Sadece AK Parti’nin işi mi zor?

Aslında mevzu ciddiydi ama nedense yeterince önemsenmedi, hak ettiği ölçüde tartışılmadı.

“Beyaz muhafazakarlar” veya “beyaz sağ” denilen yeni sosyolojik kesimden bahsediyorum.

Dindar ve muhafazakar kesiminin içinde oluşan “beyaz muhafazakarlar” ya da “beyaz sağ” adı verilen bu kitlenin varlığı 2017 Referandumu’nda ortaya çıkmıştı.

Şunu rahatlıkla söylemem mümkün: Türkiye’de artık böyle bir seçmen kitlesi var.

***

Karar’da Sayın Taha Akyol, İbrahim Uslu ile yaptığı mülakatta konuyu bir kez daha gündeme taşıdı.

Umarım bu kez hak ettiği değerde tartışılır.

Peki, kim bunlar, özellikleri neler?

Sayın Uslu bu kitleyi şöyle tanımlıyor:

“Beyaz Muhafazakarlar olarak isimlendirdiğim bu seçmen grubunun belli özellikleri var. Bunlar milliyetçi /muhafazakar bir geçmişten geliyorlar, ama soğuk savaş döneminin koşullarını da hatırlamıyorlar. Genellikle 40 yaş ve altındalar ve sayıları da artık çok fazla. Şu an ülkemizde seçmenlerin neredeyse yarısı 40 yaşın altındadır. Bunların büyük bir çoğunluğu büyük şehirlerde yaşamaktalar. Çoğunlukla iyi eğitimliler ve ortalamaların üstünde gelire sahipler. Dolayısıyla bir yandan dünyayı çok yakından takip ederken, öte yandan da Milliyetçi – Muhafazakar siyaseti doğuran değerler dünyasına oldukça mesafeliler.” (Karar, 16 Mart 2020)

Sayın Uslu, aynı mülakatta, bir yandan ülkücü gençliğin MHP’ye bağlılığının devam ettiğini söylerken diğer yandan da milliyetçi/muhafazakar ideolojiyi temsil eden AK Parti ve MHP’nin bu yeni kitle ile iletişim kurmakta zorlandığını belirtiyor. Altını çizdiği bir diğer önemli husus da şehirleştikçe ve eğitim seviyesi arttıkça AK Parti’ye ve MHP’ye oy verme eğilimin düşüyor olması.

Uslu’nun bu tespitleri sosyolojik bir gerçek. Nitekim MHP büyük şehirlerde hiçbir zaman başa güreşen bir parti olamadı, AK Parti de artık büyük şehirleri kaybetmeye başladı.

2017 referandumunda Türkiye’nin sosyolojik bir dönüşüm yaşadığını söyleyen Uslu, bu yeni seçmen grubunun özelliklerini iki yıl önce bana şöyle anlatmıştı:

“Bunlar AK Parti dönemi kuşağı. 35 yaşın altındalar. Eğitimliler ve yaşam düzeyi olarak belli bir refah seviyesine sahipler. Kendilerini dindar, milliyetçi ve sağcı olarak ve aynı zamanda tamamen birey olarak nitelendiriyorlar. Partizan değiller. Anne ve babalarının oy verme kriterleri onlar için çok fazla bir anlam ifade etmiyor. Demokrasi ve hukuk onlar için birincil öncelik.” (5 Mayıs 2017, ‘Türkiye’de değişen sosyoloji ve beyaz sağ seçmen’, başlıklı yazım.)

AK Parti’nin bu kesimle arasındaki makas giderek açılacak. Bu kitleye ulaşmakta zorlanacak.

Peki ya Gelecek Partisi ve DEVA Partisi? Kurulan yeni partiler bu seçmen kitlesine ulaşabilecekler mi?

Uslu şöyle diyor:

“Bu yeni sosyoloji kendini henüz bir partiye ait hissedemiyor. Bu Gelecek ve DEVA partileri için bir fırsat. Ama hem bu yeni sosyolojiyi yeterince anlayıp anlamadıklarından hem de bu seçmen profilini cezbedecek bir siyaset üslubu geliştirip geliştiremeyeceklerinden emin değilim.” (Karar, 16 Mart 2020)

Uslu’nun şu sözleri oldukça iddialı ve tartışılmaya değer:

“Her iki parti de AK Parti’nin ilk dönemini bir tür ‘devri saadet’ olarak değerlendiriyor. Ben bunu yeni partiler açısından bir hata olarak değerlendiriyorum.”

Uslu bir adım daha ileri giderek, toplumda da aydınlarda da AK Parti’nin ilk döneminin devri saadet görülme yanılgısı olduğunu söylüyor.

***

Uslu’ya aradım ve bu iki hususu biraz açmasını istedim. Çünkü AK Parti’nin fabrika ayarlarına dönmesini istemek ya da reformist dönemlerini övmek nasıl hatalı olabilir?

Sordum: AK Parti’nin ilk döneminin devri saadet olarak görülmesini neden hata olarak değerlendiriyorsunuz?

Uslu: AK Parti’nin ilk dönemi kurulduğu yılların küresel ve ulusal ikliminin ürünüdür. Dünyada neoliberal rüzgarların esmeye devam ettiği, İslam ülkelerinin küresel sisteme entegrasyonda Türkiye gibi bir rol modele ihtiyaç duyduğu, AB’nin genişleme politikasının en agresif olduğu bir iklim. İçeride ise 28 Şubat’ın yarattığı baskı ortamından, ekonomik krizin yoksullaştırıcı etkisinden, zayıf ve itibarsız siyasetçilerin yönetme zafiyetlerinden bıkmış seçmenlerin çoğunlukta olduğu kasvetli bir ülke.

O koşullarda AK Parti iyi bir siyasi/söylemsel konfigürasyonla ortaya çıktı ve belli başarılar elde etti. Ama AK Parti’yi şekillendiren bileşenlerin büyük çoğunluğu için o dönemde söyledikleri ve yaptıkları şeyler büyük ölçüde “reel-politik”ti, bunları “vazgeçilemez değerler” olarak görmüyorlardı. O nedenle de koşullar değiştiğinde bunlardan çok kolaylıkla uzaklaşılabildi. Hiç üzerinde tartışmaya, muhasebe yapmaya ya da yeni bir değerler seti oluşturmaya gerek bile duyulmadı. Kendiliğinden ve çok doğal bir süreç içinde AK Parti başta savunduğu işlerin tersini yapabildi.

Bu nedenle ben “fabrika ayarlarına dönme” ya da “devri saadet” yaklaşımlarına iki gerekçeyle itiraz ediyorum:

Birincisi daha somut bir neden: Zaten ilk dönemin idealize edilecek bir tarafı yoktu. Liberal demokrasinin belli unsurlarının hayata geçirilmesinin ötesinde aslında özgün hiçbir iş yapılmadı. Bugün ise dünya üzerinde yaşanan krizlerin hiç birine liberal demokrasi yaklaşımı çare üretemiyor. Zaten yaşanan sorunların asıl kaynağı liberal demokrasinin içine girmiş olduğu kriz. Krizin kaynağını krizden çıkışın yolu olarak görmek paradoksal bir tutum olur.

İkincisi ise daha ilkesel bir itiraz: İdealini geçmişte arayan bütün yaklaşımlara sıcak bakmıyorum. Siyasette kazanmanın yolu insanları geçmişe geri götürmekten geçmiyor... Birileri “back to basics” diye havalı bir konseptle bunu açıklayabilir ama seçmen her zaman geleceği satın alır. Seçmenin üçte biri o yılları hatırlamıyor bile... Bilhassa tırnak içinde “yeni” partilerin ideali geçmişte araması da çelişkili bir durum olur. Reddi miras’a gerek olmayabilir ama siyasal konumlamasını AK Parti’ye göre yapmak başlı başına sorunlu bir yaklaşım olacaktır.

Sordum: Peki beyaz muhafazakar sağ seçmeni cezbedecek siyaset üslubu nedir?

Uslu: “Burada somut reçeteler yazmak çok doğru bir yaklaşım olmaz. Ben bazen seminerlerde şu örneği kullanıyorum. Eğer iPad ya da iPhone piyasa sürülmeden önce bizimle bir anket yapılsaydı ve bize kafamızdaki ideal ürün sorulsaydı birincisi ideal cep telefonu olarak asla iPhone’u tarif etmezdik. O zaman kullandığımız cep telefonlarının farklı özelliklerinden oluşan kombinasyonları idealize ederdik. Hele iPad’i hiçbirimiz tarif bile edemezdik, çünkü böyle bir şeyin olabileceğini dahi bilmiyorduk.

Burada önemli olan hedef kitlenizi ne ölçüde iyi tanıdığınızdır. Eğer yeterince iyi tanıyorsanız, kendilerine sorduğunuzda tarif edemeyecekleri ya da yanlış tarif edecekleri konularda dahi öyle ürünler/çözümlerle önlerine gidersiniz ki, hepsi bunları büyük bir coşkuyla karşılar. Çünkü onların aslında neden rahatsız olduğunu, neyi arzu ettiğini, neye ihtiyaç duyduğunu ve nelerle motive olduğuna dair elinizde çok sağlam veri setleri vardır.”

Uslu’ya bu şekilde tanımladığı yeni seçmen kitlesinin siyasi davranışlarını sordum, şöyle anlattı:

Uslu: “Yeni seçmen kitlesine ulaşmaya çalışan her partinin bu insanların duyarlılıklarını iyi analiz etmeleri gerekiyor. Bunun ne ölçüde yapıldığından pek emin değilim. Netice itibariyle kendileri de iyice yerleşmiş ideolojik formasyonlara sahip oldukları için karşıdakini anlayıp ona göre kendini dönüştürmektense, kafasındaki doğruları muhataplarına empoze etmeye çalışıyorlar. En azından ikna olmalarını istiyorlar. İş neticede bir endoktrinasyona dönüyor ve yeni seçmenlerin en nefret ettikleri şey de endoktrinasyona maruz kalmak.

Ülkemizde bırakın partileri, birçok işletme bile öğrenmeye ve kendini sürekli dönüştürmeye karşı oldukça dirençli. Bu nedenle de toplum hızla değişirken partiler bu dönüşüme ayak uyduramıyor. Neticede de özellikle sağ seçmenler partilerini değiştiriyorlar. Ülkemizdeki en uzun ömürlü merkez sağ parti’nin henüz 20 yaşına girmemiş olması durumu net biçimde anlatıyor aslında.”

Uslu’nun söyledikleri bunlar…

Bütün bunlar bu dönüşümün şehirleşme ve eğitim sürecinde daha ileri boyutlara doğru devam edeceğini gösteriyor. Öyle görünüyor ki bu yeni kitle önümüzdeki dönemlerde daha da önem kazanacak. Ve siyasetçileri ciddi bir şekilde zorlayacak.

YORUMLAR (40)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
40 Yorum