Ömer Seyfettin’e göre millet, devlet ve vatan

Osmanlı, çok uluslu, çok dinli ve çok dilli bir devletti. Nitekim Namık Kemal “İmtizac-ı Akvam” makalesinde milleti; “hukukta birbiriyle müsavi (eşit), menfaatte yekdiğeriyle (biri diğeriyle) müşterek ve fakat lisanda, cinsiyette (ırkta) ve hele efkârda mecmûu (hepsi) birbirine ve her biri mecmûuna (hepsine) mugâyir (farklı) bir çok eczânın (parçanın) ictimâından (toplanmasından) hasıl olmuş bir heyettir (topluluktur).” diye tanımlar. Dönemin şartlarına göre gerçekçi bir yaklaşım bu. Ama farklı ulus ve dinlere mensup olanlar Osmanlı Devleti’nden koptukça, vatan ve millet kavramlarının tanımları da değişti. Bu değişim, bariz biçimde evvelâ 1908 sonrasında görüldü. Aydınların çoğu, ‘bekâ’ kaygısıyla ve İttihat ve Terakki vasıtasıyla söz konusu kavramları, milliyetçi ideolojiyle yoğurarak yeniden tanımlamaya çalıştı.

Kanaatimce bu kavramları milliyetçilikle yoğurarak yeniden tanımlamaya çalışan kalemlerden biri Ömer Seyfettin’dir. Nazım Hikmet Polat’ın büyük bir emekle hazırladığı Ömer Seyfettin’in Bütün Nesirleri (TDK Yay, 2016) adlı eserde yazarın konuya nasıl yaklaştığını ve tanımların siyasî ve sosyal şartlara bağlı olarak nasıl değiştiğini görmek mümkün.

Tanzimat devri aydınlarının çoğu siyasî şartlar gereğince dili, dini ve ırkı ölçüt almayan “Osmanlı” eksenli devlet, vatan ve millet tanımı yapmalarına karşılık, Ömer Seyfettin evvelâ ‘dil’ ölçütlü bir millet tanımı yapmaya çalışır. Bunu da; “Lisansız bir milliyet tasavvur etmek (…) imkân haricindedir” (Ömer Seyfettin Bütün Eserleri, s. 476), “Milletler hep lisanla ayrılır” (s. 357) cümleleriyle dile getirir. Sonuçta milleti; “Lisanı bir olan halka ‘millet’ denir.” (s. 357) diyerek tanımlar. Şerif Mardin’in “lingüstik disiplini içinde siyaset yapmak” olarak gördüğü bu durum, o dönemde Türkçülük yapmanın bir yoluydu. Ancak Osmanlı Devleti’nin henüz ayakta olduğu bir dönemde millet, vatan ve devlet kavramlarını salt ‘etnisite’ ekseninde tanımlamanın riskleri de vardı elbette. Ömer Seyfettin bunu biliyor olmalı ki, “Dinleri bir olmakla birlikte lisanları da bir olan bütün insanlara ‘millet’ adı verilir.”, “milliyet, din ve dil birliği olan bir halkın adıdır.” (s. 454) cümlelerinde, millet olabilmek için dil yanında ‘din birliği’ni de şart koşar. Şu sözlerinde ise sanki İsmet Özel konuşmaktadır: “Türklükle İslâmlığın arasında hiçbir fark yoktur ve olamaz da…” (s. 318), “Türklerin hepsi Müslüman’dır. Türklüğü Sevmek, Müslümanlığı da sevmek demektir.” ( s. 459) Dolayısıyla Ömer Seyfettin’in millet tanımı hem Türklüğü hem İslâmlığı içerir. Yazar benzer bir yaklaşımı vatan kavramında da sürdürüyor; ‘vatan’ı hem din hem etnisite eksenli tasnif ediyor. Ona göre Türklerin üç vatanı vardır. Bunlar; “millî vatan”, “dinî vatan” ve “fiilî vatan”dır. Millî vatan, bütün Türklerin yaşadığı Turan, dinî vatan “bütün İslâm memleketleri”, fiilî vatan ise “Türklerin bizzat hâkim oldukları yerler”dir (s. 318). Bir başka makalesinde “millî vatan”a “Türkçe konuşan bütün Müslümanların oturduğu yerlerdir.” (s. 459) demesi de oldukça anlamlı.

Hâsılı Ömer Seyfettin millet ve vatan tanımlarında dil ve din birliği şartıyla Türkçülükle İslâmcılığı birleştiriyor, devlet adlandırmasında reel durumu koruyarak ‘Osmanlı’lığa bağlı kalıyor. Ve neticede Türkçülük, İslâmcılık ve Osmanlıcılık, kimi kavramlarda yine iç içe giriyor. Bu, elbette siyasî ve sosyal şartlar gereğidir; çünkü bu kavramları tanımlarken ne dinden, ne etnisiteden, ne de Osmanlılıktan kopmak mümkündür. Cumhuriyet döneminde ise din ve Osmanlılık vurgusu giderek zayıflayacak, ‘etnisite’ vurgusu öne çıkacaktır. Ama toplumun köklerinde bu üç unsur hâlâ iç içe yaşıyor...

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum