Neden bazı ülkeler başaramıyor?

Koronavirüs salgını “eşi görülmemiş bir felaket” diye tanımlanıyor. Modern zamanlar için doğru bir tespit.

Ama tarihte insanoğlu bundan çok daha büyük felaketler gördü. Dolayısıyla Korona’ya karşı mücadelede gösterilen zaafın bahanesi sayılmaz eşi benzeri olmayan bir felaketle karşı karşıya olmamız.

Kara Veba salgınında Avrupa nüfusunun yaklaşık yarısı öldü ama o zaman insanlar bakteri ve virüslerin varlığından haberdar değillerdi. Varlığından haberdar olmadıkları mikro organizmalardan korunma usullerini de bu zararlı canlıları yok etme yollarını da bilmiyorlardı.

Gerçi yine varlığından haberdar olmadığımız bir koruyucumuz vardı ama onun da gücü sınırsız değildi. İnsan genlerinde taşınan ve nesilden nesile DNA ile aktarılan deneysel bilgi deposu’ndan söz ediyorum.

Zararlı mikro organizmaların saldırılarına karşı vücudumuzun antikorlar üreterek gösterdiği direniş sonraki nesillere aktardığımız genlerde kodlanmış olacak şekilde kalıcı bir savunma stratejisi, yani bağışıklık, oluşturuyordu.

Bakteriler ve virüsler karşısında kayıplar vere vere kimi zaman binlerce yılı bulan süreçlerde bu düşman mikro organizmalara karşı bağışıklık kazandı genlerimiz. Ancak sık sık genlerimizin tanımadığı -yani bağışıklığımızın olmadığı- yeni bakteriler ve virüsler de çıkıyordu karşımıza. Bazen de virüsler antijenlerini değiştirerek bağışıklık kilidimizi açmayı başarıyorlardı. Böyle zamanlarda salgınlar baş gösteriyor, büyük kayıplar veriyordu insanlık.

***

Bağışıklığımızın olmadığı bu yeni -veya değişmiş- mikroorganizmalara karşı da vücudumuzun mücadele edebilmesinin yolunu aşının bulunmasıyla kazandık. Aşı olduğumuzda insan türünün en az binlerce yıllık deneyimlerinin oluşturduğu genetik bilgi bankamızda hakkında yeterli veri bulunmayan mikroplara karşı da bağışıklık kazanmış oluyoruz.

Buna karşılık, insanlığın bilim ve teknolojide kaydettiği ilerleme bakteriler ve virüsler karşısında kırılganlığımızı arttırabiliyor. Dünyayı küreselleştiren, mesafeleri kısaltan teknoloji aynı zamanda düşman mikro organizmalar için de dünyayı küçültüyor. Uçaklar, trenler, turizm, uluslararası ticaret vs. insanları birbirine yaklaştırırken -mikropların insandan insana geçmesi demek olan- salgınların da hızına hız katıyor. Bunun için Ebola, SARS, Kovid-19 gibi yeni düşmanlara karşı aşı geliştirmek için gereken süre bize fazla uzun geliyor.

Ancak bu tür salgınlara karşı mücadelenin yegâne yolu aşı geliştirmek değil. Hiç değilse aşı geliştirilene kadar yapılması gerekenler var. Karantina veya tecrid bunların başta geleni. Yani enfekte olmuş (ve olma ihtimali bulunan) insanlarla diğer insanlar arasındaki temasları mümkün olduğunca azaltmak. Hatta işi garantiye almak için bütün insanlar arası temasları asgariye indirmek.

***

İkinci önlem kimlerin enfekte olduğunu ve enfeksiyona yol açan mikrobun yayılma haritasını tespit için yaygın şekilde test uygulamak. Dünya Sağlık Örgütü de “Her şüpheli Kovid-19 vakası için test yapılması” gerektiğini bildirmişti. Nitekim Güney Kore, Singapur gibi ülkeler bu yolla başarılı oldular.

Aralarında maalesef Türkiye’nin de yer aldığı bazı ülkeler ise test konusuna mesafeli durdular. Yeterli sayıda test yapılmadığı için de hızla artan vakaların kontrolü zorlaştı. Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Alpay Azap’ın “Hong Kong ve Singapur olma şansımızı kaybettik, artık tüm enerjimizi İtalya olmamaya harcamalıyız” derken dikkat çektiği acı gerçek buydu. Prof. Azap, “Az test yaptığımızı, hastaların yüzde 20’sinin hastaneye gelip tanı aldığını” söylüyordu. (Bilim Kurulu’nun başka üyeleri ise en başlarda dile getirdikleri -kahvehanelerin kapatılması gibi- bazı önerilerinin çok gecikerek uygulanmasından şikâyet ediyorlar.)

Hiç kimsenin ve hiçbir kurumun hazırlıklı olmadığı bir felaket var karşımızda. Onun için mucize gibi bir çözüm beklemek gerçekçi değil. Ama salgını kontrol altına alarak etkilerini minimize etmenin yolları bilindiğine göre bu mücadelede bazı ülkelerin karnesine iyi, bazılarına kötü not vermek haksızlık sayılmaz.

Karşı karşıya olduğumuz problem üç aşağı beş yukarı aynı olduğu halde, bazı ülkeler başarılı olurken bazıları bu mücadelede yaya kalmışsa problemin yönetim anlayışıyla ve toplumsal zihniyetle ilgili olduğu bellidir.

Çin’in yanıbaşındaki Singapur, Vietnam, Güney Kore gibi ülkelerin bu mücadeleden alınlarının akıyla çıkabilmeleri İran ve İtalya gibi ülkelerdeki içler acısı durum için ileri sürülen “Bize çok Çinli turist geldi, umreden gelenler getirdi vs.” tarzındaki bahaneleri geçersiz hale getiriyor çünkü.

***

Daron Acemoğlu’nun James Robinson ile birlikte kaleme aldığı ve dilimize Ulusların Düşüşü adıyla çevrilen “best seller” kitabının orijinal başlığı “Why Nations Fail”dir. Yani “Neden (bazı) ülkeler başaramıyor?”

Aynı soruyu Korona salgını bağlamında soran olursa cevabını bu kitapta bulabilir.

YORUMLAR (45)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
45 Yorum