Gerçek vatanseverlik

Ben rahmetli Turgut Cansever Hocadan dinlemiştim; o da Varşova imar planını hazırlayan Prof. Skibniewsky’den dinlemiş. Almanlardan sonra Rusların işgal ettiği Varşova’da halk iki yıl boyunca sadece kaleyi yeniden inşa etmek için çalışmış. Bu kalede ahşap bir mahalle varmış; Varşovalılar bir Alman bombardımanı sırasında çıkan yangında bu mahalleyi oluşturan tarihî binaları kurtarmak için insanüstü bir gayret göstermişler; hatta gençler bazı parçaları üzerlerine yatarak vücutlarıyla söndürmüşler. Sığınaklarda muhafaza edilen bu parçalar yüzünden insanlara yer kalmamış. Ve savaştan sonraki iki yıl içinde Varşova kalesi kurtarılan parçalarla yeniden inşa edilmiş.

Cansever Hoca, bu hadiseyi anlattıktan sonra “Kuru laflara karnımız tok,” demişti, “Bir insan yaşadığı şehri, yaşadığı ülkeyi böyle sever!”

Sadece Polonyalılar mı? 1946 yılında, savaş biter bitmez, birbiriyle savaşmış Batı Avrupa ülkeleri bir araya gelip yıkılmış bütün tarihî şehirleri eskisi gibi yeniden inşa etmişlerdi. Çünkü iki büyük tehlikeyle karşı karşıya olduklarını biliyorlardı: Sovyetler’in askerî ve ideolojik, Amerika’nın kültürel ekonomik baskısı... Avrupalılar, bu iki büyük tehlikenin arasında yok olmamak için şehirlerinde ne kadar kıymet varsa hepsini korumaya karar verdikleri için, Avrupa Birliği’nin ilk adımı sayılan Avrupa Konseyi’nin yaptığı ilk iş, savaşta tahribata uğramış Avrupa şehirlerini ve tarihî abideleri ihya etmek oldu. Bir de bizi düşününüz!

***

Tarihe karşı sorumluluk tarih şuurunun, çevreye karşı sorumluluk vatan sevgisinin ve vatandaşlık şuurunun ifadesidir. Yaşadığı ülkeyi gerçekten seven insan, onu korumak için özel bir gayret ve dikkat gösterir. Yanan her ağaçla birlikte yanar, kırılan her kitabeyle birlikte kırılır, yıkılan her abideyle birlikte yıkılır. Çünkü atalarımız onlarla birlikte yapılmışlardır. Hacı Bayram Veli’nin meşhur beyti, tasavvufî mânâsı dışında düşünülürse, bir coğrafyanın vatan oluş sürecini veciz bir biçimde açıklamaktadır.

Nagehan ol şâra vardım ol şârı yapılır gördüm

Ben dahi bile yapıldım taş u toprak aresinde

Üç kuruş için tarihî eser mafyasına taşeronluk edip mezar taşlarını, tarihî abidelerin çinilerini veya kitabelerini acımasızca söküp satan alçaklar mı dersiniz; ormanlık alanlarda sigarasını söndürmeden atan yahut piknik ateşini olduğu gibi bırakarak cehennem olup giden ahmaklar mı dersiniz; arabalarında yedikleri meyvelerin kabuklarını, içtikleri meşrubatın kutularını caddeye atan, uluorta tükürüp sümküren, otoyollarda refüjlerin arkasını çöplüğe çeviren görgüsüzler mi dersiniz; ağzı var dili yok hayvancıklara eziyet eden manyaklar mı dersiniz... Şimdi de zavallı kadınlara, kızlara musallat olan psikopatlar türedi. Bu tiplerle her yerde, her zaman karşılaşmak mümkün. Sorsanız, çoğu kapı gibi üniversite diplomalarını bile gösterirler.

Onlar, kanı, kemiği, etiyle bu toprakları vatan yapan insanların torunları olamazlar. Onlar tabiatı âdeta mukaddes bilip -bırakın insanlara kıymayı- bitkiler dahil her türlü canlıya saygıyla yaklaşan, yani “Yaradılmışı hoş gör Yaradan’dan ötürü” diyen Yunusların dilini unutmuş kara cahillerdir.

***

Budizm ve Taoizm gibi Uzakdoğu dinlerinden semavî dinlere kadar bütün inanç sistemlerinde tabiat insanı Mutlak Varlık’a götüren bir semboller dünyasıdır. Ağacından çiçeğine böceğine, kurdundan kuşuna, taşından toprağına, her şey ondan bir işaret sayılır. Kur’an’da bu işaretlere “âyet” denilmiş ve insanları sürekli olarak âyetlere bakıp düşünmeye davet edilmişlerdir. Tabiat bütün dinlerde kutsaldır, dinlerin özellikle mistik yorumlarında Mutlak Varlık’ın tezahürü olarak görülmektedir. Bu bakımdan en yüksek seviyedeki canlıdan maddenin en süflîsine kadar, tabiattaki her şey saygıya değerdir, asla incitilmemeli, tahrip edilmemelidir.

Atalarımız çevreye bu anlayışla yaklaşır, şehirlerini bile bu hassasiyetle kurarlardı. Eski şehirlerimizin dokularına bakın, şimdiki beton yığınları gibi tabiata tecavüz eden tek bir bina göremezsiniz. Yeşillikler arasında yükselen insanî ölçekteki yapılar, tabiata ilâve edilmiş bir şey gibi değil, onun herhangi bir parçası gibidirler.

***

Evet, bilgisizlik, saygısızlık, sorumsuzluk ve dikkatsizlik, bütün bunların sonucunda kirlenen çevre, yaşanmaz hale gelen şehirler ve yakılan ormanlar, sadece insanları üzmüyor, inanıyorum ki, Allah’ın da gücüne gidiyor. Lütfen, çocuklarımızın ve onların çocuklarının da yaşayacağı ülkeyi daha fazla tahrip etmeyelim. Biraz sevgi, biraz dikkat yeter.

YORUMLAR (27)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
27 Yorum