Okurunu ‘Türkçeye doyuran’ mâniler

Okurunu ‘Türkçeye doyuran’ mâniler

Şair Ramis Dara’ın ‘Toprak Destanı’ şiir kitabı Klaros Yayınları tarafından okura sunuldu. Türkçe için ‘doyduğum yer diyen Dara, diğer şiir kitaplarından farklı olan yeni kitabında baştan sona mâni yazarak, toprağa destansı bir dönüş yapıyor. ‘Toprağa uzak düşen / Daha baştan zayidir’ ve ‘Kara toprak dense de / Bura bir nur ülkesi’ diyor. İnsan toprağa dönüş yapınca, ota böceğe, ağaca hayvana farklı bakıyor...

TANER AY

Nereye gidersem gideyim bir iki saat sonra İstanbul’u özlemeye başlayanlardanım. Bendeki yaşadığım ve yaşamadığım İstanbul sevgisi Reşat Ekrem’inkine, Ahmed Rasim’inkine veya Sermet Muhtar’ınkine benziyor. Yaşamadığım İstanbul için ne bulursam okuyorum, çok fazla da Yeşilçam filmi seyrediyorum. Yeşilçam Sineması deyip, burun kıvırmayın; bilhassa siyah beyaz Yeşilçam filmleri, mahalleleriyle, sokaklarıyla ve meyhâneleriyle, kaybettiğimiz İstanbul’un en iyi hâfızasıdır.

Ben, destancı, mânici ve niyetçi gibi artık kaybolmuş olan mesleklere yetişebilmiş bir nesildenim. ‘60’lı yılların sonlarına veya ‘70’i yılların başlarına kadar, koltuğun altında destan satanları ve üç odalı sandıklarıyla çarşı pazar dolaşan niyetçileri, İstanbul’un ahşap semtleriyle kalabalık meydanlarında görmek mümkündü. Annemle ayda bir Aksaray’daki teyzesini veya Eyüp’teki hacı leylekleri ziyârete gittiğimizde, Eminönü’de mutlaka bir destan alırdım. Buna karşın, hiç niyet çektirmedim, çünkü Memduh Ün’ün ‘58 yapımı ‘Üç Arkadaş’ filmindeki kedi kovalayan ‘Niyetçi Murat’ yüzünden onlara kıl oluyordum. Fikret Hakan’ın oynadığı Murat’ın, tepesinde ş harfi ters ve ‘Menşur Niyetçi Murat’ yazılı üç odalı bir niyet sandığı vardı, bu yazının üstüne plastik çiçekler kondurulmuş, bir yanında çiçekli dal, diğer yanındaysa kuğu deseni çizilmişti. Sandığın ilk odasına iki tavşan, ikinci ve üçüncü odalarınaysa güvercinler konmuştu. Filmin başında, beyaz üstüne benekli bir kedi patisini kafesli kapıdan sokmuş, güvercin yakalamaya çalışırken Murat uyanıp, eline geçirdiği koca bir taş parçasıyla kedinin peşine düşüyordu ama, Mualla Sürer’in oynadığı kedici ‘Saraylı Şehnaz’ onu yerin dibine geçiriyordu.

ANONİM HALK ŞİİRİNİN EN KÜÇÜK NAZIM BİÇİMİ

Niyetçiler fal veya mâni çektirirlerdi. Mâni, birinci, ikinci ve dördüncü dizeleri birbiriyle uyaklı, üçüncü dizesi serbest olan, her biri genellikle yedişer heceli dört dizeden oluşan koşuk türüdür. Anonim halk şiirinin en küçük nazım biçimi olan mânileri okuyup anlamak için halkımızın geleneklerini iyi bilmek gerekiyor. Eskiden, taşradaki hasatlarda, hıdırellezlerde, nevruzlarda, kına gecelerinde, gelin hamamlarında ve sünnetlerde, mâniler okunup eğlenilirdi. İstanbul yaşamındaysa, özellikle Ramazanlarda, bekçilerin ve davulcuların sabâ veya dügâh makamlarında okudukları mânilerin ayrı bir yeri vardı. Bekçilerin değil ama mâni okuyan davulcuların tanığıyım.

