Mültecileri ‘gönderecek’ rolüne de ‘göndermeyecek’e de iktidar talip

18.jpg

Üstünüze afiyet, soğuk algınlığından evde kalınca çok vakti oluyor insanın.

Sitelerde manşetlere bakınırken nasıl bir manzaraya denk geleyim istersiniz!

Üstteki manşette Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bay Kemal’e” çıkışıyor. “Biz bu görevde olduğumuz sürece bu kardeşlerimizi geri gönderemeyeceksiniz” diyor.

Alttaki manşetlerden birinde ise AK Parti’deki yardımcısı Numan Kurtulmuş, tersini haykırıyor. “Bir milyonu aşkın Suriyeli en kısa sürede dönecek” buyuruyor.

Bu ikisinin aynı gün, aynı ekranda üst üste çakışması, Güneş tutulması kadar nadir bir rastlantı olsa gerek.

George Orwell’in kült romanı 1984’ten, ‘çiftdüşün’ yöntemini çağrıştırdı yine bana.

Müthiş bir buluş...

Bu yöntem sayesinde, her görüşün tersiyle düzünü birlikte söyleyebiliyorsun. Başkasına söyleyecek bir şey kalmıyor, iki rolü de kimseye kaptırmıyorsun.

Gerçi romanda, yavuz hırsızın ev sahibini bastırma yöntemi olarak öne çıkıyor.

Nefret yaymanın adına, ‘sevgiyi çoğaltmak’ demek gibi.

Açlığı ve kıtlığı; varlık, büyüme, güçlenme, zenginleşme diye anlatmak gibi.

Yalan ve iftirayla kara çalmaya da haliyle ‘dezenformasyonla mücadele’ ismi yakışmaz mı!

Yöntem; her ne kötülük üzereysen, ne yapacaksan karşındakini baştan onunla suçlamaya dayanıyor.

Böylece sana yöneltilebileceği silahı, suçlamayı da muhatabının elinden almış oluyorsun.

Failin, mağduriyet rolünü kurbanından çalmasına benziyor. Kurbanın repliğini ağzından alıp kendisi kullanmak suretiyle...

Hırsızın, soymakta olduğu adamı ‘hırsız var’ bağrışlarıyla ifşa ve ihbar edip ele vermesi durumu. Soyulanın asıl kendisi olduğunu anlatıp aklansın artık aklanabilirse...

Hüseyin Rahmi Gürpınar’a “Melek Sanmıştım Şeytanı” romanını yazdıran karakterin sırrı da bu olmalı.

Her neyse, romanlarda yaşanıyor tabii. Halkın beynini yıkamaya dönük bu tarz dil oyunları, aldatma ve manipülasyonlar bizlerin hayatından uzak olsun.

Zıt şeylerin bir arada söylendiğine, siyasi hayatımızda ancak kazara tesadüf edersiniz.

Benim, gazete sitesinin manşetlerinde denk geldiğim tezat da böyle bir kaza eseridir.

Yoksa iktidar; ‘Suriyeliler gönderilecekse biz göndeririz, gönderilmeyecekse de biz göndermeyiz, size ne oluyor, ne yapıyorsak odur doğrusu, muhalefete laf düşmez’ demiş görünür.

Aynı anda bir şeyin tersini de düzünü de sahiplenip doğru diye savunması, iktidardan beklenmez. İletişim kazasıdır o, iletişim kazası.

ÇÖZÜM ÇÖZÜMSÜZLÜKTE Mİ?

Toplumda bir mülteci rahatsızlığı var, oy için bunu kaşıyan mülteci düşmanı siyasetçiler de türedi.

Halk, hayat pahalılığıyla boğuşuyor, ekonomi sıkıntıda.

Ve iktidar için hayati bir seçime gidiyoruz.

Buna rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu riski neden alıyor?

“Sığınmacılar için para döküp Suriye’de 250 bin konut yapma, istemezlerse de göndermeme, kapıyı açık tutup asla kovmayacak şekilde sahip çıkma”ya halkı ikna zorken, niye?

Öyle ya...

Ensar-Muhacir ve din kardeşliği söylemi benimsense, yeterince destek alsaydı; toplumda siyaseten istismar edilebilecek bir rahatsızlık zaten oluşmazdı.

Erdoğan da geçmişte “ilanihaye bakmaya, beslemeye mecbur değiliz, göndereceğiz” mesajları verme gereği duymazdı.

Popülist bir iktidar, neden şimdi halkta popüler olmayan “biz varken gönderemezsiniz” damarına basıyor?

Madem ki mutlaka bir bildiğinin ve bir çözüm politikasının olması, iktidarın şanındandır...

Öyleyse Allahüalem izahı şudur. Bugünden yarına Suriyelileri göndermek gibi gerçekçi bir seçenek ve ha deyince sorunu çözecek bir yol olmadığı kabullenildi. Halkı, başa gelene alıştırıp razı etmek deneniyor.

YORUMLAR (125)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
125 Yorum