Sinanüddin Fatih’e ne yaptı?

Tazarru’-name. Koca bir kitap. Altına tercüme niyetiyle ‘Yakarışlar Kitabı’ diye yazmışlar.

İmza yerinde ‘Sinan Paşa’ yazıyor.

Bir ara, çok eskiden bir kitabını okumuştum. Kulakları çınlasın Mustafa Işık elime tutuşturmuştu.

Eskişehir’de tanışmıştık Mustafa Abi’yle. Dünyada kaç güzel adam var bilmiyorum. İnşallah sayısı çoktur. Birisi mutlaka Mustafa Işık’tır.

Tanıştık ve öyle tazece kaldık. Allah’a şükür, eskimedik, bayatlamadık.

Kendimize mahsus bir deliliğimiz vardı. Bunu seviyorduk. Delilerin içinde en kıdemlimiz oydu.

Mustafa Abi o yıllarda herkesin eline kitap tutuşturuyordu.

Ben, adını hatırlamadığım o kitabı biraz okuyup bıraktım.

Fakat kitabın başında, Sinan Paşa’nın şüpheci bir alim olduğu yazılıydı, bunu hatırlıyorum. Hatta babasıyla bakır tencerede yemek yerken “Ben bunun bakır olduğundan bile şüphe ederim” demiş ve babası kepçeyle kafasına vurmuş.

Bu hikaye hoşuma gitmişti.

Kadırga’ya doğru inerken sağ tarafta bir Sinan Paşa Camii vardı.

O cami acaba aynı Sinan Paşa’nın camii midir?

Bu bile aklıma gelirdi Piyer Loti Caddesi’ne sıkça gittiğimiz Aycan Grafik yıllarında.

Fakat tembellik işte, tetkik etmedim.

Tazarru’-name’yi görünce oturdum okudum.

Mertol Tulum hazırlamış, Türkiye Yazma Eserler Kurumu basmış. Ellerine sağlık. Çevrimyazısı, sadeleştirilmiş hali ve tıpkıbasımı bir arada. Daha iyisi can sağlığı.

Baktım, Sinan Paşa o Sinan Paşa.

Mertol Tulum Sinan Paşa’nın hayatını da araştırmış. Doğrusu iyi bir çalışma. Bir tarafı hariç beni tatmin etti.

Ne tarafı hariç?

Sinan Paşa’nın babası, kepçeyle Sinan Paşa’nın kafasına vuran zat, İstanbul’un Fetih’ten sonraki ilk kadısı Hızır Bey’miş. Öyleyse işin ucu Nasreddin Hoca’ya kadar varır.

Varır mı?

Tulum’un dediğine göre bu irtibattan bahsediliyorsa da belgelenmiş değil. Dolayısıyla iddialı olmamak lazım.

Kitabı okurken, Arif Nihat Asya’nın Fetih Marşı’nda “Şu mihrap Sinanüddin, şu minare Sinandır” diye andığı Sinanüddin’in Sinan Paşa olduğunu da anlamış oldum.

Sinanüddin, zekasıyla, gayretiyle genç yaşında temayüz etmiş. “Henüz baliğ olmadan beliğ olup ve minber-i va’za çıkıp halka emr-i ma’ruf ve nehy-i münker eder” imiş.

Kısa sürede Sahn müderrisliğine yükselmiş kendisine Hace-i Sultani unvanı verilmiş.

Bu mertebe, Şeyhülislam’la müsavi. Sultan, bayramlaşmada onunla ayağa kalkarak musafaha ediyor.

Üstelik Sinan Paşa henüz 20’li yaşlardayken.

Sonra Fatih Sultan Mehmed, Sinanüddin’i vezir yapmış. Ardından Veziriazamlık rütbesine çıkarmış, bir yıl sonra da azletmiş.

Azlinin sebebi bilinmiyor.

Dahası var, azilden sonra Fatih Sinan Paşa’yı hapsettirmiş.

İstanbul uleması bunun üzerine toplanıp padişaha ‘Paşa’yı affetmesini, aksi takdirde kitaplarını yakıp ülkeyi terk edeceklerini’ söylemişler.

Eğer doğruysa, güzel bir dayanışma örneği.

Padişah, hapisten çıkartmış, Sivrihisar’a sürgün etmiş.

Arkasından bir tabip göndermiş ve ‘mecanine münasip tedbirat’ uygulanmasını emretmiş. Yani delilere uygun tedbir.

Tabip İznik’te Sinan Paşa’ya yetişmiş, hapsettirmiş ve günde 50 değnek vurdurmuş.

İstanbul uleması tekrar araya girmiş ve Sinan Paşa yoluna devam etmiş.

Şimdi merak ettim.

Sinan Paşa’yla Fatih’in arasında ne geçti?

Tarihçiler araştırıp bulsa da öğrensek. Neymiş Fatih’in öfkesi? Neymiş Sinan’ın kabahati?

Bu arada, Sinanüddin’ın maruz kaldığı bu muameleyi kaba ve kötü bulduğumu belirteyim.

Kepçe işi de ya benim aklımda yanlış kalmış ya da yıllar önce okuduğum kitapta yanlış yazılmış.

Mertol Tulum’un anlattığına göre, sofrada babasına ‘bakır yemek kabının gerçekten bakır olduğundan bile şüphe etmenin isabetli olacağını’ söylemiş. Hızır Efendi, öfkelenerek, bakır sahanı -kepçeyi değil- Sinan’ın kafasına geçirmiş.

Fatih ahirete göçüp Bayazıt padişah olunca Sinan Paşa İstanbul’a çağrılmış, itibarı iade edilmiş.

Tazarru’-name’deki şiire de temas etmeyi düşünüyordum.

Yerim kalmadı.

Ama şu kadarını kaydedeyim.

Divan şiirinde gördüğümüz aşkınlık Tazarru’-name’de yok.

Peygamberan-ı ‘İzam’a, Sahabe-i Kiram’a, ‘Çehar-i Yar-i Güzen’e, Hasan ve Hüseyin efendilerimize, İmam-ı Azam’dan başlayarak mezahib-i erbaa’ imamlarına, en sonunda da kendi mürşidi Şeyh İbn-i Vefa’ya övgüler var. Tabii bir de ‘yakarışlar.’

“İlahi! Hacalet toprağın başıma saçma/İlahi! Yüzüm karasın yüzüme urma/İlahi! Benim ne taatim ola ki ma’siyetim yuya/İlahi! Benim ne ibadetim ola ki cehennemden alıkoya/Kulluk mudur o ki biz eyleriz/İbadet midir o ki biz ederiz.”

Böyle güzel, içten yakarışlar.

Bulmak isteyen, bir vezirin, bir kudretli paşanın, tekebbür etmek yerine böyle boyun bükmesinde, kulluğunu hissetmesinde şiiriyet bulabilir.

YORUMLAR (18)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
18 Yorum