11kr02-man1.jpg

Geçen hafta bronşitten yatarken, Ramis Dara’nın Klaros Yayınları’ndan çıkan ‘Toprak Destanı’nı okudum. Bizim neslin şâirlerinden Hüseyin Ferhad’ın ve Ramis Dara’nın şiirlerindeki halk kültürüne yönelimlerini çok önemsediğim biliniyor. Onların okurlarını ‘keçi yolu’na soktukları kanısındayım. Düşe kalka okuyorsunuz ama, Türkçeye doyuyorsunuz. Ramis Dara da Türkçe için ‘doyduğum yer’ tanımını yapıyor. Doymayı, ‘karın doyurmak’ anlamında kullanmıyor, rûhen ve fikren doymayı kastediyor. Bununla birlikte, ‘Toprak Destanı’nın Ramis Dara’nın diğer şiir kitaplarından bir farkı var, bu defa baştan sona mâni yazmış ve mânilerle toprağa destansı bir dönüş yapmış. ‘Toprağa uzak düşen / Daha baştan zayidir’ ve ‘Kara toprak dense de / Bura bir nur ülkesi’ diyor. İnsan toprağa dönüş yapınca, ota böceğe, ağaca hayvana, farklı bakıyor. Örneğin, Dara’nın kırkayak için yaptığı ‘toprakaltı çiçeği’ tanımı nefis. Buna karşın, şâirin ‘martı korkusu’nu ise bir türlü anlayamadım. Çünkü, bir mânisinde ‘Kaçarım martılardan / Hepsi gizli eşkıya’, bir başka mânisindeyse ‘Aman suda ölmeyim / Gözlerim martılar yer’ diye yazıyor.

11kr02-dora.jpg

BÂKÎ’DEN ŞEYH GÂLİB’E BEŞ KİTAP

Yılı bitirmeye az kalmışken, beş kitaba birden başladım. Timaş Yayınları’ndan Laura Major’ın ve Julie Shah’ın birlikte yazdıkları ‘Robotları Beklerken’ çok ilginç bir kitap. Bu çalışma için daha sonra ayrıntılı bir yazı kaleme almayı düşünüyorum. Çağan Dikenelli’nin Maceraperest Kitaplar’dan çıkan ‘Upirlerin Fısıltısı’na Armağan Tunaboylu’nun önerisiyle başladım. Ötüken Neşriyât’tan çıkan H. Ş. Çağatay Çapraz’ın ‘Macar Belgelerinin İzinden’ ve Bâkî’nin ‘Gönüllerin Birliği’ çok önemli eserler. Biliyorsunuz, Bâkî’nin Sokulu Mehmed Paşa’ya hediye ettiği ‘Hayâtu’l-kulûb bi-rivâyâti Ebî Eyyûb’, kayıp sanılıyordu. Güler Doğan Averbek, Osman Reşer’in Leipzig Üniversitesi’ne sattığı yazmaları araştırırken, Bâkî’nin bu kayıp eserini de bulmuş. Bünyamin Ayçiçeğin editörlüğünde Güler Doğan Averbek, Gülşah Taşkın ve Arzu Atik tarafından neşre hazırlanan ‘Gönüllerin Birliği’, her münevverin kitaplığında mutlaka yer almalıdır. Beşir Ayvazoğlu’nun ‘Kuğunun Son Şarkısı’nın genişletilmiş yeni baskısını ise Kapı Yayınları yaptı. Kitabın Ötüken Neşriyât’tan ’99 baskısını Victoria R. Holbrook’un ‘98’de İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Aşkın Okunmaz Kıyıları’ birlikte defalarca okumuştum. Beşir Ayvazoğlu’nun ‘Kuğunun Son Şarkısı’, hiç şüphesiz Şeyh Gâlib üzerine yazılmış en nefis kitap. Bitirdiğimde, mutlaka yazacağım...

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN