Refah sonuç değil süreçtir

Refah devletine dair tahayyülümüz, sınırsız maddi imkanların olduğu, devletin toplumun alt yapı hizmeti dahil sosyal fayda ve çıkarlarına dair her türlü olanağı ücretsiz olarak sunduğu, insanların gayet mutlu bir yaşam sürdüğü bir ütopya. Altını çizelim ki, refah bir süreçtir bir sonuç değil. Refahı elde etmek ve korumak sürekli gelişim, etkileşim, yenilik ve kontrol gerektiren bir süreç. Bu sürecin başarılı olması da toplumun bütün aktörlerinin üstüne düşen görevi yapmasıyla mümkün olur. Refah toplumundan neyi kastediyoruz? Her türlü maddi refaha sahip ülkeler mi? Devletin her türlü alt yapı hizmetini sunduğu ancak üniversitelerin refah sürecinde belirleyici katkısının olmadığı, medyanın resmi bülten olduğu, sivil toplum örgütlerinin işlevsiz olduğu ülkelerin bir kısmı belki dünyanın en zengin ülkeleri ancak en gelişmiş ülkeler değil.

Bizim de tartıştığımız eğitim, üniversite, ekonomi vs. gibi temel kavramları bu konularda örnek aldığımız Batı Avrupa ülkelerindeki tartışma içeriğine bakarsak, bizden çok daha ciddi sorunlar yaşandığı, devlet kurumlarının neredeyse bitiş noktasında olduğu hissiyatına kapılabiliriz. Örneğin “eğitim sistemindeki sorunlar nedir” şeklinde Almanya, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerle ilgili basit bir Google araması yapıldığında, ortaya çıkan yüzlerce sayfa dokümanda, facia, bitiş, kaos, inovasyon eksikliği gibi pek çok olumsuz kavramın sıralandığını görürsünüz. Eğitim sistemi hakkında acımasızca sürdürülen tartışmaları ve bu tartışmaların odağında olan Avrupa ülkesinin adını silerek okursanız, eğitim sistemi çökmüş az gelişmiş bir ülkenin eğitimi sisteminden bahsedildiğini düşünür, bu ülkeye acilen eğitim malzemesi ve eğitmen yardımı yapılması gerektiği duygusuna kapılabilirsiniz.

Bu ülkelerin güçlü demokrasilere sahip olmasının en önemli nedenlerinden birisi de bu. Gündem sadece siyaset üzerinden değil, ilkeler ve kurumlar üzerinden belirleniyor. Sadece siyaset değil, tüm kurumlar kamuoyunun kontrolü altında ve hesap verme zorunluluğu hissediyor. Tam da bu ağır eleştirilen, kamuoyunu hesap vermek zorunda olan kurumlar güçlü ve fonksiyonel yapılar haline gelebiliyor. Güçlü demokrasiler de bu kurumlar aracılığı ile oluşuyor.

***

Bizim adeta bir saplantı düzeyinde hayatımızın merkezine koyduğumuz siyaset, refah toplumuna ulaşmanın yegane yolu değil. Hatta çok kısıtlı bir yönü. Gelişme fantezilerimizin merkezine siyaseti koyunca da arzulanan dönüşüm hiç bir zaman gerçekleşmiyor. Türkiye’de başta hukuk olmak üzere, eğitim, kültür ve dijital dönüşümde olması gereken yerin çok gerisinde oluşumuzun önemli sebeblerinden birisi, temel meseleleri siyaset dışı algılama ve tartışma kabiliyetine sahip olamayan zihin yapımız.

Olayı örnekleyecek olursak. Türkiye’nin eğitim kalemindeki en önemli sorunlarından birisi de dünya standartlarının gerisinde bilgi üreten ve insan yetiştiren üniversitelerimiz. Taha Akyol’un 13.02.2019 tarihli yazısıyla haberdar olduğum, Prof. Nihat Erdoğmuş ve ekibinin hazırladığı, üniversiteleri mercek altına alan “Geleceğin Türkiye’sinde Yüksek Öğrenim“ başlıklı rapor, sorunu tüm yönleri ile ortaya koyuyor. Tabi çözümü de. (Üniversite sorunu beni ilgilendiriyor diyen herkesin okuması gereken bir metin) Başta YÖK olmak üzere devletin konu hakkında yaptığı kurumsal ve zihinsel yanlışlar raporda açık bir şekilde izah ediliyor. Ancak bu hataların düzeltilmesinde en önemli aktör siyaset değil bilim dünyası. Sorun ortada, devlet çözsün mantığı ile görevi siyasete yıkarsak, çözüm de siyasi olacak. Böylece üniversitelerin olmazsa olmazı olan özerkliğinin mezarını da kendimiz kazmış olacağız.

Benzeri bir durumu Milli Eğitim Bakanlığı tartından açıklanan 2023 vizyonu için de geçerli. Yine Karar gazetesinde hem haber olarak, hem de bendeniz de dahil olmak üzere bir çok yazarın konu ettiği eğitim vizyonunun gerçekleşmesi, bu konseptin siyaset üstü kabul görmesine bağlı. Sanayi, bürokrasi, müdür, öğretmen, veli, aile gibi toplumun bütün katmanlarının katılımıyla mümkün olacak bir dönüşüm. Yine tartışmayı bu aktörler üzerinden değil de siyaset üzerinden sürdürürsek elbette siyasi olarak güçlü olan irade bu vizyonu kendi siyasi hedeflerine devşirecektir.

Klasik medyanın da okuyucu kaybetmesi, hatta anlamını kaybetmesi bu pencereden daha iyi anlaşılabilir. Toplumda hem zihinsel hem de sosyal olarak çeşitliliğin ve dolayısıyla beklentilerin arttığı bir dönemde, okuyuculara günün sonunda iktidar mücadelesine katkı sağlamaktan başka bir işlevi olmayan bir içerik sunuluyor. Okuyucunun siyasi bilinçlenme için medyaya artık ihtiyacı yok. İnternet dolayısıyla maruz kaldığı enformasyon bombardımanına karşı kendisine refakat edecek nesnel, güvenilir yenilikçi mecralara ihtiyacı var.

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum