Tek millet, iki tarih!

Cumhuriyetin kurulmasının üzerinden yüz yıl geçtiği halde, belirli toplum kesimleri arasında hâlâ “Osmanlı taraftarları ile cumhuriyet taraftarları” şeklinde bir kamplaşmanın devam etmesi sağlıklı bir durum olmasa gerek. Bu ülkede artık Malazgirt Zaferi bir kesimin, İzmir’in kurtuluşu başka bir kesimin bayramı oluyorsa ortada millet diye bir varlık kalmamış demektir. Ortak tarihî değerlerimiz etrafında sürdürülen siyaset tartışmalarına bu açıdan bakmak gerekir.

Malumunuz, ilk önce İzmir’in kurtuluşunun kutlanmasına itiraz edip “Cihan harbi bitti, müstevliler alacaklarının birkaç kat mislini aldı ve öyle gittiler. Kurşun sıkmadık ki” diyen bir eski Meclis Başkanının başlattığı talihsiz tartışma ülke gündemini meşgul etti bir müddet. Şimdi de 9 Eylül kutlamalarında yaptığı konuşma dolayısıyla İzmir Belediye Başkanına karşı dört bir koldan hücum var kaç gündür. Tunç Soyer’in “Osmanlı’ya hakaret” diye tepki gösterilen sözleri “Yüz yıl önce ülkeyi yönetenler gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içindeydi” şeklinde. Nutuk’tan alınma ifadeler bunlar, bilindiği gibi. Alıntılanan sözünde Atatürk, Kurtuluş Savaşı esnasında İstanbul’daki yönetim kadrolarının bir kısmının gaflet, bir kısmının dalalet, bir kısmının ise düpedüz ihanet içinde olduğu için Millî Mücadelenin karşısında yer aldığını ileri sürüyor.

Anlaşılan o ki belirli toplum kesimlerinin hassasiyetlerini harekete geçirmeye yönelik yapay bir tartışma üretilmiş bulunuyor. Buna karşılık, böyle bir konunun tartışılmasında belirli nüansların ihmal edilmesi bizi yanlışa sürükleyebilir. Buradan da bazılarınca toplumdaki kutuplaşmaya hizmet edecek malzemeler üretilebilir. Mesela fazlasıyla genelleyici olmak veya geçmişi bugünle mukayese etmeye kalkışmak tehlikeli sonuçlara yol açabilir. Unutmayalım ki tarihi bugünkü siyasi çekişmelerin hesap görme zemini yaparsak hem dünümüzü hem de bugünümüzü kaybederiz. Geçmişi de kendi özgün şartları çerçevesinde değerlendirmek, o günün siyasi konjonktürü bağlamında yaşanan birtakım ihtilafları bugüne taşımaktan kaçınmak icap eder.

Cumhuriyetin kuruluşunda eski yönetimle yeni rejim arasındaki farklılığın ahlaki temelde vurgulanması ihtiyacıyla yeni tarih anlatısında bazı keskin genellemelere yer verildiği malum. Onları bugün daha da keskinleştirmeye uğraşmanın gereği yok.

Ayrıca tarihi gerçeklerin üzerine siyasi ihtilafların veya şahsi çekişmelerin gölgesinin düşmesine izin verilirse at izini it izinden ayıramayız. Düşünün ki Atatürk yine Nutuk’ta -artık siyasi rakipleri olan- Ali Fuat, Rauf Orbay, Kazım Karabekir gibi Millî Mücadele kahramanı silah arkadaşlarını bile “En hain dimağlar” diyerek suçlamıştı. Ama bu isimlerin tamamı daha sonra İnönü devrinde iade-i itibarla önemli devlet postlarına getirildiler. Bugün hiç kimse onlara hain demiyor.

Cumhuriyetin kuruluşunun ardından yeni rejimin uygulamaya koyduğu bazı radikal değişikliklere itirazı olan kesimler bu yönetimin meşruiyetini dayandırdığı tarih anlatısına da itiraza yönelmiş oldukları için iki farklı tarih tezi ortaya çıktı ve aradan geçen yüz yıl boyunca bunların çatışması devam edegeldi. Ne var ki bu tartışmalarda zarar gören daima gerçekler oldu.

Şimdi bir kesim Millî Mücadelenin yalnızca Atatürk’ün kişisel dehasının eseri olduğuna inanmamızı istiyor, diğer kesim bu şerefin Mustafa Kemal’i Samsun’a gönderen Sultan Vahdettin’e ait olduğunu ileri sürüyor. Oysa hakikat bu ikisinin arasında bir yerde.

Kemalistlerin zannettiği gibi Mustafa Kemal bir gün tek başına Anadolu’da mücadele başlatmaya karar verip yola çıkmış değildir. Ama Osmanlı hanedanına toz kondurmamaya uğraşanların iddia ettiği gibi, bizzat Sultan Vahdettin’in İstiklal Harbini düşünüp planladığı ve bunun için Mustafa Kemal’i Samsun’a gönderdiği de doğru değildir. Dönemin gelişmelerini somut belge ve kanıtlara dayanarak inceleyen Feroz Ahmad, Erik Jan Zürcher, Emel Akal gibi tarihçilerin kanaatine göre, İttihat Terakki hükümeti tarafından daha Cihan Harbi devam ederken “B planı” olarak tasarlanıp hazırlıkları yapılmış, savaştan sonra hayata geçirilmiş bir direniş organizasyonu vardır.

