Çin modeli kalmadı, heterodoks verelim

Ekonomi iyice yapboz oldu artık. Neredeyse ayda bir model değişiyor. Daha doğrusu, model aynı model. İkide bir adı değişiyor. Bir ara YEM dediler. Yeni ekonomi modeli… Sonra adı başka bir şey oldu, şimdi aklıma gelmiyor. Bilahare “Yeni bir şey deniyoruz” dediler. Ardından bu denenen yeni şeyin Çin modeli olduğunu söylediler.

Daha yakınlarda kısa bir süre “Hayek modeli” lafı dolaştı ortalıkta ama bu ad resmileşmeden unutuldu. Evet, bildiğimiz Hayek… Serbest piyasacı Avusturya ekolünün en önde gelen temsilcisi, ünlü iktisatçı ve siyaset bilimci.

İyi de ne alakası var bizim ekonomi modelleriyle bu Avusturyalı düşünürün?” diye soracak olursanız, iddiaya göre adı geçen saygın liberal iktisatçı meğer bir zamanlar “Faiz enflasyonun sebebidir” görüşünü savunmuş imiş.

Artık insanların zihninde mezkûr tezin sanıldığı kadar özgün olmadığı fikrini uyandıracağı endişesinden mi, yoksa ünlü iktisatçının bu şekilde yorumlanabilecek bir görüşünün aslında mevcut olmayışından dolayı mı bilinmez, bu iddia resmî kabul görmedi ve binaenaleyh Hayek modeli adlandırması da dolaşıma giremedi.

***

Her ekonomi bakanıyla birlikte adı değişse de özü hiç mi hiç değişmeden uygulanmaya devam edilen modelin aslında “Ben bilmem beyim bilir modeli” olduğu malum...

Şimdiki bakanın “Tutmazsa üzülürüm” diye söz ettiği, “Sen maaş alıyorsun. En fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin. Ama ben bütün varlığımı kaybederim bu iş düzelmezse eğer. 1000 çalışanımız var. 1000 kişiyle beraber bütün varlığımı kaybederim” diyerek ne kadar güvendiğini ortaya koyduğu model bu.

Öyle ki Bakan Yardımcısı da geçen gün “Dua edin tutsun” sözleriyle uygulamakta oldukları modele olan güveninin derecesini ifade etti! İnsanlar “dualı model” diye dalga geçtiler ama mesele yalnızca her konuda olduğu gibi burada da tartışmanın hemen dinî bir zemine çekilmesinden ibaret değil. Akla, bilime, tecrübeye dayanması gereken ekonomi yönetimindeki bir uygulamanın “tutup tutmayacağından” söz ediliyor olması…

Yılbaşı piyangosu gibi çıkması veya çıkmaması ihtimal hesabına kalmış olan veya Nasrettin Hoca’nın göle çaldığı yoğurt mayası gibi, “Tutması veya tutmaması” tartışılan adımlar atan bir kafayla yönetiliyor Türk ekonomisi.

Biz de kalkmışız bu modelin adını konuşuyoruz. Başka ne yapabiliriz ki? Başka konuşacağımız bir boyutu kaldı mı ekonomi yönetiminin? Gereken her şeyi söylemedik mi? Hem adlandırma dediğimiz konu sanılandan çok daha önemli olabilir. Dil felsefecileri adlandırmanın mı nesnenin mahiyetine ilişkin anlayışımızı belirlediği yoksa nesnenin özelliklerine ilişkin algımızın mı adlandırmaya etki ettiği gibi problemleri boş yere tartışmıyorlar.

Uygulanan ekonomi politikalarına verilen adlar da önemsiz değil. Önemini anlamasak bile eğlenceli bir konu. Sonuçlarından etkilenecek olan kendi ülkemiz, kendi milletimiz, kendi çocuklarımız olmasa daha çok eğleneceğiz,

Mevcut Ekonomi Bakanı “Ekonomide ortodoks politikaları bir tarafa koyduk. Artık heterodoks politikalar var” sözlerinin estirdiği rüzgarla “Heterodoks model” adını benimseyenler de var ama benim aklım Çin modeli adlandırmasında kaldı…

Çin modeline geçme denemesi yapmak” için TL’nin değerini kasıtlı olarak düşük tuttuklarına dair açıklamayı özellikle unutmadım. Bu yüzden hâlâ aynı soruları sorup duruyorum:

Çin modeline geçmek öteden beri düşünülüyor idiyse neden önce 128 milyar dolar harcanarak kur kontrol altına alınmaya çalışıldı?

TL’nin değerini düşük tutmak politik bir tercihse niye bunca zaman “dış güçlerin saldırıları” bahanesi kullanıldı?

Yirmi yıldır denemeyi düşünmediğiniz Çin modeli neden bu aşamada birden bire aklınıza geldi?

Bunca zaman durdunuz durdunuz da artık hükümetin görev süresi sona ermek üzereyken mi ekonomide yeni bir model denemenin sırası geldi?

Dostlar alışverişte görsün modeli mi yoksa uyguladığınız politikanın esası?

***

İşin tuhaf taraflarından bir diğeri, “denendiği” söylenen Çin modeli “üretime, ihracata, yatırıma, istihdama ağırlık verilmesi” diye tarif ediliyor. Üretimsiz, yatırımsız, ihracatsız, istihdamsız ekonomi modelleri de mi var?

Büyümeyi bundan sonra üretim ve ihracatla sağlayacağız deniliyor. Daha önce nasıl sağlıyordunuz?

Üretimi ve istihdamı arttırmak istiyorsanız bunun için tarımın planlanmasından yeni sanayi tesisleri kurmaya kadar birçok hazırlık gerekmiyor mu? Bunlar niye yapılmıyor?

Üretimi ve istihdamı arttırdım deyince artıyor mu bu mübarekler?

Bugüne kadar yaptığınız fabrikaların sayısı mı daha fazla, sattıklarınızın mı?

Üretim, ihracat ve istihdam odaklı denilen yeni model, her şehrin etrafında yeni bir şehir daha inşa etmek üzere betona gömülen devasa milli kaynağı geri getirecek mi?

Hangisinin gerekli hangisinin gereksiz olduğuna bakılmadan -seçimde kullanılmak üzere- her şehre bir tane yapılan havaalanları, yollar, köprüler vs. hükümetin başarı envanterinden çıkarılacak mı?

Artık üretim ekonomisine geçtiğinize göre yol yaptık, köprü yaptık diye övünmeyi bırakacak mısınız?

Yoksa, Çin’in büyüme modelini örnek almak derken söylenmek istenen ucuz iş gücünün istismarına dayalı imalat sanayiine yönelmek mi? Eğer öyleyse, 40 yıl öncesinin şartlarında Çin ekonomisinin yolunu açmış olan o modeli bilahare biz de 1980’lerden itibaren özellikle tekstil sanayii üzerinden denemiş ve maalesef aynı sonucu alamamıştık.

Çin bile artık büyük ölçüde emek yoğun sanayiden yüksek teknolojili üretime geçmişken bizim “emek yoğun” ve “katma değeri düşük” üretim düzenine dönmeyi istememiz saçma değil mi?

Aslına bakarsanız, bizim ciddi ciddi bu soruları sormamız saçma tabii...

YORUMLAR (62)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
62 Yorum