Kur’an kâfi, tefsire ne hacet?

Kimi dostlarımız ve okurlarımız polemik türü yazılar yazmamam gerektiğini tembihliyor. Fakat Allah’ın her günü sosyal medya mecralarında boca edilen binbir çeşit ithamlar, iftiralar ve zevzekçe sataşmalar sabır taşımızı çatlatıyor; bu yüzden de polemik türü yazılar yazmak bir bakıma kaçınılmaz hâle geliyor. Nitekim çok kısa bir zaman önce “İlâhî Hitâbın Tefsiri” isimli çalışmamızın ilk cildi yayımlanır yayımlanmaz “trolcü müslümanlık”ın -ki aslında bu “trolcü müslümanlık” konusu sosyoloji alanında tez konusu olarak çalışılmayı hak ediyor- kadrolu elemanları sosyal meyda mecralarına üşüşerek, “Hani Kur’an yetiyordu? Şimdi bu tefsir de nereden çıktı?” gibi lafazanlıklarla esip gürledi. Bu sözde eleştirinin sahiplerine göre biz “Kur’an tek başına kâfidir; tefsir gibi şeylerle iştigal edip boş yere zaman tüketmeyin” gibi bir görüşü savunan biriyiz. Oysa biz günümüz Türkiye’sinde “Kur’an bize yeter” ya da “Kur’an müslümanlığı” söylemine eleştiri babında kaleme alınan ve “Çağdaş İslam Düşüncesi ve Kur’ancılık” (Ankara Okulu Yayınları) ismiyle yayımlanan tek müstakil eserin sahibiyiz. “Modern Döneme Özgü Bir Kur’an Tasavvuru: Kur’ancılık ve Kur’an İslam’ı Söyleminin Tahlil ve Tenkidi” (Marife, 2010) başlıklı makalenin sahibi de biziz. Keza tefsir çalışmamızın mukaddime kısmında şu ifadelere yer veren de yine biziz:

***

“Fakih tâbî Ebû Abdillah Mekhûl’ün ‘Kur’an’ın Sünnet’e ihtiyacı Sünnet’in Kur’an’a ihtiyacından daha fazladır’ sözü ile muhaddis tâbî Ebû Nasr Yahyâ b. Ebî Kesîr’in ‘Sünnet Kur’an üzerinde belirleyicidir; oysa Kur’an Sünnet üzerinde belirleyici değildir’ şeklindeki sözü haddi aşan bir Ehl-i hadis sloganı olmaktan öte, Kur’an metnindeki aslî mana-maksadın ve aynı zamanda Kur’an’daki birçok şer’î-amelî ahkâmın ancak Sünnet yoluyla anlaşılıp doğru şekilde uygulanabileceği gerçeğini vurgular. Mekhûl ve Yahyâ b. Ebî Kesîr’in ilk bakışta çok iddialı görünen mezkûr sözlerinin tâbiîn döneminde dile getirildiğini gözden kaçırmamak lazımdır. Kur’an bu dönemde yazılı bir metin olarak artık suskundur; dolayısıyla konuşmadığı konularda onu konuşturmak, yorum yoluyla çarpıtmak pekâlâ mümkündür. İşte bu yüzden, Sünnet Kur’an’ın doğru anlaşılması ve hayata taşınması noktasında kaçınılmaz olarak ön plana çıkmıştır.”

Bütün bunların yanı sıra Kur’an’ın özellikle ilmî düzeyde mutlaka tefsir kitapları eşliğinde okunması gerektiğini defalarca dile getirmiş olmamıza rağmen, “Hani Kur’an yetiyordu? Şimdi bu tefsir de nereden çıktı?” şeklindeki sözde eleştiriye muhatap olmamız bu memlekette İlahiyat alanıyla ilgilenen birçok kişinin her şeyden önce kendi şahsiyetlerine saygısının bulunmadığını gösterir. Söz konusu eleştirinin sahipleri eleştiri denilen şeyin ciddiyet ve haysiyetini beş paralık etmenin yanı sıra İlahiyat alanını da sanki bir nevi maskaralığa dönüştürmek ister gibidir. Şayet din ve İlahiyat alanında bir eleştiri yapılacaksa, her şeyden önce eleştirinin hedefindeki kişinin hangi konuda ne söylediği ve ne tür bir görüşü dillendirdiği hakkında az çok bilgi sahibi olmak gerekir. Bize “Hani Kur’an yetiyordu? Şimdi bu tefsir de nereden çıktı?” gibi bir eleştiri yöneltmek, böyle bir eleştirinin sahibi için utanç vesilesi olsa gerektir. Ancak günümüz Türkiye’sinde bulaşıcı hastalık gibi yayılan “trolcü müslümanlık” pratiğinde arlanma ve utanma gibi insani hasletlerden söz etmek pek mümkün değildir. Trolcü müslümanlıktaki temel karakteristik sınırsız itham, iftira ve yalandan beslenen saf/som ahlaksızlıktır.

***

Günümüz sosyolojisi özellikle dinî alanda olup bitenler açısından değerlendirildiğinde, ne yazık ki “çıfıt çarşısı” gibi bir görünüm arz ediyor. Geçmişte, “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak” sorunundan söz edilirken, bugün artık “hiçbir konuda bilgi ve fikir sahibi olmadan her konuda atıp tutmak” gibi çok daha büyük bir sorun kendini gösteriyor. Aslında bu sorun bizim genel ahlâkî düzeysizliğimize ve kitlesel şizofreniye yatkınlık hâlimize işaret ediyor. Öte yandan, bir-iki saatlik konuşma videosundan birkaç dakikalık bir kısmı kesip montajlamak, ardından sosyal medyada ağız dolusu hakaretler ve küfürlerle linç kampanyası başlatmak, üstelik bunu sahih dinî itikadı müdafaa adına yapmak, günümüz Türkiye’sindeki kurumsal dinî yapılarda müslümanlığın ne şekilde temsil edildiğine ibretlik bir gösterge teşkil ediyor.

Sonuç olarak, dinî bir yapıya veya gruba intisap edip futbol takımı amigosu gibi davranan çoğu zevatın insanlık hamuru ne yazık ki çok cıvık ve bozuk görünüyor. Eldeki bu insan malzemesinden İslam’a ve insanlığa zerre kadar hayır gelmeyeceğini söylemek için kâhin olmak gerekmiyor. İnsan kimi zaman anne-baba, eş, çocuk, dost, arkadaş gibi en yakınlarıyla, kimi zaman da kendi dindaşlarıyla sınanıyor. Hz. Peygamber’in dizinin dibinde yetişen sahabe onun vefatından yaklaşık 25 yıl sonra Cemel ve Sıffîn’de birbirlerinin kanını döktüğüne göre insanın kendi dindaşlarıyla sınanması ne yazık ki alın yazısı gibi görünüyor. İslam tarihi Kerbela ve Harre vakaları gibi nice trajik olaylarda müslümanın müslümana reva gördüğü korkunç zulümlere de şahitlik ediyor. Hâsıl-ı kelam, dünya hiç iyi bir yer gibi görünmüyor. Bu yüzden, “Mümkün âlemler içerisinde bundan daha güzeli olamazdı” diyen her kimse, kesinlikle halt ediyor.

18-12/01/mustafa-ozturk.jpg

YORUMLAR (78)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
78 Yorum