasıl mümkün olabilir?

Daha çocuk yaşta, illuminati gibi ezoterik yapıların müzik kliplerinden filmlere kadar her şeyin içine şeytani semboller yerleştirdiğine, “masonların” yahut “tapınak şövalyelerinin” garip kıyafetler içinde karanlık odalarda buluşarak ülkemizi yıkmak üzere korkunç komplolar hazırladığına inandırılan insanların kendi hayatlarının direksiyonuna geçmeleri nasıl beklenebilir?

İçinde düştüğümüz derin kuyudan çıkmanın yolu, uydurduğumuz tüm “putları” hayatımızdan çıkartıp atmaktan, yabancılaştığımız benliğimizi yeniden keşfetmekten, kendimize yeniden inanmaya başlamaktan geçiyor.

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum