Sakın caz dinlemeyin!

Genellikle Pazar günleri bu köşede müzikle, özellikle de caz müziği ile ilgili yazılar yazmaya özen gösteriyorum. Bazı okurların caz işinden pek hoşlanmadıklarının farkındayım. Elbette herkes aynı müzik türünden hoşlanmak zorunda değil, hele de insanların ruh dünyaları ve estetik anlayışlarıyla doğrudan ilgili olan bir konuda insanların tek tip müzikten hoşlanmalarını beklemek her şeyden önce faşizan bir tutum olurdu.

Nasıl kimsenin böylesi bir dayatmacılığa hakkı yoksa, aynı şekilde benim caz sevmemden de birilerinin rahatsız olmaya hakkı yoktur diye düşünüyorum. Bu arada bir caz takıntısı içinde olmadığımı da belirtmeliyim. Klasik Batı müziğini de, Klasik Türk musikisini de, rock müziğini de hep severek ve de coşkuyla dinliyorum. Dahası, dünyanın farklı coğrafyalarında üretilen bütün müzik türlerine ruhumun pencerelerini açmaya çalışıyorum. Dolayısıyla başlıktaki “sakın caz dinlemeyin!” ifadesini, tersinden bir eleştiri olarak alabilirsiniz...

Ve tabii ki bu hafta da cazın efsane trompetçisi Chet Baker’le caz dinlemeye devam...

Bazı geceler, insanlık değerlerini paletlerin arasına sıkıştıran, devasa finans merkezlerinin duvarlarına çarpan yaşadığınız vahşi dünyanın acımasızlığından kaçmayı ve güvenli sığınaklar aramayı o kadar istersiniz ki... İşte böylesine çaresiz zamanlarda ya şiirin güvenli limanlarına, ya da müziğin özgürlüğüne sığınırsınız.

Galiba bugünlerde tam da böylesi bir iklimden geçiyoruz. Ben de arşivleri karıştırıp cazın büyük ismi Chet Baker’in trompetinden dökülen o büyülü nağmelere sığınıyorum. Gece 24 sularında balkonda kitap okurken Spotify’da başlayan Chet Baker yolculuğu, yatakta neredeyse 04’e kadar devam ediyor. Baker’i dinlerken insanın içinde tarifi imkansız bir özgürlük hissi oluşuyor adeta...

Hayatın vahşi duvarlarını arkanızda bırakıp, uçsuz bucaksız yemyeşil bir ormanda koşuyormuş gibi hissedersiniz ve o muhteşem naifliğe bırakırsınız kendinizi.

Batı Yakası cazının poster çocuğu olarak anılan Chet Baker, cazın en efsanevi trompetçileri arasındadır. Ve aynı zamanda caz tarihinin en önemli sahne müzisyenlerinin başında gelmektedir. Miles Davis ile birlikte trompete ruh verebilen ender isimlerden birisidir. Hem bir vokalist hem de aktör olan Baker, müzik hayatı boyunca Miles Davis’in popülaritesini geçebilen tek trompet icracısıdır.

Kontrollü ve son derece kişisel çalış stiline sahip bir cazcı olan Chet Baker, popüler görüntüsü ve şarkıcılığı ile cazın da ötesinde geniş kitlelerin ilgisini cezbetmiştir. Caz tarihçisi David Gelly, Baker’in erken dönem kariyerinin “James Dean, Sinatra ve Bix’in tek kişide toplanması”nı temsil ettiğini söyler. (Arto Peştemalcıgil Caz Müzisyenleri Ansiklopedisi)

Pek çok sanatçının maruz kaldığı gibi Baker de uyuşturucu yüzünden dibe vurmuş ve bu yüzden hayatının önemli bir bölümünü hapishanelerde geçirmiştir. Ancak 1970’lerin sonlarına doğru bu beladan kurtularak kariyerinde yeniden tırmanışa geçmeyi başarmıştır.

Stan Getz’le çalışmaya başlayan Baker, kariyerindeki esas patlamayı 1952’de Los Angeles’te Bird’ün yanında sahne almasıyla gerçekleştirir. Kuşkusuz Chet Baker esas itibariyle Gerry Mulligan dörtlüsünün bir üyesi olarak çaldığı “My Funny Valentine”deki solosuyla sansasyonel bir başarı kazanmıştır. Unutulmaz bir Baker solosu olan bu parça, kendine has yorumuyla Baker’in alamet-i farikası haline gelir.

Miles’tan sonra hiçbir trompetçi yalnızlık ve hüzün olgusunu, aynı zamanda vokalist olarak da öne çıkan Chet Baker kadar derinden yakalamamıştır. Çaldığı her ses, iyi bir arkadaşa veda eder gibidir. Öylesine dalgalı, melankolik bir rahatlık içinde çalar ki, aleti bırakıp şarkıya başladığında, trompet adeta kendiliğinden çalmaya devam ediyor hissini uyandırırdı. (Joachim E. Berendt, Caz kitabı)

YORUMLAR (31)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
31 Yorum