Yavuz Mısır’ı fethetmedi Kavalalı fethetti

Küçük rütbeli sıradan bir askerin yalnızca birkaç yıl içinde koskoca bir ülkenin yönetimini -ve kaderini- eline geçirmesi herhalde dünyada eşi benzeri az görülür bir başarı hikayesidir. Bu hikâyede sıradan asker Kavalalı Mehmet Ali’dir. Koskoca ülke ise Mısır.

Mehmet Ali Mısır’ı işgal eden Napolyon’a karşı savaşmak üzere Rumeli’den gönderilen 300 kişilik birliğe katılmış, onbaşı olarak girdiği savaştan binbaşı olarak çıkmıştı. Fransız işgalinin sona ermesinden sonra ise Mısır iç çekişmelerin içine düşmüş, bu arada Makedonya’dan gelen Arnavut askerlerinin başına geçmeyi başarmış bulunan Mehmet Ali hem Osmanlı idaresiyle Memluk beyleri arasındaki iktidar kavgasını hem de her iki cephenin kendi içlerinde devam eden mücadeleleri kışkırtıp hepsini birbirine kırdırdıktan sonra nihayet aradan sıyrılarak 35 yaşında Mısır valisi olmuştu.

Kavalalı’nın bundan sonraki kariyeri daha tanıdık. Vali olmak yetmiyor, ülkeyi tek başına yönetmek, yönetim gücünü hiç kimseyle paylaşmamak için acımasız bir “temizlik” yapıyor ve böylece en tepede tek başına kalıyor. İstanbul’a bağlılığı zaten kâğıt üstünde olan Mısır’ı resmen yarı bağımsız bir devlete dönüştürüyor. Doğup büyüdüğü topraklardan binlerce kilometre uzaktaki bu yabancı ülkede şahsi saltanatını kurmakla kalmıyor, aynı zamanda devletin yönetim sistemini de bütünüyle merkezîleştiriyor.
Tarım arazilerini devletleştiriyor, pamuk ihracatında tekel oluşturuyor, bu tekeli bilahare gıda ürünlerine de teşmil ediyor. Bir tür “devlet kapitalizmi” uyguluyor, Çin’den nerdeyse iki asır önce.

Bundan sonra Mısır’da çok önemli kalkınma hamleleri başlatıyor. Tarım alanında büyük ölçekli sulama sistemleri inşa edilirken, tohum ıslahı çalışmalarıyla da Mısır pamuğu adı altında tekstil sektöründe en fazla tercih edilen ince lifli pamuk cinsi geliştiriliyor. Devlet gelirleri kısa sürede üç dört katına çıkıyor. Modern bir ordu teşkil ediliyor, vergi sistemi değiştiriliyor. Okullar açılıyor, Osmanlı Maarif Vekâletinden yirmi yıl önce Mısır Eğitim Bakanlığı kuruluyor. Bizdeki ilk Türkçe gazete “Takvim-i Vakayi”den üç sene önce Kahire’de Türkçe ve Arapça “Vakayi-i Mısriyye” gazetesi yayınlanmaya başlıyor. Bu arada Mısır ordusu Osmanlı ordusunu defalarca mağlup ederek Kütahya’ya kadar geliyor. Bütün bunlar göz kamaştırıcı bir başarı tablosu oluşturuyor Kavalalı Mısır’ında.

***

Bununla birlikte, Kavalalı dönemi Mısır’ın yakın tarihinde hem modernleşmenin hem de geri kalmışlığın kapılarının açıldığı dönemdir demiştim geçen haftaki yazıda. Zira modernleşme doğrultusunda atılan başarılı adımlar aslında bu ülkenin kronik sorunlarının da kaynağına dönüşmüştür.

Tarımsal üretimin gelişmesine karşılık fabrikalaşmanın yarım kalması, Mehmet Ali’den sonra Mısır’ı yalnızca Avrupalı sanayicilere hammadde temin eden bir ülke durumuna sokmuştur. Amerika’da iç savaş sona erip pamuk üretimi yeniden başlayınca hammadde fiyatlarında yaşanan düşüş ise barajlar, kanallar gibi dev bütçeli yatırımların giderlerini karşılanamaz hale getirmiştir. Devletin giderlerinin ve iktidar elitinin lüks harcamalarının ölçüsüzce arttığı Said Paşa devrinde ise Avrupa bankalarından borç alınmaya başlanıp bunların ödenmesi mümkün olmayınca Mısır maliyesi iflasa gidecektir. Ondan sonrası çöküş sürecidir zaten.

Ancak bu sürecin kökenlerinin “daha yapısal” nitelikteki bazı problemlerin içinde aranmasında fayda var gibi görünüyor: Mehmed Ali’nin gerçekleştirdiği reformlar sonucunda kısa sürede artan tarım ve ticaret gelirlerine rağmen halkın bundan pay alamaması, iktidar çevresindeki çok dar bir kesimin dışında sermaye birikiminin ve müteşebbis bir sınıfın oluşmasını engellemiştir.

Yönetimin merkezîleştirilmesi ilk aşamada kalkınmanın sağlanması için olumlu bir rol oynamakla beraber olumsuz sonuçları ileriki zamanlarda görülecek ciddi problemler üretmiştir. Katı merkeziyetçi idare altında sivil toplumun oluşumu ve dolayısıyla demokratik kültürün gelişmesi mümkün olmamıştır.

Merkeziyetçiliğin tahkimi sonucunda ordudan başka iktidara müdahale edebilecek hiçbir gücün kalmamış olması, askerin yönetimdeki ağırlığının bugüne kadar devam etmesinin temel sebebidir. Nasırdan, Enver Sedat’tan Hüsnü Mübarek’e ve “darbeci Sisi”ye kadar kesintisiz süren askeri idare bu ülkenin kaderine dönüşmüştür.

Nitekim “Mehmed Ali, Memlukleri ve onların yerel müttefiklerini katletmemiş olsaydı ne olurdu?” sorusunu ortaya atan modernist din bilgini ve düşünür Muhammed Abduh, “Yerli bir orta sınıfın evrilerek gelişeceği ve bu sınıfın hem mutlak iktidarın önünde bir engel teşkil edebileceği hem de Britanya emperyalizmine direnecek bir milli harekete önderlik edebileceği” fikrindedir. (Khaled Fahmy, “Kavalalı Mehmed Ali”, çev. Abdullah Yılmaz, VakıfBank Y., sh. 184)

***

1953’e kadar Mehmet Ali’nin soyundan gelenler yönetti Mısır’ı. Dolayısıyla resmi tarih yazımında “devletin ve milletin kurucu lideri” olarak yer alması doğal sayılabilir. Özellikle “Mısır’ı geri bırakan Osmanlıdır” görüşünün sahipleri Kavalalı’yı bağımsızlık kahramanı, modern Mısır’ın kurucusu, hatta Arap uyanışının babası olarak kabul ederler. Hem kendisi hem de oğulları Arapça bilmeyen ve hayatı boyunca bu dili konuşmayan “Paşa” için abartılı bir niteleme bu sonuncusu. Ancak bağımsızlık kahramanı kısmı da tartışmaya bir hayli açık. “Modern” Mısır’ın kurucusu olma keyfiyeti ise modern kavramından ne anlaşıldığına bağlı bir konu.

Aslında Mısır’ın “Osmanlılaşması”, paradoksal bir ifadeyle, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın burada özerk bir idare kurmasıyla gerçekleşmiş görünüyor. O döneme kadar Mısır’da Osmanlı idaresi tam anlamıyla tesis edilememişti. Yavuz Sultan Selim her ne kadar Memluk devletine son vermiş olsa da ülkedeki toplumsal ve hatta siyasi yapı aynı kalmıştı.

Diğer uzak eyaletlerde ve hatta Anadolu’da devlet otoritesinin zayıfladığı, yerel unsurların güçlendiği 18. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı devletinin Mısır üzerindeki etkisi büyük ölçüde kâğıt üzerinde kalmış, feodal Memluk beyleri idareyi tam anlamıyla ele almışlardı. Kahire’deki “şeyhülbeled” unvanına sahip Memluk beyinin ise otoritesi bütün ülkeyi kapsar haldeydi. İstanbul’un atadığı valilerden daha fazla siyasi güce sahipti.

Bu yapıyı ortadan kaldıran Mehmed Ali “Osmanlı merkeziyetçiliği” modelinde bir idare tesis etti ülkede. Tam da bu noktada üzerinde durulması gereken bir husus, aynı yıllarda İstanbul’da da II. Mahmud’un -17. yüzyıldan itibaren giderek zayıflayan- merkeziyetçi rejimi yeniden kurma girişimi içinde olmasıdır. Çünkü Avrupa’da yaşanan gelişmeler itibarıyla “zamanın ruhu” merkeziyetçi monarşileri bütün dünyada “örnek model” haline getirmiş bulunuyordu. Bir sonraki aşama ise modern ulus devlet olacaktı.

YORUMLAR (73)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
73 Yorum