‘Malta Adası yerinde yoktur’

Nerede rastladığımı unuttum. Eski Türkçe bir eserdi. Cenab Şehabeddin’in Hac Yolunda kitabının Mısır’la ilgili bölümlerinde olabilir.

Hikaye hoşuma gitti. Şu anda bizim yaşadığımız duruma da biraz benziyor.

Bir gemi, yüküyle yolcularıyla birlikte İskenderiye’den Malta adasına müteveccihen yola çıkıyor.

Gidiş o gidiş. Gemi denizde haftalarca dönüyor, dolaşıyor.

Sonunda, insanların ümidini kestiği bir zamanda süklüm püklüm İskenderiye’ye dönüyor.

Kaptanın durumu izaha müteallik cümlesi şöyle bir şey:

“Malta Adası yerinde yoktur.”

Şimdi bunun ne tarafı bizim durumumuza benziyor diyeceksiniz.

Malta’ya giden kaptanın elinde belli ki pusulalar, bir takım koordinatlar mevcut. Adam elindeki verilere göre bir yol izliyor.

Denizin bir yerinde Malta Adası’nı bulması lazım.

Fakat yok! Her taraf deniz, deniz, deniz.

Bizler de, yakın tarihin gördüğü en idealist kuşaklar olarak bir hikayenin (ya da bir geminin) içinde yer aldık.

Bir yere varmak istiyorduk.
Kişisel menfaatle, dünya malıyla ilgili değildi varmak istediğimiz yer.

Ülkemiz güzel olsun. Dünya güzel olsun.

Ahiretimiz de güzel olsun.

Gittik gittik gittik...

Bir yere vardık varmasına. Ama tahayyül ettiğimiz yere hiç benzemiyor.

Kapitalizm bize göre değil, en yüksek değer ‘kapital’ olmamalı diye düşünüyorduk, baktık, vardığımız yerde en yüksek değer kapital.

Adalet dedik, hakkaniyet dedik, ihsan dedik, her şeyi en güzel şekilde yapmak, merhamet, kanaat, ahlak, maneviyat...

İnsanlar bizim elimizden ve dilimizden emin olacaktı.

Nerede! Biz bile kendi elimizden ve dilimizden emin değiliz.

Hikayedeki kaptanın Malta’yı bulamaması gibi, biz de elimizdeki aletlerle, koordinatlarla ulaşmayı umduğumuz ‘ada’ya ulaşamadık.

Kaptan gene şanslıymış, “Malta adası yerinde yok” dedi geri döndü.

Biz, bir ada bulduk. Fakat başka türlü bir ada. ‘Olmayacak’ dediğimiz her şey orada. ‘Olacak’ dediğimiz hiçbir şey yok!

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun ‘Müslümanlığımızla Yüzleşme’sini okurken bizim vaktiyle yanlış koordinatlarla, yanlış aletlerle, yanlış pusulalarla yola çıktığımızı düşündüm.

Sadi-i Şirazi’nin şu beytini zaman zaman anarım.

“Ey yolcu, sen bu gidişle Mekke-i Mükerreme’ye varamayacaksın, çünkü tuttuğun yol Türkistan yoludur.”

Biz, Mekke’ye varamadığımız gibi Türkistan’a da varamadık.

Şimdi, ‘aradığımız yer burasıydı’ deyip kalacak mıyız bulduğumuz adada?

Prof. Dr. Bardakoğlu’nun kitabı bir ümidi yeniden yeşertmeye çalışıyor.

Neler yapılabileceğine dair fikir veriyor.

Nerelerde yanlış yaptığımızı tartışıyor.

“Bugün dünyevileşme anaforuna kapılanlardan biri de Müslümanlardır. Alnı secdeden kalkmayan Müslümanlar dünyevileşmeye lanetler okuyarak dünyevileşiyor.”

“Ahlak adeta aramızdan uçup gitti ve geriye şekiller kaldı.”

“Modern dönemde Müslümanların bir başka yitiği de ‘güvenilirlik’ vasfıdır.

“Gelenekteki bilgiye inanan ama dünyevi hayata da uygun yaşayan iki dünyalı, iki kimlikli, iki şahsiyetli Müslüman tipolojisi ürettik.”

Bunlar sorunu teşhise yönelik ifadeler.

Kitap boyunca bir çok alanla ilgili teşhis cümleleri bulabilirsiniz.

Nerede yanlış yaptığımızla ilgili tespitleri de üzerinde durulmaya değer.

İslam’ın bir siyasi model öngörmediğini, emretmediğini söylüyor mesela.

Akranlarım iyi hatırlar, biz bu konularda çok ileri gitmiştik.

Diyor ki, “Din açısından önemli olan adalettir, adaletin gerçekleşmesidir. Önemli olan haktır, hakikattir, doğrunun egemen olmasıdır. Bunu kim sağlıyorsa İslam onu alkışlar, kim yapmıyorsa onun da karşısında olur.”

Sözü uzatmayayım. Zaten maksadım kitabın her tarafını aktarmak değil.

Tabii ki Prof. Dr. Bardakoğlu’nun kitabıyla sorunlarımız çözülmez. Onun da isabet ettiği ve etmediği yerler olması tabiidir.

Topyekun bir ‘muhasebe’ye ihtiyacımız var.

“Müslümanlığımızla Yüzleşme” ‘muhasebe’ için veriler sunuyor. Bakış açıları veriyor.

İçinde bulunduğumuz mevsim, cesaretle, doğru teşhisler yapma ve kendimizi nasıl onarabileceğimiz üzerinde derinlemesine düşünme mevsimidir.

İlmi olan, fikri olan herkesin bu ‘muhasebe’ye katılması lazım.

Yoksa düştüğümüz yerde sefaletimizle, perişanlığımızla, kendi değerlerimizi “küçük bir değer” (semenen kalila) karşılığında satmamızla kalırız.

YORUMLAR (22)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
22 Yorum