Bir seçimlik daha nefret

Meşhur zampara Don Juan, ayarttığı kızlardan birinin kızgın babasını öldürür.

Fakat duyduğu öfke ve nefret, babanın taştan heykelini diriltir ve uslanmaz çapkından intikamını alır.

Bu İspanyol efsanesi, nefretin taşı bile canlandıran gücünü anlatır hep bana.

Sevginin canlandırdığı taş veya tahtadan heykeller de hikaye edilir. Pinokyo masalı ile Pygmalion efsanesindeki gibi.

İkisinde de çok kalpten dilenen şey, gerçekleşir. Ama dileyen, heykellerin ustalarıdır.

Oysa İspanyol efsanesinde ölüyü dirilten, kendi bilenmişliğidir. Duyduğu öfke ve nefret, öldükten sonra da dinmemiştir.

Orwell’in distopik romanı 1984’te, Sevgi Bakanlığının görevidir nefret ettirmek.

Günlük iki dakika nefret seanslarına, nefret haftası etkinliklerine içten katılmak mecburidir.

Günün, haftanın düşmanına talimatla kin kusanlar, tadını aldıkça zevkten mest olmaya, transa geçmeye başlar. Histerik bir öfke nöbetine, bir toplu cinnet haline dönüşür.

Bunun yalnızca hayali kötü dünyalarda yaşanmadığını ise az çok gün görmüş, deneyimli herkes bilir.

Çünkü nefret, gerçek dünyada da sevgiden daha güçlü bir güdüleme ve yönetme aracı.

Çünkü öfke, baldan tatlıdır. Hazzını tadanı kendinden geçirir, gözünü döndürür.

Ütopya kelimesi, hümanist İngiliz devlet adamı Thomas More’un icadı.

More, gerçek olamayacak kadar ütopik bir ada ülkesi hayal etti, kitabını yazdı, adını da “olmayan güzel yer” manasına “Ütopya” koydu.

Fakat kralla din işlerinde ters düşünce hayatı, cehennemi bir distopyaya döndü ve idamla sonlandı.

Necip Fazıl da distopyanın ütopyadan baskın, nefretin sevgiden güçlü bir duygu olduğunu görüyordu.

Üstat, görmekle kalmadı. Hınç atına binip dört nala sürmeyi, nefretin gücünü kullanmayı keşfetti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ilham veren “Gençliğe Hitabe”sinde Necip Fazıl, “kininin, öcünün davacısı” olmayı bu şuurla kamçılar.

Gerçi Yunus’un “yaradılanı severim, Yaradandan ötürü” dizesinden de etkilendiğini söylüyor Erdoğan.

Ama sevginiz ne kadar büyük ve tutkulu olursa olsun, içinizde yanıp tutuşan nefret ateşiyle baş edebilir mi! Hiç başarı şansı var mı?

Sitem, sevgiden doğabilir. Aşk, belki nefret kıvılcımlarından alev alabilir.

Kim ne derse desin; kin beslemenin, öç gütmenin sevgiyle uzaktan, yakından bir alakası yoktur.

Eğer olsaydı... Kaybetmekten korkan siyasetçiler, sevgiyi büyütmekle nefreti körüklemek arasında bir tercih yapmaz ve kazanmak için rövanşist hisleri kışkırtmayı seçmezlerdi.

Çünkü karşıtlık, taraftarlıktan daha kuvvetli bir duygudur.

Baktın; sevgisini, taraftarlığını kazanarak kendini seçtiremeyeceksin. Seçmenin nefretini, karşıtlığını daha çok rakibine yönlendirirsin. O elenince geriye sen kalacaksın nasılsa.

Antik Yunan’da, kimi istemediklerini seçmek için oylama yaparlardı. Seçilen, en istenmeyendi, şehirden sürülürdü.

İki turlu seçimlerin mantığı böyledir. İlk turda kimi istediğine göre oy veren seçmen, ikinci turda kimi istemediğine karar verir.

Sevgi yerine nefretin kazandırdığı seçimleri, sürgün oylamasına benzetebilirsiniz.

İkinci tur, en çok istenen kişiyi değil en istenmeyeni belirler.

Bu da kendini sevdirmek dururken bazı siyasetçilerin, halkı niye rakiplerinden nefret ettirmeye uğraştıklarını açıklıyor sanırım.

Küheylan at, nasıl çul içinde dahi belli olursa... Nefret tacirliği de hoca cübbesinin, cami kubbesinin, bayrak gibi sembollerin altına saklansa bile ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı dolduruşlarından, popülist kızıştırmalarından hemen sırıtır.

Bir seçimlik daha kin ve düşmanlıkla doldurulmaya hazırsanız... Bu dünyadan göçen İlhan İrem’e, iki şarkısıyla veda edelim:

“Bezgin” ve “Yazık Oldu Yarınlara”.

YORUMLAR (56)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
56 Yorum