Seçime bu kurumlarla gidiyoruz!

Her seçimden önce siyasilerin dilinde bir miktar sertlik olur. Bunu da rekabetin doğasına bağlamak mümkün. Ama bugünkü ortam, kaynağı siyasetçilerin dilinden ibaret olmayan bir sertliğin gölgesi altında. Dolayısıyla birtakım tehditler havada uçuşurken iki husus dikkat çekiyor: Sokaktaki başıboşluk ve bürokrasinin angaje görüntüsü.

“Sokaktaki başıboşluk” derken bir süredir yeniden mafya haberleriyle yatıp kalkmaya başlamış olmamızı kastediyorum öncelikle. Bunlar yetmezmiş gibi, Ankara’nın göbeğinde bir “siyasi cinayet” işleniyor, iktidar mensupları hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar. Dahası, birtakım siyasetçilerin de adı geçiyor soruşturma dosyasında ve bu yalanlanmıyor. Yalanlanmıyor ama başka bir şey de yapılmıyor. Üstüne üstlük, Türkiye’yi sarsan cinayetin tetikçisi nedense bir türlü yakalanamıyor.

Kuşku ve kaygı uyandıran bir durum bu. Özellikle de seçime gittiğimiz bir dönemde.

Bu arada, daha önce ana muhalefet liderinin yönelttiği “paramiliter yapı” suçlamasına karşı Türkiye’de faaliyet göstermediğini, yalnızca bazı Afrika ülkelerine “savunma hizmeti” verdiğini açıklamış olan tartışmalı bir şirket -genel müdürünün ifadesiyle- “gol atmak” amacıyla Kılıçdaroğlu’nun çıktığı TV kanalına “reklam” verebiliyor.

Seçim sathı mailinde daha da kaygılandırıcı olabilen hareketler bunlar…

***

“Bürokrasinin angaje görüntüsü” derken kastettiğim ise devlet kurumlarının parti organı gibi çalışıyor görünmesi. Valiler iktidar partisinin il başkanı gibi görev yapıyor, “atanmış” görevliler muhalif siyasetçilerle polemik yapmaktan çekinmiyorlar. “Bağımsız yargı”nın hali zaten ortada.

Geçenlerde hatırlatmıştım: Eski zamanlarda seçime üç ay kala Adalet, İçişleri ve Ulaştırma bakanları -anayasa gereği- istifa ederek yerlerini tarafsız bakanlara terk ederlerdi. Bugünkü sistemde bu yok. Daha doğrusu bu bile yok. Elbette “tarafsız” denilen bakanların gerçek anlamda tarafsız olabilmesi veya tarafsız kalabilmesi zor. Ancak bu uygulama her şeyden önce sembolik bir anlam taşıyordu. Devlet kurumlarının bu işin içinde olmadığı ve olmayacağı mesajı verilmiş oluyordu. Hem kamuoyuna hem de bürokrasiye.

Bu yolla, sandığın güvenliğini sağlaması gereken polis ile jandarmanın ve oyların sayımından sorumlu yargı mensuplarının “seçimde tarafsız şekilde görev yapacakları” bir anlamda garanti ediliyordu. Bugün ise devlet kurumlarının partizanlaşması, hatta yargı kurumunun bile bağımsız ve tarafsız olma vasfından uzaklaşmış görüntüsü fazlasıyla kaygı uyandırıcı.

İster seçim sathı mailinde, isterse normal zamanlarda devlet kurumları siyasetin işlerine bulaştırılmamalı. Bilhassa silahlı bürokrasinin, yani askerin ve polisin muhakkak siyaset ikliminin dışında durması gerekiyor. Ancak gördüğümüz kadarıyla, asker de polis de özellikle ana muhalefet partisinin lideriyle aleni bir kavga içinde görünmekten imtina etmiyorlar. Muhalefet blokunun müstakbel cumhurbaşkanı adayı olarak onu gördükleri için belki.

Sözgelimi, Kılıçdaroğlu’nun doğrudan siyasi iktidarı hedef alarak yaptığı eleştiriye İçişleri Bakanlığı'na bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı resmi hesaplarından “tweet atarak” cevap verebiliyorlar. Cumhurbaşkanı’nın askeri bir törendeki konuşmasında ana muhalefet partisi lideri aleyhine sarf ettiği sözleri orada bulunan komutanlar hararetle alkışlayabiliyorlar.

****

Bu vesileyle birkaç yıl önce Avustralya’da yaşanan bir hadise şimdi yeniden gündeme geldi. Savunma Bakanı’nın düzenlediği basın toplantısında Genelkurmay Başkanı da yer alıyordu. Askeri konulara ilişkin soruların cevaplandığı bölümde diğer komutanlarla birlikte Bakan’ın yanında duran Avustralyalı general, toplantıdaki gazetecilerden siyasi konulara ilişkin sorular geldiğinde Savunma Bakanına "Siz bu konuları konuşurken ordu mensuplarının kenara çekilmelerini isteyebilir miyim?" diye sormuş ve komutanları bakanın arkasından çekmişti.

Bizim paşalar ise bu örneğin tam aksine geçmişte siyasete fazlasıyla müdahil oldular. Seçilmiş siviller üzerinde vesayet düzeni oluşturdular. Bilhassa sağ siyaset geleneğinin şiddetle eleştirdiği, karşısında mücadele verdiği bu kötü alışkanlığı son dönemde terk eden askerimiz şimdilerde ise bir başka aşırı uca savrulmuş görünüyor maalesef.

Erdoğan’ın “AK Parti genel başkanı şapkasıyla” yaptığı konuşmayı alkışlayan komutanlara ana muhalefet liderinin gösterdiği tepkiye iktidar cenahından verilen cevaplar gösterdi ki “aşırı uca savrulan” yalnızca asker değil. Askerin siyasete karışmasına bugüne kadar en sert şekilde itiraz edegelen bir geleneğin mensupları bugün tam aksi pozisyondalar. Askerin siyasete karıştırılmasına itiraz edenleri “Ordumuza dil uzatıyor” diye bağırarak susturmaya çalışıyorlar.

Hatırlarsanız, 2018’deki cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında yine resmi bir törende konuşma yapan Erdoğan’ın muhalefet adayı hakkında söylediği sert sözleri bir komutan adeta ellerini acıtıncaya kadar alkışlamıştı. İktidar o gün de bu yakışıksız davranışa yönelik eleştirileri “askere düşmanlık” diye püskürttüğü için bugüne gelindi zaten.

AK Parti’nin kendi varlığını devletin varlığıyla özdeş gösterme siyaseti var bu yaklaşımın arkasında. Ancak hem ülke için hem de iktidar partisinin kendi geleceği için olumsuz ve tehlikeli sonuçlar doğurabilecek yanlış bir siyaset bu. Devletle, bürokrasiyle, askerle, polisle özdeş hale gelmiş bir siyasi harekete bu toplum pek iyi gözle bakmaz. Askerini, polisini sever ama kendi sahasında kendi görevini yaptığı sürece. Bunu da en iyi sağ siyaset geleneğinin mensupları bilir aslında ama bilhassa “milli irade” ve “sandık” retoriğiyle bu çizgiyi temsil iddiasındaki AK Partililer neden bu vahim yanlışa saplandılar, anlamak zor.

YORUMLAR (91)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
91 Yorum