Marseyyez ve biz

Konya’da, Türkiye’nin Fransa’yı 2-0 yendiği millî maçta bazı tribünlerdeki seyirciler Fransız Millî Marşı’nı ıslıklamışlar. Bu davranışı aklı başında hiç kimsenin tasvip ettiğini zannetmiyorum. Bayrak ve millî marş gibi sembollere -hangi ülkeye ait olursa olsun- saygı göstermek gerekir. Ancak kutsal kitabımız parçalanıp yerlere fırlatılırken, bayrağımız orada burada yakılıp yırtılırken, millî takımımız hakarete uğrarken kılları kıpırdamayanların Fransa’dan ezikçe özür dileme kuyruğuna girmiş olmalarını da aklım almıyor.

***

Bu vesileyle Fransız millî marşı La Marseillaise’in bizim siyaset ve kültür tarihimizde özel bir yerinin bulunduğunu hatırlatmak isterim. Fransa’da monarşiyi iade etmek üzere ordularını sınıra yığan Prusya’nın müttefiki Avusturya’ya karşı savaş ilân edildiği haberi Strazburg’a ulaştığında bütün şehri müthiş bir heyecan dalgası sarmış ve 25 Nisan 1792 gününü 26 Nisan’a bağlayan gece, istihkâm yüzbaşısı Rouget de Lisle tarafından bir vatan ve hürriyet şarkısı bestelenmişti. Sözleri de adı geçen yüzbaşıya ait olan bu şarkı çok kısa sürede yayılmış, vatan sevgisi ve cumhuriyet idealinin şarkısı olmuştu.

10 Ağustos 1792 tarihinde kral ve kraliçenin tahttan indirildiği Tuilerie Sarayı baskınında önemli rol oynayan Marsilya taburu tarafından yayıldığı için önce Hymne des Marseillaise, daha sonra da La Marseillaise diye adlandırılan bu şarkı, vatan ve hürriyet gibi kavramları sevmeyen kralları rahatsız ediyordu. Osmanlı ülkesinde ise ertesi yıl çalınıp söylenmeye başlanmıştı. Fransızca bilen Osmanlılar La Marseillaise’i ve Fransa tarihinde oynadığı rolü elbette biliyorlardı. Ebüzziya Tevfik, Namık Kemal’in coştuğu zamanlarda çok sevdiği ve tamamını ezbere bildiği La Marseilllaise’i bestecisini kıskandıracak bir eda ve azametli bir sesle okuduğunu anlatır.

Sadece Namık Kemal değil, hürriyet isteyen ve “istibdad”a karşı mücadele ettiğini düşünen bütün aydınlar için La Marseilllaise’in çok özel bir anlamı vardı. Bu yüzden, bu marşı Mondros Mütarekesi’nden sonra İstanbul’un işgalinde rol alan Fransız birliklerinden dinlemek onları derinden yaralamıştı. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler isimli romanında, Cemal’in Babıâli Yokuşu’nda süngü takmış bir Fransız kıtasının La Marseilllaise’i söyleyerek yürüdüğünü görünce söylediği şu cümleler bu yaralanmışlığı çok iyi ifade eder:

“Daha Babıâli yokuşunda, süngü takmış bir Fransız kıtasının, başlarında mahut Marsaillaise, muntazam bir yürüyüşle yukarıya doğru çıktığını gördüm. Bu ihtilâl ve insanlık türküsü bir işgal müfrezesine hiç yakışmıyordu. İçim garip bir isyanla dolu ters yüzü döndüm ve bir tramvaya atladım. Fakat bindiğim tramvay onlara Çarşıkapı’da yetişti. Bu sefer La Madelon, Madelon’i, dinlemeye mecbur kaldım. Sonradan yaptıkları harp edebiyatında o kadar adı geçen bu türkü tüylerimi diken diken etti. Bunlar haddizatında belki güzel şeylerdi. Fakat benim İstanbul’umda ne işleri vardı? Biz harbe girmekle hata ettikse, onlar bu muameleyi yaparak bu hatayı devam ettirmeli miydiler?”

Kemal Tahir’in Esir Şehrin Mahpusu’nda, elleri kelepçeli olarak Bekirağa Bölüğü’nden alınıp başka bir cezaevine götürülen Kâmil Bey de aynı marş kulağına çalınınca çok incinecektir:

“Önünden geçtikleri büyük taş binanın açık pencerelerinden çeşitli çalgıların el alıştırma sesleri geliyordu. Bir gün Harp Divanı’ndayken Marseyyez’i duyar gibi olarak irkilmiş, odaya dönünce Ramiz Efendi’ye sorup burada Fransız işgal kuvvetleri mızıkacılarının oturduğunu öğrenmişti. Marseyyez’e daldı. Bu dalgınlıkla araba durağında araba bulunmamasına da, meydanı dolduran kalabalığa da pek aldırmadı (…) Gardiyan İbrahim bir boş araba yakalayıp gelene kadar Kâmil Bey’in kafasında Marseyyez’in ‘Liberté liberté chérie’ mısraı bozuk bir plak gibi, bir dostça, bir düşmanca, bir yiğitçe, bir kancıkça döndü durdu.”

***

Namık Kemal, La Marseilllaise’in sadece askeri düşmana karşı savaşmaya teşvik eden kıt’asını tercüme ederek “Hürriyet” makalesinde kullanmıştı. Vatan Yahut Silistre’deki “İşte adû karşıda hâzır silah” mısraıyla başlayan meşhur şiiri de bu marştan esintiler taşıyordu.

İlk defa ilk Jön Türklerden Suphi Paşazade Ayetullah Bey tarafından 1870 yılında tamamı tercüme edilerek Terakki gazetesinde yayımlanan La Marseilllaise’e bildiğim kadarıyla devletten tepki gelmemiştir. Ancak Osmanlı Devleti’nin millî bir devlet değil, bir imparatorluk olduğunu unutmamak gereki millî r. Törenlerde çalınıp söylenecek marşlar bestekârlara ısmarlanıyor ve bunlar tahtta hangi padişah varsa onun ismine izafe ediliyordu. Donizetti Paşa’nın Mecidiye Marşı, Dikran Cuhaciyan ve Rifat Beyler’in Hamidiye marşları, İtalo Selvelli’nin Reşadiye Marşı gibi. Guatelli Paşa’nın Osmaniye Marşı da bunlara ilave edilebilir.

Bizde Millî Marş ihtiyacı, ilk defa Millî Mücadele sırasında şiddetle hissedilmiş ve 1920 sonlarında, “askeri şevk lendirecek” bir millî marş yazılması için yarışma açılmıştı. İsmet Paşa’nın Maarif Vekili Rıza Nur’dan bizzat La Marseilllaise’e benzeyen bir marş istediğini biliyoruz. Yarışmadan sonuç alınmayınca millî marşımızı Mehmed Âkif’in yazmasını sağlayan daha sonraki Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver), La Marseilllaise’i ilk defa tam olarak tercüme eden Ayetullah Bey’in en küçük kardeşiydi.

***

Evet, bir hürriyet şarkısı olarak doğan La Marseilllaise, başta Namık Kemal olmak üzere bizim hürriyetperverleri yıllarca coşturmuştu, ama Fransızların sömürgeleştirdiği ülkelerin halklarını bu marşı söyleyerek “esir”leştirdiğini de unutmamak gerekir.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum