Nereden çıktı bu ikilem?

Osmanlılar dünyasında bir tarafta din uğruna savaş, diğerinde yağma ve ganimet uğruna savaş gibisinden bir ikilem yoktu.

Bazı Osmanlı tarihçilerine göre, Osmanlı Beyliği’nin kuruluşunda gaza ideolojisi önemli bir rol oynamamıştı ve kurucuları da dâhil olmak üzere ilk Osmanlılar gazi değildi. Ünlü Osmanlı tarihçisi Colin Imber’in, Ahmedî’deki bir beyte dayanarak ileri sürdüğü gibi belki de en başlarda “gaza” kelimesi bile kullanılmıyor, sadece Türkçe “akın” deniyordu. Söz konusu beyit şöyledir:

“Kâfir üzre akdılar a’vân-ı din

Andan itdiler gazâ adın akın”

Imber’e katılan Heath Lowry, Ahmedî için günlük hayatta daha tanıdık olan kelimenin akın olduğunu ve onun, yazdığı destanın amacına uygun bir şekilde, realpolitik / seküler akın / akıncıdansa, dinî olan gaza / gaziyi vurguladığını söylüyor. Imber’in dediği gibi “gazi”, “akıncı” kelimesinin çevirisinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla, Ahmedî’nin anlattığı şekliyle Osmanlı gazilerinin eylemlerini en iyi anlatan kelime de akındır.

18-06/09/ekran-resmi-2018-06-09-224607.png

Ahmedî veya 15.Yüzyılın başındaki Anadolu sakinleri için “akın” mı yoksa “gaza” mı daha aşinaydı tartışmasına girmeye gerek yok. Herhalde ikisini de aynı kolaylıkla kullanırlardı. Kaldı ki Ahmedî’nin yukarıdaki beytinde akına gaza değil, gazaya akın dendiği söyleniyor. Burasını göz ardı edemeyiz. 1493 tarihli pencik kanununda akını, iyi tanımlanmış bir askerî eylem olarak görmekteyiz. Kanunda, “Uç beğleri, akıncı (ve sair) yiğit ve yigil cem idüp (gazâ niyetine) darü’l-harbe seğirtmek akındır” diyor. Akın, başında ancak uç beyinin bulunduğu bir faaliyetti. İhtimaldir ki böyle bir kullanım Ahmedî’nin zamanında da vardı. Ahmedî belki de başında bir uç beyinin olduğu kapsamlı gazalara akın dendiğini söylemek istiyordu.

Öte yandan, “akın” kelimesinin “gaza”nın Türkçesi olduğunu, hatta günlük dildeki akının Osmanlı okumuş sınıfının dilinde gaza olarak çevrildiğini kabul etmekte de tabii ki bir beis yok. Bazıları iyice tuhaf olan böyle pek çok örnek vardır. Mesela, Türkçe “subaşı” unvanı “serçeşme” olarak çevrilir. Aynı şekilde meşhur top cinsi olan balyemezin Türkçe olduğu düşünülerek Arapça- Farsça karşılıklarla “asel nemi hored” olarak çevrildiği de vakidir ki bal yemez anlamına geliyor. Dolayısıyla bir an için, gaza / gazi kavramlarının kendi başlarına erken Osmanlı toplumunda hiç bilinmediğini ve kullanılmadıklarını ve akın / akıncı kelimelerinin çevirileri olduklarını varsayalım; peki ne diye Türkçe olan kelimeler “realpolitik / seküler”, Arapça olanlar “dinî” olarak görülmek durumunda oluyor?

İki uçlu bir itirazım var buna. 19. Yüzyılda dahi, Müslüman Arap kabilelerinin birbirlerine karşı akınlarına ve birbirlerinin eşya ve sürülerini yağmalamasına “gazve” denirdi. İslâm tarihindeki ünlü gazveler herhâlde bu basit çapul hareketlerine dinî bir anlam vermiyor, hadiseye bir kutsiyet katmıyordu. Sanırım bunları din uğruna savaş olarak görmeyeceğiz. Diğer yandan, bir kelimenin Türkçesi kullanıldığında dinî bir çağrışımı olmadığını nereden biliyoruz ki? Eski Anadolu Türkçesi ve daha sonraki pek çok metinde, hatta dinî içerikli olanlarda bile, “Allah” lafzının yanı sıra “Tanrı” da bol bol kullanılıyor. Birine dinî, diğerine seküler bir anlam verirsek belki günümüzün bazı tartışmalarını geçmişe yansıtmış oluruz ama kesinlikle hata ederiz. Akın ve akıncı kelimelerinin erken Osmanlı toplumunda dinî çağrışımları olmadığından nasıl emin olabiliyoruz ki?

Bu terminolojik tartışmanın ötesinde Lowry’nin akıncılar arasında Hıristiyanlar bulunduğu veya bazı akıncıların Hıristiyan olduğuna dair sunduğu belge çok ilginçtir. Lowry tabii ki oradan yola çıkarak bazı “gazilerinin” Müslüman bile olmaması hasebiyle Osmanlı devletinin gazaya adanmış olmadığı sonucuna ulaşıyor.

Söz konusu belge, II. Mehmed’in, Otlukbeli seferinden önce, Rumeli’ndeki bazı kazalardan akıncı yazılması konusundaki hükmüdür. 1472 Aralık başı tarihlidir ve aslı Sofya Milli Kütüphanesinde olan bir Akıncı Defter’inde kayıtlıdır. Padişah burada Zağra Yenice (Yeni Zağra), Akçe Kazanlık, Eskihisar, Filibe, Hasköy ve Çirmen kadılarının, gönderdiği görevlilerle birlikte bir sayım yapmalarını emrediyor ve “Kâfirden ve Müsülmanlardan otuz eve bir atlu akıncı vaz’ edesiz, otuz birinci akıncı ola” diyor.

Hükmün burada ne dediği gayet açıktır. Her otuz ev bir atlı akıncıyı desteklemek durumundadır. Ev başına 33 akçe de “harçlık” olarak toplanacak ve toplam 990 akçe sefere gidecek olan akıncıya verilecektir. Bunlar, Ali Bey’in (Mihaloğlu Ali Bey) kumandasında bir araya gelecektir. Sonrası biraz karışıktır. Fatih, bazı kişiler emrettiği üzere ordu ile gidemezse, onların akçelerinin toplanmasını ve kadıların onların yerine yenilerini göndermelerini emrediyor: “[K]âfirlerden içlerinden akıncılığa kâbili bulunur ise yazalar ve eğer bulınmaz ise Müsülmanlardan yazalar”. Bu durumda nasıl bir kuralın uygulanacağı mesela gitmeyenlerin veya gidemeyenlerin yerine yeni akıncıların gönüllülük temelinde mi bulunacağı açık değil.

Lowry bu dönemde Osmanlı Balkanlarının nüfusunun ağırlıklı olarak Hıristiyan olduğunu hatırlatıyor ve akıncı istenen yerlerden Çirmen’in bir nesil sonra, 16. Yüzyıl başındaki nüfusunun 12,684 Hıristiyan ve 1578 Müslüman haneden oluştuğuna dikkat çekerek, 1472 hükmüne göre bu bölgeden akıncı yazılmış olsa 423’ünün Hıristiyan ve sadece 53’ünün Müslüman olacağını belirtiyor.

Bu belgenin asıl kritik önemi, Lowry’nin tartıştığı gibi akıncı yazılırken Müslüman ve Hıristiyan ayırımı yapmamasından ileri geliyor. Dahası, ilk belirlenen akıncılardan gidemeyen olursa yerlerine akıncılık yapabilecek Hristiyanların öncelikli olarak yazılması istendiğine göre Müslümanlardansa Hıristiyan akıncılar tercih edilmektedir. Lowry’nin yaptığı yorum şöyledir:

“Açıkçası Hıristiyanlar sadece akıncı olarak hizmet etmekle kalmıyorlardı ve öyle görünüyor ki tartıştığımız dönemde, Osmanlı ordusunun öncüsü olan atlı başıbozuk askerler birliğinde hizmet için (Akkoyunlu konfederasyonun Müslüman hükümdarına karşı yönelmiş olan böyle bir seferde bile) gayrimüslimler tercih ediliyordu.”

Evvela, belge aynı, olgular aynı ama ben biraz farklı düşünüyorum. Müslüman akıncılardansa Hıristiyan olanların tercih edilmesinin, bilakis, savaşılacak gücün Müslüman olmasından kaynaklandığı kanaatindeyim. Müslüman bir güce karşı savaşılmasının gaza teorisiyle nasıl açıklandığı başka bir meseledir, ayrıntısını göreceğiz ama II. Mehmed ve imparatorluk bürokrasisi, Hıristiyan akıncıların, Müslüman bir devlete karşı daha rahat kullanılabileceğini düşünmüş olmalıdır. İkincisi, sanırım tek bir belgeden yola çıkarak, sınırlı bir dönem için bile bir genelleme yapamayız. Üçüncüsünü ise sonra göreceğiz, öyle mi olurmuş, gayrimüslim olup Müslümanlarla birlikte savaşanlar olmaz mıymış, olursa o savaş gaza olmaktan mı çıkarmış?

Fakat Lowry’ye bir haksızlık yapmak da istemem. Erken Osmanlı dünyasında gazanın ne anlama gelebileceği hakkında görüş serdederken bu “Hıristiyan akıncılar” belgesinden başka bir belgeyi de mercek altına alıyor. Bu belge II. Bayezid’in 1484 yılındaki Boğdan seferi dolayısıyla çıkardığı gazaya çağrıdır ve maalesef, Lowry’nin, Osmanlıların gazayı nasıl gördükleri hakkındaki görüşlerini desteklemek yerine zayıflatıyor. II. Bayezid’in sefer yolundayken kadılara gönderdiği bu hükmü Sayın Ahmet Akgündüz her zamanki alakasızlığı sebebiyle ilk kez kendilerinin yayımladığını sanıyor ama Bursa şeriye sicillerinde kayıtlı olan bu belge merhum Halil İnalcık tarafından 1981’de yayımlanmıştır. Belki o yayına bakılsa, “Gazâdan ve cihâddan hulefâlu (?)” şeklinde şüphe belirtilerek okunan ifadenin de “safalu” olduğu görülürdü ama neyse, belgeye geçelim.

Bu hükümde II. Bayezid, Allah katından ve peygamberin ruhundan yardım umarak “eda-i gazâya teveccüh” ettiğini söylüyor ve kadılara şunları ilan etmeleri emrini veriyor:

“[G]azâdan ve cihâddan safalu olan kimesneler ve yarar yoldaş olur kılıcıyla etmek çıkaran kimesneler ve yoldaşlığı ile tımar almak isteyenler âlât-ı harbleri ve esbâb-ı ceyşleri ile [savaş araçları ve asker gereçleriyle] gelüb bu mübarek gazâda benümle bile olub mesûbat-ı gazv u cihâddan mahzuz ve behremend olub [gaza ve cihadın mükâfatlarından pay alıp memnun olalar] doyumluklar bulalar ve mal-i ganimet kazanalar. Ve yoldaşlık idenler her birisi yoldaşlığına göre benden himmetler ve inayetler göreler ve tımara talib olanlara dirlikden himmet ve inayet idem (…) ve bu yıl kimesnenin kazancından pencik alınmaz ana göre amel ideler…”

Pencik konusunu ele aldığımızda bu belgeye kısaca değinmiştim. Savaşa katılımı teşvik etmek için pencik almamanın bu seferle sınırlı olmadığını, Şehzade Selim’in de Trabzon valiliği sırasında Gürcistan’a düzenleyeceği akında pencik alınmayacağı duyurusunda bulunduğunu hatırlatayım.

Lowry, bu hükmü gazanın Osmanlılarca gerçekte nasıl planlandığı ve örgütlendiğini gösteren en erken tarihli belge olarak görüyor ve gazayı “kutsal savaş” olarak tarif eden “Osmanlı saray kroniklerinin” derlenmesinden önceki bir zamanda çıkarıldığı için gaza teriminin 15.Yüzyılın sonlarında aslında ne anlama geldiğine dair ipuçları sağladığını ileri sürüyor. “Osmanlı saray kronikleri” derken hangi kaynakları kastediyor bilmiyorum ama 1484 tarihli belge, ne Ahmedî’nin manzum kroniğinden (hoş, Lowry onun da bir kronik değil nasihatname olduğunu düşünüyor) ne de II. Mehmed’in saltanatının hemen başında yazılan anonim Gazavât-ı Sultân Murâd b. Mehemmed Hân’dan daha erkendir. Üstelik gördük, bu ikinci kaynakta, Osmanlıların gazayı örgütlemeleri hususunda bu hükme göre yarım asır daha eski olan çok kıymetli kayıtlar bulunmaktadır.

Lowry’ye göre bu belgede katılımcıların herhangi bir dinî farizayı eda edeceklerine dair “göreli bir sessizlik” varmış. Hükmün hemen başında II. Bayezid’in ağzından “eda-i gazâya” yönelindiği açıkça söylendiği için bu sessizliğin ancak göreli olabileceğinde ben de hemfikirim. Lowry, tam tersine, II. Bayezid’ın potansiyel gazilerin dünyevî ve geçici kaygılarına hitap ettiğini, din uğruna şehit düşeceklerin nail olacakları cennet mükâfatlarından bahsetmek yerine yağma, ganimet ve dirlik sözleri verdiğini ve bunu yapanın da dindarlığından ötürü Osmanlı kaynaklarında “Veli” olarak anılan bir padişah olduğunu söylüyor. Penciğin affedilmesi teşvikini ise insan gücü kıtlığı çekildiğine ve İslâm’ın yayılması amacıyla ordular dolusu savaşçının sıra beklemediğine bir işaret olarak sayıyor. Bu çağrıya cevap vereceklere dirlik vaat edilmesi Wittek’in “gazi ethos”unun değil, malî kazanç sağlama umudunun gazileri oluşturduğunun bir işareti olabilirmiş. 1484 Boğdan seferi Hıristiyan bir prense karşı olduğu için “klasik gaza tarifine” sığarmış ama Bayezid, müstakbel askerlerini toplarken gaza ve cihadı vurgulamaktansa birincil olarak onların maddî kazanç sağlama arzularına hitap etmekteymiş.

Bu belgede hem cihat hem de gaza kelimelerinin kullanılmasından yola çıkan Lowry, bunların o dönem Osmanlıları tarafından farklı anlamlarda kullanılmış olabileceği çıkarımında bulunuyor. Burada akın anlamına gelen gazanın, özel olarak, Müslüman olmaları şart olmayan akıncılara, cihadın ise padişahın Müslim tebaasına yönelik kullanılıp kullanılmadığını sorguluyor; “yoldaş” teriminin dinî açıdan tarafsız olmasından dolayı bu varsayımın geçerli olabileceğini ve bu hükmün sadece Müslümanlara hitap etmediği sonucuna ulaşıyor.

“Klasik gaza tarifi” derken Lowry’nin aklında Wittek’ten başkasının görüşleri var mı bilmiyorum ama yukarıdaki belgeyi yorumlama şekline katılamıyorum. Her şeyden önce, burada dinî referanslar yeterince mevcuttur. “Mesûbat” kelimesinin bir iyiliğin Allah tarafından mükâfatlandırılması ve bu dünyada yapılan ibadetlerin karşılığı olarak öbür dünyada verilen mükâfatlar anlamları vardır. Padişah “mesûbat-ı gazv u cihâd” derken bunları kastetmektedir ama kendisi ancak bu dünyaya ait ödüller teklif edebilirdi. Son olarak, Lowry ve daha başka pek çok tarihçi, gazanın din uğruna mı yoksa yağma ve ganimet için mi yapıldığı şeklinde bir soru ortaya atıyorlar ki sanki ikisi birbiriyle çelişmek durumundaymış, biri olursa diğeri olmazmış gibi bir ikilem kurmuş oluyorlar. Osmanlıların dünyasında böyle bir ikilemin var olduğunu sanmıyorum. Yukarıdaki hüküm dâhil o dünyadan kalan bütün belgeler ve kayıtlar bize aksini söylüyor.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum