“Derdini Marko Paşa’ya anlat!”

Rivayet edilir ki Marko Paşa, herkesin derdini büyük bir sabırla dinlermiş, ancak hiçbir şey anlamazmış.

Rum asıllı bir Osmanlı hekimi olan Marko (Apostolidis) Paşa, oldukça zarif, nazik birisidir. Yaşadığı döneme göre çok kuvvetli cerrahi bilgileri olan, tıbbi bitkiler konusunda da eğitimli ve deneyimli bir hekimdir. İkinci Mahmut tarafından açılan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahaneyi Tabib Miralay rütbesiyle bitiren Marko Paşa, iyi bir hekim olmasından dolayı Mirlivalığa (Tuğgeneral) yükseltilen ilk hekim olarak tarihe geçer.

Hekim olması hasebiyle dışarıda da karşılaştığı çoğu kişinin derdini dinlemek zorunda kalan Marko Paşa çoğu zaman ne söylendiğini anlamazmış, çünkü Osmanlıcayı çok iyi bilmezmiş.

Büyük bir dikkatle dinler, dertli kişi konuşmasını bitirince kendine has Rum şivesiyle hemen sorarmış:
“Anladık, ama ne?”

Şikayetçi bir kez daha meseleyi uzun uzun anlattıktan sonra Marko Paşa yine sorarmış:
“Anladık, ama ne?”

Marko Paşaya dert anlatmanın imkan ve ihtimalinin zorluğu, güçlüğü halk arasında yayılmaya başlayınca işte bu meşhur tabir ortaya çıkmış.

“Derdini Marko Paşaya anlat…”

***R

Marko Paşa tarihe elbette ki ismiyle özdeşleşen, bir derdi anlatmanın imkansızlığını ete kemiğe büründüren bu sözü nedeniyle geçmedi.

Marko Paşa Hilal-i Ahmer’in yani bugünkü adıyla Kızılay Vakfı’nın kurucularındandır. Ve ilk başkanıdır.

Marko Paşa, doktor Abdullah Bey, Kırımlı Aziz Bey ve Ömer Paşa gibi çalışma arkadaşlarıyla 1865 yılında Osmanlı Devleti’nin Cenevre Sözleşmesi’ne imza atmasını ve Kızılhaç’a benzeyen bir kurumun Osmanlı toplumunda da oluşmasına yardımcı oldu.

Vakıf ilk olarak 11 Haziran 1868 yılında “Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti” olarak kuruldu. Osmanlı Rus savaşının ağır koşulları ve ihtiyaçları altında, 1877 yılında “Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti” adını aldı.

Balkan Harbinde, Kurtuluş Savaşı’nda, Birinci Dünya Savaşı’nın bütün cephelerinde şehitler verdi. Askeri ve sivil sağlık hizmetlerini üstlenerek devletin ciddi bir yükümlülüğünü ve yükünü paylaştı. İlaç, tıbbi malzeme, sargı bezleri, çamaşır, yardım ve yatak malzemeleri gibi zorunlu malzemeleri sağladı. Bunları yaparken bir yandan da kısa sürede hastabakıcılar, hemşireler yetişmesini sağladı. Savaşların getirdiği yoksullukla boğuşan halka imdat heyetleri, menzil istasyonları, aşevleriyle, gezici sabit sağlık merkezleri ve hastanelerle her türlü yardımı yapmak için bütün olanaklarını, zorlu koşullara rağmen kullandı.

***

Hilal-i Ahmer halktan duygusal desteklerle birlikte yaşanan pek çok dramatik hadiseyi de tarihine geçirdi. En meşhuru şu olmalıdır: Kurtuluş Savaşı sırasında eşkıyaların kol gezdiği Toros dağlarında bir çete Hilal-i Ahmer’in malzemelerini taşıyan dört deveyi soymak için durdurur, develerin sahiplerini esir alır. Deveciden yükün hepsinin Cemiyet’in dağ köylerine iletilen yardım malzemesi olduğunu öğrenince tutsaklar derhal serbest bırakılır. Ve daha da önemlisi yardım taşıyan kervan başka eşkıyaların saldırısına uğramasın diye yardımların gideceği yere kadar eşlik ederler.

Yine idam cezasına çarptırılan bir katilin hükmün infazından önce evini ve bütün mal varlığını Hilali-i Ahmer’e bağışlaması da başka bir örnek olarak tarihe geçmiştir.

Hilal-i Ahmer, Kurtuluş Savaşı zaferle noktalandıktan sonra Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte geride bırakılmayan, Osmanlı’dan miras aldığı bir kurum oldu. 1923 yılında adı önce “Türkiye Hilali Ahmer Cemiyeti” olarak değişen kurum 1935 yılında Türkiye Kızılay Cemiyeti adını aldı.

***

Ülkemizde pek çok kurum itibar kaybına uğradı, saygınlığı halel gördü, yozlaştı ancak Hilal-i Ahmer’den günümüze kadar saygın, güvenilir kurum olma vasfını korudu.

Tek Parti döneminden günümüze kadar iktidara gelen siyasi partiler, devlet kurumlarını, bürokrasinin bütün katmanlarını kendi çıkarları için kullansalar da, parti tabanları için kullanışlı hale getirseler de Kızılay’a dokunmak, Kızılay’ı kendi çıkarları için aparat haline getirmek hiçbirinin aklına gelmedi.

Uluslararası saygınlığa sahip olan bu kuruma dokunulmadı…

150 yıllık geçmişe sahip olan Kızılay ilk kez utanç verici bir tartışmanın odağında…

O kadar utanç verici bir durum ki kırk yıl düşünsen akla gelmez. İktidara yakın bir şirket, Kızılay üzerinden yine iktidara yakın bir vakfa yardım yapıyor. Kızılay vakfının kasasına giren yardım, iktidara yakın vakfa aktarılıyor.

Kızılay Başkanı çıkıp vakfın kasasını ‘vergiden kaçınmak’ için kullanan iş adamını “Vergi kaçırmak başka, vergiden kaçınmak başka” diyerek savunuyor.

Vakfın kasasının transfer olarak kullanılmasında bir mahsur görmüyor.

Ülkenin ciddi ekonomik krizden geçtiği bir dönemde bir iş adamı için vergiden kaçınmak kanunen suç olmayabilir. Ama ahlaki olmadığı da ortada. Hem iktidara yakın bir vakfa yardım yaparak iktidara göz kırpılacak, ancak, yapılan bu yardımla iş adamı vergiden muaf olacak, bunun için de en kullanışlı yer için de Kızılay’ın kasası kullanılacak!

Akıl alır gibi değil…

Şimdi gel de “Derdini Marko Paşaya anlat”!

***

Kızılay üzerinden “vergiden kaçınmak için” yardım aktaran şirketin ya da yardımın aktarıldığı vakfın ismini bilinçli olarak yazmıyorum.

Neden? Çünkü mesele ne o yardımı yapan şirket ne de yardımın aktarıldığı vakıftır. Mesele yozlaşmanın, çürümenin geldiği noktadır. Her 24 saatte bir “tuz koktu” denilecek hadiselerin yaşanmasıdır.

Meselenin geldiği ürkütücü boyutu “Hayalkırıklığı vakfı” başlıklı yazısında dün Mustafa Karaalioğlu yazdı. Karaalioğlu’nun “Tuz da kokar evet ama oraların tuzu değil” dediği yazısını okumadıysanız mutlaka geriye dönün ve okuyun derim. Karaalioğlu’nun dediği gibi:
“Bazı değerler, kurumlar ve kavramlar vardır, yozlaşma ne kadar yayılsa da oralara kadar gitmez. İnsanların o kurumlara saygısından doğan ve gelenekle güçlenen bir korunma zırhı vardır. Bazı değerler zayıflar ama oralar değil, bazı kurallar esner, yok olur ama o kurumların kuralları her zaman ve her şartta korunur. Tuz da kokar evet ama oraların tuzu değil…”

Meseleye konu olanın hangi şirket hangi vakıf olduğunun hiçbir önemi yok. Vahim olan yozlaşmanın, çürümenin geldiği noktadır. Vahim olan gelinen bu ürkütücü tablo karşısında gözlerin âmâ, kulakların sağır, dillerin lal olmasıdır.

150 yıllık itibarlı bir geçmişe sahip Kızılay’ın bugün geldiği bu halden daha ötesi var mı?
Kokmaz denilen tuz daha kaç kez kokacak?

YORUMLAR (84)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
84 Yorum