Gelecek hükümetin kırmızı çizgileri

AK Parti cumhuriyet tarihinin en uzun süren iktidar dönemine imza attı. Ne var ki er ya da geç yapılacak ilk genel seçimin ardından bir iktidar değişiminin gerçekleşmesi kimseyi şaşırtmayacak. Kamuoyu araştırmalarının gösterdiği yön de burası. Zira bugünkü siyasi iktidar maalesef herhangi bir fikrin, herhangi bir vizyonun, herhangi bir idealin, herhangi bir yönetim anlayışının ve hatta herhangi bir sosyal zümrenin çıkarının değil, yalnızca kişiselleştirilmiş bir egemenliğin sürdürülmesi hedefinin peşinden gidiyor artık. Bu yüzden var olan sorunları çözmek şöyle dursun, sürekli yeni sorunlar üretiyor. Doğal olarak da toplum nezdindeki desteği çok hızlı biçimde eriyor.

Vaktiyle her iki seçmenden birinin oyunu alabilen AK Parti en son 2018 seçiminde ve ancak MHP ile ittifak yaparak bu sınıra ulaşabildi. Şimdi ise bu ittifakın “yüzde elli artı 1” oy alabilmesi ihtimal hesaplarına bile dahil edilmiyor. Üstelik iktidar partisinin MHP ile güç birliği yapabilmek için ihdas ettiği ittifak sistemi pratikte kendi aleyhine döndü ve muhalefetin güç birliği yapabilmesini temin etti.

Muhalefet blokundaki toparlanma yalnızca iktidarın kendi kazdığı ittifak kuyusuna kendisinin düşmüş olmasının eseri değil. Dahası, sorun yalnızca “kötü yönetim” de değil. Ekonominin, dış ilişkilerin, eğitimin, tarımın, sağlığın… tek kelimeyle devletin yönetilememesinden ibaret sayılmaz muhalefeti iktidar alternatifine dönüştüren dinamikler. Değerlerin çürütülmesi veya ahlaki dejenerasyon da önemli bir etken…

Geçmişteki muktedirlerin azarlayan dili, tepeden bakan ve dışlayan kibirli tutumu “Anadolu insanı” diye kodlanan muhafazakâr/dindar kitleyi vaktiyle nasıl önce Refah Partisi’nde sonra AK Parti’de bir araya getirmişse şimdi iktidar partisinin azarlayan dili, tepeden bakan ve dışlayan kibirli tutumu da benzer başka bir kitleyi kendi elleriyle muhalefet blokunda topladı.

***

Bugünkü Türkiye tablosuna hangi pencereden bakarsanız bakın, bir sonraki seçimde bir iktidar değişikliğinin gerçekleşmesi ihtimali her zamankinden daha güçlü görünüyor. Diğer yandan, özellikle son birkaç yıl içinde devlet idaresinin, siyasi sistemin, sosyal düzenin ve ekonominin maruz kaldığı tahribatın onarılması bir sonraki iktidarın takatini zorlayacak derecede enerji gerektirecek. Dolayısıyla bu onarım işinin tek bir partinin iktidarınca değil bir “büyük koalisyon” tarafından üstlenmesi gerektiği açık. Zaten siyasi aritmetik de bunu getiriyor önümüze.

Gelecek hükümetin her biri için birer onarım programı açmasını gerektirecek çok sayıda başlık aslında iki ana madde altında bir araya getirebilir.

Bir: Alt üst olmuş durumdaki idari sistemin yeniden ayakları üzerine oturtulması…

İki: Ekonominin yeniden rasyonel bir yönetime kavuşturulması...

İlk madde, yani idari sistemin reforme edilme mecburiyeti bugünkü başkanlık sisteminin ilgasını gerektiriyor. Dışarıdan müdahaleyle işlevi bozulan bir sistemin yeniden sağlıklı şekilde çalıştırılması kimi zaman böyle bir sitemin sıfırdan kurulmasından bile daha zor olabilir. Ancak devlet idaresinin olmazsa olmazları durumundaki kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, şeffaflık gibi kurum ve değerleri hâkim kılmanın tek yolu parlamenter rejime geri dönmek. Bugünkü idari/siyasi yapı “şahsa özel” hazırlanmış olduğu -ve başımızdaki dertlerin çoğunun da üreticisi olduğu- için bu yapıyı değiştirmeden problemlerin çözülebileceğini söyleyenleri ciddiye almamak gerekiyor.

Gelgelelim muhalefetin parlamenter sisteme dönüş planıyla beraber, hatta belki de ondan önce restorasyon takvimini belirleyip kamuoyuyla paylaşması lazım. Parlamenter sisteme elbette geri dönülecek ama önce restorasyon ihtiyacı var. Planlama buna göre yapılmalı.

***

İkinci madde ekonominin rasyonalizasyonu, doğası gereği dış politikanın da milli çıkarlarımızı önceleyen akılcı bir çizgiye çekilmesini, aynı zamanda içeride de demokratik kurumların ve geleneklerin güçlendirilmesini beraberinde getirmek durumunda. Zira ekonominin bugün içinde bulunduğu sıkıntılar sarmalından kurtulması için en başta dış borçların çevrilmesini ve bu arada yeniden dış kaynak bulunmasını sağlayabilecek politikalar gerekiyor. Hiç değilse ilk aşamada ve orta vadede yeni dış kaynak bulunmadan ekonominin çarklarının çevrilmesi maalesef mümkün değil. Zira Türk ekonomisinin dışarıdan sıcak para akışına bağımlı yapısını kısa vadede dönüştürebilmek çok zor. Çünkü niteliği itibarıyla “emek yoğun” ve “katma değeri düşük” üretim düzenimizi “teknolojiye dayalı ve yüksek katma değerli” bir modele dönüştürmek ha deyince olacak bir iş değil.

Dış finansman çekmenin temel ve basit şartı ise ülkedeki siyasi ve sosyal düzenin öngörülebilirliği, hukukun üstünlüğünün ve şeffaflığın mevcudiyeti gibi yatırımcıya güven verecek kurum ve değerlerin hakimiyetidir. Ekonominin rasyonalizasyonu ile demokrasinin güçlendirilmesi hedeflerinin birbiriyle ilişkisi buradan kaynaklanıyor.

Bütün bunlardan dolayı bir “onarım” misyonunu üstlenmek zorunda kalacak olan müstakbel hükümetin mümkün olduğunca geniş tabanlı olması ve restorasyonu öncelemesi gereği bütün siyasi süreçlerde göz önünde tutulmalı.

YORUMLAR (66)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
66 Yorum