Mustafa Kemal hem bu görev için en uygun kişi olarak görüldüğü hem de kendisi bu yolda herkesten daha istekli ve inançlı olduğu için Millî Mücadele’nin liderliğine gelmiştir. Bu görevlendirmeyi padişahın yaptığını söylemek için o günün İstanbul’undaki siyasi güç dengesinden habersiz olmak gerekir. Mustafa Kemal’in Samsun’a hareketinden önce Vahdettin ile görüşmesinden böyle bir anlam çıkarılamaz. Osmanlı Genelkurmayı Anadolu’ya gönderilecek kadroyu belirleyip Saray’a usulen onaylatmış olabilir en fazla. Yani padişahtan habersiz gerçekleşmiş bir organizasyon olmayabilir belki bu ama padişahın iradesiyle gerçekleşmiş olamaz. Çünkü padişahın bir iradesi yoktu o sırada. Dolayısıyla ihanetinden söz etmek de mantıksız. Vahdettin’in günahı dönem dönem milletine ve askerine inancını kaybedip ülkeyi ve saltanatı kurtaracak yol olarak İngilizlerle işbirliği seçeneğini ileri süren İtilafçılardan medet ummasıdır. Bunun da temelinde saltanat ile devleti bir ve aynı görmesi vardır.

Ancak ülkenin selameti için İngilizlerle işbirliğini savunan Hürriyet ve İtilaf Partisi mensuplarının tutumu şahıslara göre gafletten dalalete ve hatta ihanete uzanan bir çizgide şekillenmiştir maalesef. O günlerde işgale karşı askeri direnişin çare olmayacağını düşünmek bugün için bir “içtihat hatası” olarak kabul edilebilir ama Anadolu’da işgalcilerle savaşan Türk askerine karşı Hilafet ordusunu kurmak, Anzavur ayaklanmasını organize etmek, Millî Mücadele önderleri hakkında dinden çıktılar fetvası yayımlamak veya Nemrut Mustafa Divan-ı Harbinde idam cezası vermek vs. vatanseverlikle bağdaşacak işler değil. İngilizleri oyalamak için yapılan göstermelik uygulamalar bir yana, kendilerini işgalcilere beğendirmek için var gücüyle Anadolu direnişini boğmaya uğraşan belli bir grubun “şahsî menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid” ettiklerini söyleyen Atatürk yerden göğe kadar haklı değil mi?

Ama şu da var ki ne Osmanlı Sarayının tüm mensupları ne de İstanbul hükümetlerinin hepsi gaflet, dalalet, hatta ihanet içindeydi. Sarayda da Babıali’de de Millî Mücadelenin destekçileri daima vardı. Şehzade Ömer Faruk Efendi Anadolu’daki mücadeleye katılmak üzere İstanbul’dan ayrılmış, ama çeşitli sebeplerle bunu uygun bulmayan Ankara hükümetinin ricasıyla Bolu’dan geri dönmüştü.

Damat Ferit kabineleri dışındaki İstanbul hükümetleri gizli veya açık şekilde Anadolu’daki Millî Mücadeleye müzahir olmuşlardı. Nitekim bu hükümetlerin sadrazamları Cumhuriyet devrinde taltif edilmiş ve öldüklerinde devlet töreniyle vatan toprağına verilmişlerdir. Aralarında -Atatürk’ün yine Nutuk’ta sert sözlerle eleştirdiği- İzzet Paşa ile Salih Paşa da vardır.

İstanbul’daki yönetim kadroları ceffelkalem hain ilan edilmemişlerdir. Kaldı ki İstanbul’daki herkes hain olsaydı önemli miktarda silah ve cephanenin Anadolu’ya kaçırılması ve Millî Mücadele kadrolarının Ankara’ya geçebilmeleri de mümkün olmazdı. Osmanlı ordusunun en tepesindeki Genelkurmay Başkanlığı görevinin ardından Ali Rıza Paşa ve Salih Paşa kabinelerinde Harbiye Nazırlığı yapan Fevzi Çakmak veya Umumi Harb’in sonunda “Harbiye Nezareti Müsteşarlığı” görevini üstlenen İsmet İnönü eski başkentte Millî Mücadele ile ilgili çalışmaları ve hazırlıkları tamamladıktan sonra, 1920 Nisanında Ankara’ya geçtiler.

Bundan önce ise daha Kasım 1918’de Kâzım Karabekir, Cafer Tayyar, Ali Fuad ve Mustafa Kemal Paşalar İstanbul’da Millî Mücadelenin planlamasıyla ilgili nihai görüşmeleri gerçekleştirmiş; Sadrazam Ahmed İzzet Paşa ile Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa’nın da bilgisi dahilindeki bu görüşmelerden hemen sonra yapılan görevlendirmelerle Kâzım Karabekir Erzurum’a, Ali Fuad Ankara’ya gitmiştir. Ardından da Mustafa Kemal, 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a çıkmıştır.

Demek ki “Atatürk’ü padişah Anadolu’ya gönderdi” diyenler de “Vahdettin vatanını sattı” diyenler de kendi tarih kurgularını çıkarıyorlar karşımıza. Akademik nitelikteki objektif araştırmaların bulgularına aykırı bile olsa bu konudaki farklı görüşlere inanç özgürlüğü kapsamında müsamaha gösterebiliriz ama bunları kavga bahanesi haline getirmek, toplumdaki kutuplaşmaların zemini yapmak kesinlikle vatanseverlik değil.

YORUMLAR (247)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
247 Yorum