Sonsuzlukla sınır arasında atılan çığlık

Delilik neyse bir türlü çözemedim. Toplumun birtakım normları var, bunlara uymayanlara iyi gözle bakılmıyor, onu biliyorum. O zaman delilik, bir ‘ihlâl’dir galiba. Yasaları, normları, sınırları ihlâl.

Deliliği anlamak için Gustave Flaubert’in “Bir Delinin Anıları”nı (Çev. Ayberk Eray, Sel Yay., 2010) okudum. Kahramanı deli miydi? Bence çok değil. Ama duyguda, hayalde ve düşüncede uçlara gidiyor. O hâlde şöyle diyebilir miyiz? Delilik, hayalde, duyguda ve düşüncede insana biçilen dairenin dışına çıkmaktır. Dairenin içi nere dışı nere? Dolayısıyla kim akıllı kim deli?.. İçi sanırım yasalar, ahlâki değerler, töreler, hissî, fikrî ve hayalî sınırlar… Bunlara uyarsan makul ve makbulsün, uymazsan meczup! Flaubert’in kahramanı da mesela hayalperest, gamsız ve başına buyruk. Okuldan, kurallardan, düzenden hiç hoşlanmıyor. Demek ki ilk vasıf ihlâl!

İlkin şu dikkatimi çekti: Deliler, Flaubert’in kahramanının “Ah düşlerde geçti bütün çocukluğum!” (s. 12) dediği gibi hayalperest oluyor, sınırı hayal, düşünce ya da hisle aşıyorlar. Sonuçta ise düşle gerçeği ayırt edemiyor, hatta düşü gerçeğin yerine ikame ediyorlar. Belli ki, hudutları aşmak, sonsuzluğa ulaşmak delinin en önemli arzusu. Ruhun bu iştiyakı engellenemiyor. Çünkü kendine biçilen dünya dar geliyor. Dar gelince bir at gibi huysuzlanıyor, kişniyor, şaha kalkıyor. Flaubert’in delisi bunu, “İçimde öylesine büyük bir sonsuzluk vardı ki, hani mümkünmüş gibi Tanrı’nın sonsuzluğuyla boy ölçüşüyor” (s. 15) cümlesiyle ifade eder. Orası, aşkın ve vecdin hâkim olduğu bilinç dışıdır, orada şiir özgürce kanat çırpar…

Reel dünyanın yerini o sonsuz âlem alınca ne olur? Artık başka bir âlemdesinizdir, gerçek âlemden kopar, oranın kurallarına göre yaşamaya başlarsınız. Ama ayağınız reel dünyada. İşte bu acı, büyük ıstırap. Zincirle toprağa bağlısınız. Sanat, bizi o âleme bağlayan zincirlerden bir süreliğine kurtarır, ama sonra “buzdan topraklara” (s. 15) geri dönersiniz. Büyük acı, düş kırıklığı!.. Bu acıyla şiirden geçip felsefenin topraklarına sokulursunuz. Başlarsınız insanın gücünü tartmaya. Flaubert, eserinde kendini özgür, iradeli, güçlü sanan insana ateş püskürür. Ona göre “İnsan, meçhul bir el tarafından sonsuzluğa fırlatılmış” bir kum tanesidir, düşmemek için her tutunduğu dala sarılan aciz bir varlıktır, olmayanı anlamak için hiçlikten bilimi yaratmıştır, dehası bir tutam ot karşısında apışıp kalır, bir toz zerresinin hakkından bile gelemez. Kahramanımız artık şüphenin ve hiçliğin girdabındadır, umutsuz ve karamsardır, bir münzevidir, sürekli tefekkür hâlindedir, eylemsizdir.

Okul, kurallar, ona anlamsız gelir. Narsisttir de! Diğerlerini çapsız ve dar kafalı bulur. Her şeyi o bilir, “kendini alayının toplamından üstün” (s. 20) görür. Düşlerde, ayrıntılardadır. Ama asabi de. Arada bir halüsinasyonlar, kabuslar görür, olağanüstü varlıklarla haşır neşir olur. Sonra aşk, yüce aşk, ruhun aşkına kapılır, ama cinsellikle toprağa kapaklanıverir, o yüce duyguyu yitirmenin acısı, düş kırıklığı, saf aşkın tarumar oluşu… Delilik bir kuşku girdabına düşmektir aynı zamanda; mantığın kuşkuya kapılmasıdır. Kuşku ise ruhun ölümü.

Hudutları aşma tutkusu, sıra dışı insanı genelde sanata yöneltir. Flaubert’in bu bağlamda söyledikleri önemli. Ona göre sanat, sonsuz ve muğlaka duyulan sınırsız arzuyu doyurmaya muktedir saf ve yüce tek şeydir.

Şunu anladım sonuçta: Delilik, sınırları aşmak isteyen insanın, ruhla ten, gökle yer arasında çırpınmasıdır. Ruh ya da deha, kafese kapatılmış bir kuş gibi kendini oradan oraya vurur ve acıyla çığlık atar. Sanat, o çığlıktır, sonsuza açılan kapı, bir nefes!..

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum