Muhasebe

Uzunca bir süre AK Parti’ye oy verenler için bu tercihlerinin gerekçesi gayet basit ve netti: İktidar, ülkeyi geçmiş yüklerinden kurtarıp geleceğe taşıyordu. Aynı sürecin bir parçası olarak iktidar, muhafazakarları da merkeze taşıyordu. Bu durumun yarattığı toplumsal dönüşüm ile sosyolojik ve siyasal eşitlenme hali hem iktidar, hem muhafazakarlar hem de Türkiye için hayırlı bir sürece işaret ediyordu.

Fakat gün geçtikçe, AK Parti’ye oy vermenin gerekçesi o kadar net olmamaya başladı. Tam aksine bu oy verme siyasi ve ahlaki bir yük taşımaya başladı. İktidar, Türkiye’ye, 80’lerin ve 90’ların kamu vicdanında mahkum olmuş kötü hafızalarını ve deneyimlerini tekrardan yaşatmaya başladı. Adeta geride bırakılması ümit edilen bir korku filmi yeniden başa sarıyordu. Bu sefer de iktidar ve kontrolündeki medya, bol bol korku pompalayarak, sürekli öcüler göstererek ve ülkeyi daimi bir şekilde reel veya suni kriz psikolojisine mahkum ederek, aynı seçmen grubunun rızasını kazanmaya çalıştı. İktidarın krizi derinleştikçe, iktidar daha fazla korku siyasetine müracaat etti. Korku ve kimlik siyaseti aracılığıyla da kendisiyle muhafazakarların kaderini birbirine bağlamaya çalıştı. Ve hâlâ da öyle yapıyor. Bu siyasetin ve stratejinin gerekçesi gayet basit: İktidarın epey bir süredir izlediği siyasete karşı yükselen toplumsal hoşnutsuzluğun özellikle muhafazakarlar nezdinde AK Parti ve Erdoğan’ın aleyhine olacak şekilde bir seçmen davranışına dönüşmesine engel olmak. Son yerel seçimleri kısmi ölçüde ayrı tutacak olursak, bir süredir seçim sonuçları veya seçmenin oy davranışları toplumda gelişen ve derinleşen hoşnutsuzluğun boyutunu tam ortaya koymuyor. Muhafazakar seçmenin post-AK Parti döneminde kendilerine karşı uygulamaya sokulabilecek rövanş siyaseti korkularıyla siyasal alternatifsizlik onları siyaseten AK Parti’nin hinterlandında dondurdu.

Bu süre zarfında muhafazakar kesim, iktidarın diğer toplumsal kesimlere karşı izlediği haksız ve gayrimeşru birçok uygulamasına aktif destek vermese dahi susarak pasif destek sundu - bazen de kimlikçi bir dayanışmayla aktif destek de sundu. Veya en azından iktidarın uygulamalarına karşı sesli bir itiraz geliştirmedi. Benzer şekilde, iktidarın muhafazakar toplumsal veya sivil alanı kendisiyle eşitleme hatta kendisine mahkum etme hamlelerine karşı bir tutum ortaya koymadı. Fakat iktidarın uygulamalarına yönelik itirazlar görece daha tekil bir siyasal kimlik ve söylemden çıkıp daha çoğulcu bir karakter kazanmaya başladıkça, iktidarın mağdur ettiği veya iktidarın gazabına uğrayan kesimler de sosyolojik olarak genişledi ve çeşitlendi. Muhafazakarlar da iktidarın kaba güç siyasetinden paylarını almaya başladılar. Bu durumun en bariz ve en güncel halini İstanbul Şehir Üniversitesi ve BİSAV örneklerinde yaşadık.

Davutoğlu’nun parti kurmasından sonra iktidar, Şehir üniversitesi ile BİSAV’a yaptığı siyasal operasyonlar ve kayyum atamalarıyla muhafazakar kesimden herhangi bir grup, kurum ve aktörün kendisinin çizdiği çerçevenin dışına çıkması halinde kamu gücünü ve kamu zorunu onlara karşı herhangi bir meşruiyet kaygısı gütmeden kullanacağını net bir şekilde ortaya koydu. Yani, muhafazakar alanı sadece temsil eden değil, bu alanın en azından bir kısmını aynı zamanda tehdit eden bir iktidar ile karşı karşıyayız. Bu yolla da iktidar kendisine bir siyasal koruma kalkanı oluşturmaya çalışıyor.

Fakat, iktidarın epey bir süredir rakipleriyle rekabeti veya toplumsal alanda yükselen itirazları bu şekilde tehdit yoluyla ve devlet gücüyle bastırmaya çalışması veya onları bir asayiş ve yargı meselesine indirgemesi, onu daha az değil daha çok dokunulur kılıyor. Zaten iktidar son operasyonları siyaseten güçlü olduğu için değil, tam aksine siyasal bir acziyet içerisinde olduğu için yapıyor. Siyasal rakibini cezalandırmak için kendi camiasının oluşturduğu en nitelikli vakfa dahi kayyum atayarak iktidar, tarihsel siyasal iddialarını yitirdiğini ve geleceğe dair anlamlı bir vizyonunun kalmadığını itiraf ediyor. Yani kamu kaynaklarıyla devlet gücünü kontrol etme arzusunun dışında bir Türkiye tasavvuru ortaya koyamayan, dolayısıyla da içi boşalan bir iktidar yapısıyla karşı karşıyayız.

Yine, iktidar yaptıklarıyla kendisini ahlaken savunulamaz, siyaseten kırılgan kılıyor. Zaten epey bir süredir iktidarın kamusal alandaki savunusunu büyük oranda kendisiyle mahkumiyet ilişkisi içerisine girenler yapabiliyor. Fakat bu savununun da söylemsel ve siyasal tesiri epey sınırlı kalıyor. Nihayetinde söylediklerinden başkasını söyleyebilme imkanı ve yetisi olmayanların ne söylediklerinin de bir anlamı olmuyor çoğunlukla.

Muhafazakar camianın muhasebe yapma zorunluluğu

İktidarın Türkiye’ye anlamlı bir siyasal vizyon ortaya koyabilme kapasitesinin kalmadığını ortaya koyan mevcut resim, aynı zamanda iktidarın tamamıyla kontrol etmeye veya baskılamaya çalıştığı muhafazakar kesimin de esaslı bir muhasebe yapmasını ve kendisine sahici sorular sormasını gerekli kılıyor.

Öyle görünüyor ki, iktidar muhafazakar kamusal ve siyasal alanının çeşitlenmesi ve çoğulculaşmasını kendisi için varoluşsal bir tehdit olarak görüyor. İktidarın muhafazakar siyasal ve sivil alanda yaşanan dönüşüme karşı benimsediği strateji, kendisi ile muhafazakarlar (en azından bir bölümünün) arasındaki makasın daha da açılacağını gösteriyor. Buradaki makas açıklığı da önümüzdeki dönemde muhafazakar mahalle içi siyaseti de ilişkileri de daha sancılı ve gerilimli kılacak gibi duruyor. Fakat muhafazakar kesim, bu durumu bir tehditten ziyade, bir imkan olarak görmeli.

Muhafazakar sivil alan kendisini iktidar ve devletten azade edebildiği ölçekte aktörleşebilecek ve Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olma imkanını elde edecektir. Bu nedenle, muhafazakar camia iktidarla ilişkisini yeniden tanzim etmeli. İktidarın kendisini iktidar nimetlerinden yararlandırarak veya iktidarın bir yerlerine eklemleyerek kendiyle hiyerarşik bir ilişki kurmasını reddetmesi gerekir. Demokratik bir vasatta, sivil alan ile siyasal alan arasında hiyerarşik bir ilişki olmaz. Hatta böyle bir ilişki olacaksa dahi bu sivil alan lehinedir. Tersi otoriter rejimlerde olur. Zaten Türkiye’de de iktidar şahsileşip keyfileştikçe kamu kaynakları ve gücü üzerinden muhafazakar sivil toplumu devlete ve iktidara eklemledikçe muhafazakar sivil alanla hiyerarşik bir ilişki kurdu. Bu durum muhafazakarlar için büyük bir tehlike arz ediyor. Nasıl ki İran’da rejime karşı gelişen itirazlar rejimin dayandığı dindar ve muhafazakar kesimlerin toplumsal meşruiyetini büyük oranda sarstıysa, Türkiye’de de iktidar, yaptıklarıyla kamu vicdanında mahkum oldukça, iktidarla arasına mesafe koymayan muhafazakar sivil alan da zemin ve meşruiyet kaybı yaşıyor.

Tekrardan vurgulamak gerekirse, iktidar, muhafazakar kesimi tamamıyla kendisine indirgeme ve kendisiyle eşitleme siyaseti izliyor. Buna karşın, kendi özerkliğinde veya sivilliğinde ısrar eden her yapıyı tehdit eden veya onu kriminalize eden bir siyaset icra ediyor.

İktidarın değer üretme, söylem üretme ve siyaset üretme krizi derinleştikçe buna mukabil muhafazakar siyasal alan yeni aktörlerle daha çoğulcu bir resim kazanmaya başladıkça, iktidarın muhafazakar kesimle ilişkilerinde zora başvurma ve onları ‘terbiye etme’ girişimleri daha da ağırlık kazanmaya başlayacak. Daha önce siyasal sistemde temsil ve daha iyi bir Türkiye tasavvuru üzerinden muhafazakar kesimin rızasını ve desteğini alan iktidarın, siyasal krizi derinleştikçe ve Türkiye vizyonu arkaikleştikçe, bu sefer zor kullanma ve cezalandırma vasıtalarıyla aynı muhafazakar kesimin rızasını olmasa dahi suskunluğunu elde etmek istiyor. Muhafazakar kesim bu siyasete rıza gösterdiği ölçüde altındaki zeminin kayması, yeni nesillere söz söyleyebilme ve Türkiye’nin geleceğinde güçlü bir aktör olma imkanını yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.

Bu nedenle, muhafazakar sivil ve siyasal alanının çeşitlenmesi ve çoğulculaşması muhafazakar kesim için bir tehdit değil, bir imkandır. Siyasal alandaki çoğulculaşma, sivil alana daha fazla özerkleşme ve daha fazla aktörleşme imkanı sağlar. Velhasıl, muhafazakar toplumsal alan kendi geleceğini, iktidarın yaşadığı siyasal ve tahayyül çoraklığına kurban etmemeli. İktidar için iyi olanla Türkiye için iyi olan arasındaki makas ciddi ölçekte açılıyor. Burada da muhafazakar kesimin geleceği ne pahasına olursa olsun devlet gücüne tutunmaya çalışan iktidardan değil daha anlamlı bir Türkiye tahayyülünden geçiyor.

Not: Merkez üssü Elazığ olan elim bir deprem yaşadık. Depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar ve yakınlarına sabır diliyorum. Depremden sonra toplumun her kesimi takdire şayan bir şekilde seferber oldu. Umarım sorumlu makamlarda bulunanlar uzmanların tesbitlerine kulak verip depremden önce de üzerlerine düşeni yaparlar. Yine, hem enkaz altındaki Azize anaya seslenen UMKE görevlisi hem de Suriyeli Mahmut hepimize ortak insanlığımızı ve vicdanımız hatırlattığı için kendilerine teşekkür borçluyuz.

YORUMLAR (9)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
9 Yorum