Kısa film büyük imkan

Son yıllarda kısa filmin gücünü daha çok fark etmeye başladık. Tek bir temaya odaklanma zarureti, karakterlerin şimşek hızıyla belirmesi, az zamanda öze inen anlatım, sembollerin imgelerin en ekonomik ve vurucu kullanımı gibi birçok iyilik var. Mesela son günlerde kadının yolculuğu tartışmalarına en güzel cevap Van’dan arabayla yola çıkıp nevigasyona İspanya’nın Sevilla şehrini kodlayan birkaç kadının kısa filmi olabilirdi.

Uluslararası Kadın Yönetmenler Kısa Film Festivali’nin(Directed by women, Turkey, 2019) ilk kez gerçekleşen Türkiye ayağından seyredebildiğim birkaç filmden daha söz edeceğimi söylemiştim.

Büşra Karagöz’ün Armağan animasyonundaki duygulu robot, ünlü bir mühendis tarafından milyonlarca yıl yaşayabilecek şekilde icat edilmiştir. Fakat Sevgi Gazetesindeki bir haber mucitin kalp krizinden öldüğünü yazar. Kısa filmde her türlü duyguya aşina olup ta ölümü algılayamayan, bununla baş edemeyen robotun yalnız kaldıktan sonraki hayatı var. Her şeyi bilen ama ölümü tanımayan robot çok etkileyici.

Eileen O’meara’nın Panic Attack adlı animasyonu da yine zamanın ruhuna gönderme. Kahve makinesinin fişini çektim mi acaba ile başlayan kaygı, bütün hayatın özeti. İşi geç mi kaldım, Micheal’le evlense miydim, ölünce ne oluyor, gübre mi olacağım, doktor olsam daha mı iyiydi, Tibet’e mi gitsem. Günümüz insanının kaygılar doyumsuzluklar amansız yarışmalar ve zamansızlıklarla geçen hayatı. Hiçbir şeye odaklanamayan, yaşamın özü hakkında düşünecek vakti olmayan, kakafoni halinde bir zihin. Kariyerinde yükselmekle her şeyi bırakıp keşiş olmak arasında bir uçtan bir uca gidip gelen yorgun ruh. Plazanın ellinci katından teleskopla bakılan başka gezegende görünen ise bir kuş ve iki kuş tüyü. Meğer evdeki kahvenin altı kapalıymış.

Universal Love Story’de Nathalie MacMahon günümüz dünyasında aşk mümkün mü sorusuna cevap aramış. Kalbimi satıyorum, gözyaşlarımı satıyorum diye ortaya çıkan bir satıcı kadın, kavanozu hiçbir bedel ödemeden alan bir adama yine de müteşekkirdir, çünkü gözyaşlarını taşımaktan kurtulmuştur nihayetinde. Bir birlikteliğe başlamak için masaya oturan kadın ve erkeğin baykuştan köpeğe birçok imgeyi başlık olarak takmaları ve sonunda kağıttan gemi ve uçakların etrafa saçılması. Semboller yoğun bir şekilde kullanılarak görüntülerle oluşturulan yoğun atmosfer aşkın imkansızlığı hakkında delil toplamaya yönelik adeta. Kadın başı şeklindeki saksılarda yetiştirilen çiçeklerin manasını düşünürken, herkesin kendine odaklandığı bir dünyada başkalarıyla iletişim kurmak için yeni yollar mı bulmalı, bilindik kadim yollar mı güncellenmeli karar veremiyor insan. Gelecekteki iletişim olanağını araştıran fantastik film sembollerle dolu.

***

Kadın yönetmenler elbette kadınların gündelik yaşamına eğilecektir. İlk filmi olan Narkisos’ta Tuna Yazıcı, şiddete sanatla cevap vermiş. Babasının şiddetiyle yüzleşemeyen annenin, hiçbir şey olmamış gibi kahvaltı hazırlamasına dayanamayan genç kız, şehrin ıssız yerinde sığınacağı bir mağara edinmiştir. Bu zulada başka bir sığınmacı daha vardır, hamile genç bir hayat kadını. Ayna fobisi olan genç kız için burada açılan boşluk, her şeyi gözden geçirme, nefes alma, düşünme ve yüzleşme yeri olur. Yoğun metaforlar, simge ve semboller insan insanın ilacı fikrine, birlikte kurtuluş en olası ihtimal noktasına getirir bizi. Yönetmen çoğaltmaktan başka işe yaramadığını düşündüğü için şiddeti doğrudan göstermek yerine sezdirmeyi seçmiş.

Ana Falcon, Ashes’de basit görünen bir konuyu ele alır. Evliliği boyunca yaptığı her yemeğe annem olsa şöyle yapardı, annem olsa tarçın eklerdi gibi bitmez tükenmez yorumlar yapan eşine bir sürprizi vardır. Yıllardır masanın üzerinde duran ölü annenin yakılma tozundan, kocasının her içeceğine ve yemeğine bir parça katmaya başlamıştır mutlu olsun diye.

Japon yönetmen Yumi Otsuko ise About My Mother filminde anne fedakarlıklarının, tutumlu ve iktisatlı davranışlarının evlatları tarafından nasıl dalga geçildiğini ve saçma bulunduğunu ele almış. Ziyarete gelen oğlunun delik çorabını dikmesi, oğulun bu durumdan hoşlanmayıp çorabı çöpe atması, yeni zaman tüketicisinin, anneleri tarihin dışında kalmakla suçlaması. Annenin emeklerinden sonra, yetişip iş sahibi olunca, anne neden sürekli başkasını düşünmek ve tutumlu olmak zorunda, dünya turlarına çıkmalısın, sorgulamasına girişen gençlerin, değişmek gerek ama hangi noktalarda düşüncesiyle sarsılan annenin hikayesi.

Ece Kınacı’nın Rüyamda Ölü Gördüm çalışması ise şiddet ve acının seyirlik malzemeye dönüştüğü, acıların ikonlaştığı, insanın robotlaştığı şimdiki zamanın hikayesi. Hiçbir şey olmuyormuş gibi yaşayıp giden yarı ölü yarı dirilerin.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum