Vatan edebiyatı

Savaş veya toplumsal kriz dönemlerinde ‘vatan edebiyatı’ yapmak; savaşın doğurduğu acıları, direnişi veya fetih coşkusunu dile getirmek doğaldır. Çünkü Oscar Wilde’ın deyişiyle “entelektüeller yaşadıkları dönemle simgesel bir ilişki içindedir...” Ancak sanatı sadece ‘ulusal simge üretme’ye hasretmek doğru değil! Bu tip yazar ve şairlerin yalnız millî günlerde hatırlandıklarını düşünüyorum. Tam da bu noktada Turgut Uyar’ın bazı şiirleri geçti aklımdan. Meselâ onun “Arzıhâl” ve “Türkiyem” adlı eserlerinde vatan şiirleri de vardır, ama bunlar poetikasının ve asıl şiirinin dairesi içinde yer almazlar; bir ‘ilk dönem’ şiirleri olarak kendi köşelerine çekilmişlerdir. Çünkü Uyar’ın poetik amacı ulusal simge üretmek değildi. Aksine bu şiir kendine, millî olanın dışında –onu da kapsayan- geniş bir alan açtı, insana, modern insanın sıkıntılarına, yalnızlığına, aşkına, kirlenmişliğine, arınma isteğine vb… Ama bu, Uyar’ın kültürümüzden kopuk bir şiir yazdığı anlamına gelmez. Böyle bir bakış, art niyet taşır.

Önce şunları belirteyim: Bir metin, sırf vatan sevgisini ya da millî duyguları işlediği için edebî dolaşıma sokulabilir; kuşkusuz onu dolaşıma sokan güç, genelde devletin okul, yurt, medya vb. aygıtlarıdır. Devletin aygıtları tarafından kültürel dolaşıma sokulmak, ilk bakışta şaire cazip gelebilir; kimi şairler (?) bu imkânlardan yararlanmak ve itibar sahibi olmak için böyle şiirler yazabiliyorlar… Ancak ne kendileri gerçek şair ne de yazdıkları şiirdir bence. Zaten edebî çevrede değil de sadece ‘resmî’ kurumlarda ve ‘millî günler’de kabul görmeleri bunu gösteriyor…

Bence Türk edebiyatının ana sorunlarından biri bu! Özellikle ‘ulus-devlet’e geçiş sürecinde ve günümüzde ‘kültürel iktidar’ çabasında olan çevrelerde devlet aygıtlarının bu uğurda yoğun biçimde kullanılmaya çalışıldığı malûm. Bir de vatan edebiyatı yapmak, kimi yazar ve şairlerce devletçe tasdik edilmenin ve meşruiyet kazanmanın yolu olarak görülüyor. Tersi de geçerli tabii; yani ulusal simge üretmek, devletin de -kendini pekiştirmek adına- sanattan beklediği bir işlev. Tehlikeli bir ilişki ve sanat açısından çıkmaz bir yoldur bu!.. Hemingway’in deyişiyle ‘kör nokta’. Ivan Kashkin’e yazdığı bir mektupta şöyle diyor:

“Belki bunu daha önce yazmışımdır sana ama bu riski alacağım. Sen bir vatansever gibi yazıyorsun ve bu da senin kör noktan. Daha önce pek çok vatansever gördüm. Ve canlarının yeteri kadar yanması durumunda hepsi de diğerleri gibi öldüler ve bir kez öldüler mi vatanseverlikleri birer efsane olmaktan başka bir işe yaramadı; bu onların yazınlarını kötü yönde etkiliyordu ve berbat şiirler yazmalarına neden oluyordu.” (Yazma Üzerine, s. 128)

Ayrıca şunu eklemek lazım: Sanatı sadece ulusal simge üretmeye hasretmek, onun engin evrenini sınırlandırır, zihni dar bir alana hapseder, imgelemi kısıtlar ve sanatçıyı genelde ‘biz’ ve ‘onlar’ ayırımına bağlı ‘epik’ bir söyleme zorlar. Edward Said, bir entelektüelin enerjisini buna harcamaması gerektiğini söylüyor ki, bence doğrudur (Entelektüel, s. 98).

Hâsıl-ı kelâm, Tanzimat’tan bugüne egemen bakış, uzun süre vatan şairi olmayı ve ulusal simge üretmeyi, bir yenilik ve ayrıcalık olarak gördü. Bu ise edebiyatta hem ruhsal dünyanın, felsefî ve metafizik sorunların geri plana itilmesine, hem de şair ve yazarları bu ölçekte kategorize etmeye yol açtı. Oysa sanatsal yaratının asıl çıkış nedeni ‘ulusal ihtiyaçlar’dan çok bir ‘varlık’ olarak insanın yaratılışa, hayata ve ölüme dair problemleridir. Dolayısıyla edebiyatı/bilimi salt ulusal simge üretmeye indirgemek ve sırtını devlet imkânlarına dayayarak sanat/bilim yapmak, hem Türk entelektüellerinin hem edebiyatımızın ‘kör nokta’larından biridir…

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum